3036 sokak 4 numara
3036 SOKAK 4 NUMARA
Hani vardı ya seni gördüğüm gün… Hani sonbahardı ya… Solan çiçekler açmayı bekliyordu, dağın arkasında beliren güneşin altında.
O gün Kerem’in dağında üşüdüm, Leyla’nın çölünde kayboldum. Canım dayanmadı, aşkın sığmadı yüreğime ve güvercinlerle sana geldim. Beni duy da bir asır tamamlansın, saatin yüreğimin üstündeyken.
Yıldızlar parlasın seni gördüğüm an. Ağlamasını bitirsin kavuşulmaz aşkların şahitleri. Aşkın denizinde kaybolsunlar ellerin ellerime değdiği an .
Sandalyeme oturdum, önümde duran evin penceresindeki ışığı yazıyorum. Kelimeler daha öteye sürükleyemiyor kalemimi. Her zamanki gibi uyuyorum kalbimdeki ışığın altında.
O gün, daha önceki günlerde olduğu gibi işe gidiyordum. Son kavşaktan karşıya geçerken, markasını bilmediğim bir araba ona çarptı. Etrafında etten duvarlar örülmüştü bir anda. Yanına yavaşça gidip anlamlı bakışlarla ona baktım. Beyaz teni akıp giden kanların içinde parçalara ayrılmıştı. Ellerimde ölüyordu. Kalp atışlarım değişti.
Kalabalık bütün dikkatiyle bana bakarken kulakları acı çığlığıyla sağır eden ambulans geldi. Ve yanında durdu. İki kişi sedyeyi çıkardı. Sedyeye aldılar onu. Sonuç:
O aramanın içinde.
Sürücü: “Bir yakını var mı?” diye sordu. Hiç kimse tanımıyordu onu. Yanında gitmek gerekiyordu:
-Ben varım.
-Neyi oluyorsunuz?
Kalabalık merak içinde beni dinliyordu . Hiçbir şeyi değilim desem olmazdı.
-Kardeşiyim.
O sustu. Ambulanstaydı. Yol büyüdü, biz sonuna vardık. Hemen ameliyata aldılar onu. Yarım saat sonra uzun boylu bir doktor:
-Bahar Hanımın kardeşi siz misiniz?
-Evet, dedim.
-On beş dakika sonra yanıma gel.
-Tamam.
Hastanenin önünde uzunca bir süre hıçkırıklara boğulan bir annenin gelmesini bekledim. Ama onu arayan hiç kimse gelmedi. Gelenler de, tasvire uygun olmasına rağmen tanıdığı hiç kimse yoktu, çarpıldığı andaki gibi.
Hastane kapısından içeri girdim, önümdeki koridorun sonundaki kapıda ismi yazıyordu, tabelasının üstünde de: “Dr. Vedat Dost” İçeriye girdim:
-Beni çağırmıştınız biraz önce doktor.
-Size üzücü bir haberim var. Ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum . Çarpma sonucunda, hastamız felç olmuştur.
-Ama… Neyse…
Bu iki kelime son cümlem oldu ve çıktım. Hızlı adımlarla onun odasına gittim. Hiç kimse yoktu, içeriye girdim. Aletlerin arasında kaybolmuştu siması. Kalp atışlarının ritmini görebiliyordum bu garip makineden. Bu çizgilerin arasında bir yerde, benden bir iz olsaydı keşke, diyordum içimden.
Bu oyun yakında bitecek, bu kadar yakın olamayacağım bir daha size . Yalnızca komşusu olduğunuz, evinizden görebileceğim sizi. Pencerenin bulanık camında yalnızca.
Kapı çalındı, beyazlar içinde bir hemşire girdi:
-Emanetleri dışarıdan alın.
Emanetler de neydi. Sizdiniz bana emanet olan.
-Ne emaneti?
-Hastanın üstünden çıkanlar elbette.
-Tamam.
Bana bir anahtarlık, bir de pembe etekli bir elbiseyle, küçük beş veya altı toka verdiler. Elimde yatan elbisesiyle odasına çıktım, yalnız kalmamalıydı. İçeriden çıkan hemşire önümde beliriverdi:
-Şu anda uyuyor, lütfen bu gece yanına girmeyin, dedi.
-Pekala.
Odasının önünde duran taburelerin birisini aldım ve koridor demirlerine dayandım, düşünmeye başladım derinliğin bir aleminde . Hoşlandığım bir kadın ve ilk buluştuğumuz havuz başı, bir hastane oda.
Anahtarı çevirirken gözüm çantadaki kanlı elbiseye değdi. Bu kıza yeni elbiseler gerekecekti, acaba ayıp olur muydu evine girip alsam? Belki tanıdıklarını da görürüm, haber veririm onlara.
Gerekçesi bu oldu, merakım kim olduğunu öğrenmekti aslında.
Hemen kalktım, gecenin karanlığına dalıp evinin yolunu tuttum. Bir taksiye binip sokağın köşesinde indim. Kapısının önüne geldiğimde elim titriyordu, kapı anahtarla buluştu. Sessizliği bölen bir tıkırtı ve kapı açıldı.
Yanındaki sehpanın yanında bir fener vardı. Onu aldım. İki fotoğraf beni karşıladı. Biraz eskiydi ama yeni bir çerçevenin içindeydiler. Bir kadın ve bir erkeğin resmiydi bu. Kadının başı beyaz örtülü, yüzü buruşmuş, gülüşüyle dudaklarının yanında bir gamze oluşmuştu. Yandaki kişi, bıyığının bir kısmını ortada bırakmış, kahverengi saçları olan ve mavi şapka giymiş birisiydi. Resim renkli olmasına rağmen yeşermişti.
Merdivenden yukarıya çıktım. Beni istemiyorlarmış gibi gıcırdıyorlardı merdivenler. Sanki içeride birileri vardı. Ama birisi olsaydı bu sesler karşısında “hırsız var” deyip fırlardı dışarıya. Sonunda bu nota ziyafeti bitmişti.
Ahşap kapılı bir oda vardı önümde ve üstünde bir fotoğraf daha vardı. Küçük bir çocuk gülüyordu. Bir boy resmiydi bu. Üstü çamurluydu, hazırlıksız çekilmişti bu fotoğraf. Açmalı mıydım? Ya içeride biri uyuyorsa ? Buraya kadar boşuna gelmedim, açacaktım elbette. Elimi tokmağın soğukluğunda… Tedirginim. Yavaş hareketlerle kapıyı açtım. Karşımda bir yatak vardı. Her yer pembeydi, ailecek seviyorlardı bu rengi herhalde. Yatak, perde, masa örtüsü her yer pembeydi girişteki sehpaya koyduğum kanlı elbise gibi. Başlangıçta dikkatimi çekmemişti ama merdivenlerdeki örtüler de öyleydi.
Karanfil kokuyordu evdeki bu oda. Dikkatimi silindir benzeri ama beş köşesi olan bir masa çekti. Üstünde gaz lambası hala yanıyordu. Feneri söndürdüğümü fark ettim o an. Prize doğru koştum ışıklar yoktu. Hatta lamba bile yoktu. Demek ki geceleri erkenden uyumuyordu. Ben yeni taşınmıştım buraya. Öyle zannediyordum.
Lambanın yanında beliren paragraf dikkatimi çekti. Bir mektuba benziyordu. Çünkü adres vardı sonunda, şöyle yazıyordu:
“Bugün son defa sana yazıyorum kardeşim diyerek artık bu kelimelerle görüşmekten çok yoruldum . Yalnız başıma bu evde kalmaktan artık hazzetmiyorum. Aslında bu akşam aniden senin yanına gelmeye karar verdim. Ama o sarhoş adam beni bir saat oyaladı.”
Bu bendim. Dün akşam onunla konuşamamama çok bozulmuştum ve biraz içtim. Kızı bayağı rahatsız etmişim ki bir şeyleri kaçırmış da gidememiş kardeşinin yanına .O zaman bugünün suçlusu benim.
Şöyle bitiyordu paragraf:
“Yarın ilk işim senin yanına gelmek olacak.”
Ve adres çıkıyordu sağ alt köşede:
Serçe Mahallesi 3036 sok. no:4
Bu sokak bizim sokaktı ama daha kimin evi olduğunu bilmiyorum. Bu kadar yakın bir yere neden mektup yazılır ki?
Bu sorularla odadan ayrıldım, hemen yanında, girişte gördüğüm resim vardı. Bunlar buradaydılar herhalde, bu odada. Odalar aynıydı sanki. Pembeler içinde bir oda daha. Tek farkı , bu yatak iki kişilikti. Yine yanıyordu gaz lambası ve bir kağıt vardı. Kardeşine yazdıklarıyla aynıydı. Tek fark: “Her akşam boş odanıza girmek beni çok üzüyor. Şu anda burada olsanız anne ve baba, ne güzel olurdu. Sabah sizi uyandırır yanınıza yatardım. Biliyorum, çok uzakta değilim, yakınsınız bana. Bu mektubu, size kardeşim getirir herhalde onunkini de okuyun. Belki beraber okuruz, gülerek. Haberiniz olsun sabah bu evden taşınıyorum, her şey bu evde kalacak, hiçbir hatıraya dokunmayacağım!”
İşte yine bir adres:
Serçe Mahallesi 3036 sok. no:4
Biraz şaşkındım. Neydi bu, bir şaka mı? Kafamda binbir soruyla odadan çıktım, son odaya girdim. Sol taraftaki, kızın odasına. Çünkü; aşağıda başka oda yoktu. Bu onun olmalıydı. Resim de yoktu üstelik. Odaya girdim, bu sefer masa yoktu, yatağın yanında bir sehpa vardı, üstünde gaz lambası. Yatağın üstünde diğer sayfaları yırtılmış bir günlük vardı.
Bembeyaz sayfada keskin cümleler:
“Bundan öncesi artık yok, yırttım hepsini, bay günlük. Bu son sayfa, yani hikayenin sonu. Bundan sonra bir anım olmayacak bu evde, başka bir yere taşınıyorum yarın. Seni de götürmek istemiyorum. Tren vagonları bile taşıyamaz seni. Yapraklarını yakacağım, hepsi kül olacak. Kokusu bir güvercine ulaşırsa, rahatsız ederse onu söyler bana. Ve sen lamba bitinceye kadar görünürsün bu odada, sonra yok olmaktan kurtulamazsın. Kaybolursun sen de. Zaten kim görecek ki seni? Belki sonradan belirecek fareler ve kemirecekler bu satırları. “HOŞÇA KAL!”
Varış adresi: Serçe Mahallesi 3036 sok. no:4
Bu, ailesinin adresi olmalı. Onları bulmalıyım derhal. Hemen evden çıktım. Bu adresi bulmalıydım, gezdim bütün sokağı. Yine evimin önünde buldum kendimi. Benim evim üç numara. Yanımdaki bir ve öteki yanımdaki beş, önümdeki ev dört. Olamaz, aynı ev! Aynı eve adres yazılır mı? Zaten o evde yazmadın mı bunları? Yoksa sen yazmadın mı? Sokağın ortasında, arkamda kendi evim, önümde -bildiğim kadarıyla- Bahar’ın evi.
Eve bir daha girecektim. Bu sefer bu ilginçlik beni ürküttü ve belimin sol tarafında bir üşüme hissettim. Issız odalarda yolumu bulmak daha kolay oldu bu sefer. Başka bir yazı yoktu evde. Yazdığı gibi yakmıştı herhalde hepsini. O sayfaları bulmalıyım ama yandılar. Şimdi ne yapayım? Resimdekiler neden gülüyorsunuz? Konuşsanıza. Söyleyin. Yaktı değil mi hepsini? Bir gıcırtı duydum. Korkuyordum. Odalardan biri açılmıştı. Çocuk gülücükleri duyuluyordu ve bir kadın:
-Yavrum hadi, kahvaltı hazır, dedi.
Bir gıcırtıyla beraber bu sefer erkek:
-Hadi oğlum okula geç kalacaksın.
Merdivenlerden düşe kalka indim. “Kimsiniz! Sizden korkmuyorum!” diyerek bağırıyordum ışıkların yanmadığı koridorda.
Kapıya yaklaşıyordum ki:
-Çamurlar beni bırakmıyor, dedi bir ses.
-Anneni dinlemezsen böyle olur kardeşim.
-Abla gözüm kanıyor.
-Yaramazlık yaparsan böyle olur yavrum.
Kendimden geçmişim son odada. Ayılınca daha beter bir korku vardı içimde. Sırtım iyice üşüdü, bir titreme geçti vücudumdan. Saçlarım diken diken olmuştu. İstenmiyorum gibi hissettim ve çıktım. Donmuş ve hissizleşmiştim. Sanki kalbim yoktu. Sokakta kalakaldım. Son defa eve baktım merakımdan ötürü. Kapıyı ben mi kapatmıştım? Gaz lambaları ben eve bakarken bir anda söndü. Kaçtım, uzaklaştım oradan.
Hiç bu kadar korkmamıştım. Asfalt sokaklarda ayakkabılarımın çıkardığı takırtılarla arkama bile bakmadan koştum. Köpek havlamaları arasında kaçıyordum. Önüme bir taksi çıktı. Arka koltuğa sindim. Hastahaneye deyip sustum. Kalbim göğüs kafesimi parçalayacak. Hastanenin önünde durdu taksi. Taksimetrenin ne gösterdiğine bakmadan siyah camın altındaki bölmeden uzattım parayı. Önümdeki siyah camdan şoförü göremiyordum. Şoförü merak etmiştim. Camdan baktım, camdan görünmüyordu. Çünkü; çok çamurluydu cam.
Hastaneye girip de insanları görünce, bir mutluluk ağ ördü içimde.
Tam içim biraz ferahladı derken onun odasına çıktım. Ama öyle bir koşuşturma vardı ki, sanki deprem oluyordu da insanlar kurtulmak için pazarlık yapıyorlardı Azrail’le.
Bahar’ın odasının önünde durduğumu gören doktor beni arıyormuş gibi:
-Hastanın kardeşi sizdiniz, değil mi?
-Evet.
-O zaman benimle gelin.
Hiç halim yoktu ama gitmeliydim onunla. Kan odasına girdik beraber.
-Ne yapacağız burada.
-Kardeşiniz ölmek üzere, aklımıza gelmeyen bir şey oldu.
Bir anda gözlerinin içinden kan gelmeye başladı ve bu iki saat içinde kan kaybından ölmekle karşı karşıya kaldı. Durumu çok ciddi ve derhal kana ihtiyacı var. Kan grubunuza bakacağız.
Beş dakika sonra sonuçları aldık. Uyuşuyormuş kanlarımız.
-Sizi ameliyathaneye alalım, dedi doktor.
Hızla girdik iki kapılı yeşil odaya ve o orada yatıyordu. Belki ilk defa pembenin dişinda bir renk giymişti. Ama o da yakışmıştı ona.
Beni de bir yere yatırdılar, koluma bir iğne geçti, hissetmedim o an. Kanım, kanına yani vücuduna karışmıştı. Sol tarafımda yatıyordu, ameliyat masasının üstünde. Her soluyuşunda, her kalp atışında ben vardım. İstediğim bu değil miydi zaten?
Artık ben de varım yanında, bir ara yalnızmış gibi konuşmaya başladı, şöyle diyordu:
-Anne geldim, baba nasılsın? Kardeşim üstünü temizle.
Bu kız intihar etti. Ama ailesine ne oldu ki? Senden çok uzakta değilim, hadi dayan be yağmurum, kısa sürmesin anımız, bu oyun devam etsin, sensiz çok sıkıcı dünya.
Konuşuyordu hala o:
-Anne neredesiniz? Yanıyoruz anne! Baba kalk yanıyoruz! Kardeşim, canım kalk hadi be! Yorma beni, sizsiz ne yaparım, kalkın. Uyanın be duymuyor musunuz , yanıyoruz. Bağırın benimle, ben neden içeride değilim? Girmek istiyorum. Ölmeyin, tamam mı? Uyanmışsınızdır herhalde, yanmazsınız ya. Durun be alevler, durun, içeride ailem vardı...
Doktor Raporu:
Cumartesi gecesi saat 02:10’da ameliyata alınan iki hasta Bahar Semerkant, şiddetli iç kanama yüzünden eksi oldu. Ona kan veren Muhammet Ahat, fazla kan vermemesine rağmen vücudu ani bir reaksiyon sonucu 02.50’de eksi oldu.
İsmi geçen şahıs ölenin kişinin kardeşiyim demiş ama nüfus cüzdanından kardeşi olmadığı anlaşılmıştır.
Cenaze Müdürünün Yazısı:
Pazar günü sabah saat 09.30’da defnedilmiştir. Şiddetli yağmur nedeniyle çamurlu bir mezar kazılmıştır. Bu yüzden biraz derin kazıldı . Hiçbir yakını yoktu. Bilginize arz ederim.
Mahalle İtfaiyecisi:
Serçe Mahallesi 3036 sokakta 02:50’de başlayan yangın sonucunda sebebini bulamadığımız bir nedenle üç ve dört numaralı evler yanmıştır ve geriye bir şey kalmamıştır.
09:30’da enkaz kaldırılarak evlerin yerleri temizlenmiştir...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.