- 825 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük kızın anılarından...3.bölüm
Küçük kızın anılarından...3.bölüm (Öykü)
Yeni bir gün doğmuştu, sabahtı, ama onun için, çocukları için berbat bir gecenin sabahıydı. Sanki kâbus görüyor gibiydi. Garip bir şekilde baktı etrafına ve gelen misafirlere. Çocukları uyuyordu. “Nasıl güzel, rahat uyuyorlar! ” diye düşündü içinden. Bitaptı, halsizdi. Kolu kanadı kırılmış gibiydi. Gitti yüzüne soğuk su çaldı. Sonra aynadan baktı kendisine. Bir gün ve bir gecede insan nasıl çökebilirdi, saçlarına aklar düşerdi! İşte o kadın, gencecik kadın ne çok yaşlanmıştı. Saçlarına ölümün verdiği acının etkisiyle olsa gerek, aklar düşmüştü; Kar yağmıştı sanki...
“Allah’ım ne olmuş bana! Eğer Cevat yaşasa da görseydi şu halimi kahrolurdu kederinden. Şu perişan halimi görse idi çok üzülürdü.” diye mırıldanıyordu. Sonrada “Aman Cevat, o gencecik insan toprağa girmiş ben çökmüşüm yaşlanmışım çok mu? ” diye sesli düşünmüştü... Düşüncelerinden sıyrıldı içeri geçti ve usulca çocuklarını uyandırdı... Çocuklar alışmamışlardı henüz babalarının ölümüne. “Anne babamız gelmedi mi hala? ” diye sordular. Annelerinin gözleri doldu ama ağlamayacaktı, ağlamadı ve çocuklarına sarıldı metanetle. Sımsıkı sarıldı onlara. “Çocuklar, canlarım; babamız öldü, çok uzaklara gitti ama yüreğimizde yaşayacak. Sizler onun istediği gibi iyi bir insan olacaksınız. Ancak o zaman babamız rahat olacak, huzur bulacak” dedi ve kenetlendiler birbirlerine...
Çocuklar annelerini can kulağıyla dinlediler. Gözleri dolmuştu ama onlar da anneleri gibi ağlamadılar. Annelerinin acısını uyandırmamak, daha fazla acı çekmemesi için ağlamadılar ve bir birilerine sıkı sıkı sarıldılar. O arada uyananlar vardı o evde. Birileri hemen kahvaltı sofrasını hazırlamak için mutfağa gitti. Evde ne varsa el birliği ile hazırladılar, berberce kahvaltı sofrasına oturdular. Herkesin yüzünde hüzün vardı. Lokmalar zor geçiyordu kursaklarından. Sessizlik de hâkimdi. Çatal, bıçak ve çay kaşığının çay bardağına vuran sesleri hâkimdi. Kimsede çıt yok, ses yoktu. Oysa o evde hep neşe olur, umut olurdu. Hüzün yok gibiydi. Kendi yağlarında kavruluyorlardı küçücük dünyalarında...
Birden evin hanımı o sessizliği bozdu ve söze girmek istedi; “İzninizle sizlere bir şeyler açıklama gereği duydum” dedi. O an için herkes birbirine bakıştı. Akrabalarından biri; “hayrola ne oldu? ” diye sordu... “Ben bu evde daha fazla kalamam. Bu ev lanetlendi. Ben kendim için değil ama çocuklarım için gidiyorum. Bu evi kim ne yaparsa yapsın artık, istemiyorum. Gözümde pul kadar değeri yoktur. Cevat’la beraber evimiz de talan oldu, viran oldu, öldü, toprağa gömüldü.” dedi ve sustu. Bu kararına itiraz ettiler. “Hiç olur mu? Evin için sen neler yaptın! Şimdi kime, kimlere bırakıyorsun? Şimdi sen çok bedbaht ve üzgünsün. Sağ salim düşünemiyorsun. Zaman geçsin sonra karar verirsin.” Dediler. Ama evin hanımı onları hiç dinlemiyordu “anlamıyorsunuz beni değil mi? Sevdikleriniz yanınızda nasılsa. Yıkılan yuva sizin değil. Olmasın da. Ama benim yuvam yıkıldı. Artık bu ev benim evim değil, lanetlendi. Anlamıyor musunuz siz beni! ” dedi.
Sofradan kalkıp yan odaya gitti, yine ağladı ağladı ama ağlamaları boşunaydı. “Olan olmuştu artık, toparlanma zamanıdır” dedi ve yerinden doğruldu. Çocuklarının giysileri ve kendi giysilerinden oluşan bir bavul eşya hazırladı. Paha biçilir bir şeyleri yok gibiydi. Üç beş altını ve biraz kenarda birikmiş parası vardı. Kocasıyla birikim yapıyorlardı ilerisi için, çocuklarının geleceği için ama olmadı. Şimdi çocukları için bir şeyler yapacaktı. Hem ana hem de baba olma zamanıydı. Gözyaşlarını sildi, odadan çıktı. Elinde bavulu ile oradakilere baktı ve “Ne olur anlayın beni bacılarım, ağabeylerim, komşularım; ben burada duramam. Asla duramam. Zaten kendim azap çekiyorum. Sebebi ben oldum gibi ama artık tek yalan yok. Olmayacak ta. Yeni bir hayat kurmalıyım çocuklarımla. İnanın sizde olsa aynısını yapardınız. Yine de Allah göstermesin, ağzınızın tadı bozulmasın diliyorum ve beni anlayın. Tüm haklarınızı helal edin” dedi ve kalktı yerinden odaya gitti. Etrafına bakındı ne hatıralar vardı hepsi orada kalacaktı.
Sonra derin bir “ahh! ” çekti. İçli içli baktı evine son kez. Anıları, yaşadıkları, yaşayamadıkları, hepsi kaldı geride o evde. Umurunda değildi. Evi yaksınlar, yıksınlar talan etsinler diye düşündü. Gözünde pul kadar değeri kalmamıştı o evin. Çocuklarını giyindirdi ve son defa tüm sevdikleriyle vedalaştı, helallik aldı. Çünkü bilinmeze gidiyordu. Çok uzaktı gidişleri. Yarınları ne olacaktı, hiç bilinmiyordu. Aldı bavulunu eline, son kez 2 damla gözyaşı akıttı derinden. Çocuklarının ellerinden tuttu “Hadi gidelim çocuklar, bize buraları haram. Gelecek günler umutlara gebe kaldı” dedi ve yola koyuldular. Bahçeden dışarı açılan biri iç diğeri dışa dönük iki kapıları vardı. Her kapıdan çıkışta uzaklaşıyorlardı sanki o evden adım adım uzaklara, çok uzaklara doğru. Bu bitişin yeni başlangıcı vardı hayatlarında. Ama güzel ama kötü bir başlangıçtı bu. Belli belirsiz bir umuttu sadece ve dört kişilik aile üç kişilikti artık yaşam çarkında.
Ve bir otomobile binip hızla uzaklaştılar. O evden, mahalleden çok uzağa gittiler. Gidiş o gidişti. Ne olduğunu kimseler öğrenemedi bir türlü. Çocuklar büyüdü mü okudular mı bilinmiyordu. Evleri ellere kalmıştı. Hayalleri ve umutlarıyla beraber başkaları sahiplenmişti ve o evi kiralıyorlardı başka insanlara. Hemen yakınına apartman yapıldı o apartmanın. Sahipleri Gümüşhaneli bir aileydi. Baba, amca ve Sabriye Teyzeydi onlar. Çocuklarıyla, gelinleriyle ve torunlarıyla yaşıyorlardı o apartmanda ve artık onlar o evi kulübeden bozma viran evi sahiplenmişlerdi. Küçük kızın anılarında onların da yeri olacaktı. Hiç bir zaman unutmayacağı anılar olacaktı hem de. Çok güzel anılar yaşadığı gibi üzüleceği anıları da olacaktı. Hayatında, küçücük benliğinde ne fırtınalar kopacaktı unutmayacağı anılarında...
01 Ekim 2009
Perşembe 00:31:42
Filiz Aktaş
Filiz Aktaş
YORUMLAR
güzel gidiyor
akıcı bir konu
ilk ikisinide okudum
kutlarım kalemi
saygılarımla