BABAM ve OĞLUM
Filmin en can alıcı sahnesi kaç yüreği yıkıp geçmiştir. O sahneyi seyredip de yüreğinde bir ağrı hissetmeyen, gözlerinde bir damla yaş bırakmayan insan yok sanırım. Gideni durdurabilmek imkânsızdır. Sel olur akar, yangın olur yakar, rüzgâr olur eser geçer.
Sizi yıkıp da giden birileri oldu mu ömrünüzde?
Sizi çaresiz bir şekilde öylece koyup giden oldu mu yaşamınızda?
Sevgili, arkadaş, evlat, eş, dost… Ne bileyim, yüreğinizi ezip geçti mi birileri? Yokluğu bir kor ateş gibi kodu mu size? Boğazınıza bir şeyler tıkadı mı geceler boyu? Gözlerinizi kuruttu mu? Yüreğinizi yangınlara sardı mı bir gidiş? İmkânsızlıklara koydu mu sizi bir terk ediş, çaresizliklere bıraktı mı sizi bir yalnız koyuş?
İşte o sahne, işte o an:
Hüseyin Efendi taksiyi durdurur, iner ve gözleri çakılı kalır geçmişe. Sadık’ı tutabileceği engelleyebileceği tek yerdi burası. Oysa durduramamıştı, keşkelerle için için ağlamaktadır. Şok içerisindedir. Oysa Sadık gitmiştir ve ölmek üzereyken geri gelmiştir.
“Burada duraydım böyle tam burada.” diye söylenmeye başlar kendinden geçmiş bir halde… “Böyle kollarımı açaydım iki yana…”Açar iki yana kollarını. “Tutaydım onu… Tutaydım onu ben. Gitme diyeydim, gitme Sadık…15 sene evvelsi duraydım böyle… Tutaydım Sadık’ımı…” Nasıl bir söyleyiştir nasıl bir çaresizliktir. Herkes şaşkındır, donakalmıştır bu manzara karşısında. “Hüseyin, Hüseyin kurban olam” der karısı…
Adam dalıp gitmiştir. Gayri ihtiyari söylenmektedir: “Sarılaydım böyle evladıma…” Ses tonu ağlamaklı ve kelimeleri titrek bir halde uzatarak çıkartır hançeresinden: “Gitme diyeydim.” Karısı müdahale etmeye çalışır: “Hüseyin topla kendini, başımızda baba olarak sen kaldın… Bak etrafa evladımız var, torunumuz var. Hüseyin topla kendini.”
Hüseyin içindeki hüznü bütün gücü ile kelimelere yükleyip insanı tesir altında bırakan bir tonlama ile: “Gitmez idi o vakit, kalır idi” diye feryadı basar… Kadın ağlar. Kocası aklını yitirmek üzeredir. Sadık ölmüştür, kocasını da kaybetmek üzeredir. Hüseyin feryadına devam eder: “Ağzım dilim lal olaydı, git diyen dilim kopaydı… Benim yüzümden.” diye bağırır üç kere… Üstünü başını çıkartır, yere kapanır. Kaldıramazlar onu. Tutamazlar da. Yüreğini sökercesine bağırır ve oradaki herkesin yüreğine dokunur bu feryat. “Sadıkkkk!”
“Sadık tutamadım.” der arka arkaya.
“Hüseyin Efendi… Hüseyin Efendi kalk bakayım, kalk!” der baldızı.
Yerden kaldırır Hüseyin Efendi’yi… Millet şaşkındır bir kez daha. “Aç bakayım kollarını, aç bakayım.” der… Gider Sadık’ın kardeşi Salim’i çekip kollarından babasının karşısına diker. “Yık geç babanı, yıkmazsan kafanı kırarım. Yık babanı, yık babanı geç, yoksa baban ömür billâh düzelmez.”
Baldız Salim’i itekleyerek koşmasını sağlar. Salim yalpa yalpa koşarken; “Hüseyin Efendi durdur onu.” diye bağırır baldızı. Salim de bağırır “Baba…” der “Geliyorum baba.” Salim son sürat kollarını iki yana açmış geçmesini engelleyen babasını yıkar geçer. Herkes toplanır başına… Çivi çiviyi söker, baldız bunu görmüştür ve fiiliyata dökmüştür bu şekilde. Hüseyin Efendi kendine gelmiş gibidir. Baldızı yaklaşır ve seslenir son bir kez Hüseyin Efendi’ye: “Görüyor musun Hüseyin Efendi? Gideceğim diyen evladın önünde dağ olsa duramaz.”
Evet, ömrümüzden geçip giden o kadar çok can var ki! Hangi birisine set koyabildik, hangi birisine söz geçirebildik? Hangisine “gitme kal” diyebildik? Hangi birisine “gitme dur” diyebildik? Vakit gelmişse kimse durmaz. Kuş gibi uçar gider. Su gibi akar gider. Kim engel olacak ki! Kim kollarından tutacak ki!
Daha vakit varken kaybetmemeyi öğrenin her bir canınızı… Tutun kollarından mesela, sevin, okşayın. .İltifat edin. Dokunun doya doya… Saçlarını tarayın, tenini koklayın, ellerini tutun. Hep gittikten sonra başlar pişmanlıklarımız sevdiklerimiz üzerine… Hep kaybettikten sonra başlarız ağlamaya… Hep yitirdikten sonra keşkelerimizi ipe dizeriz tespih tanelerince…
Sevgilimizi gittikten sonra anlarız ne kadar sevdiğimizi… Annemizi kaybettikten sonra anlarız ne kadar boşluk yarattığını… Babamızı yitirdikten sonra anlarız ne kadar sırt verdiğini bizlere… Ve arkadaşımızı hiçe saydıktan sonra anlarız ne kadar güven verdiğini…
Bu bir GİTME KAL yazısıdır.
Eylül ağaçları gibi, yapraklar dökülmeden son bir çağrısıdır terk edilen bir yüreğin.
Vurulan bir kuşun son sıcaklığı ile davetidir vuslata son nefesinde söylediği.
Ko beni yalnız, ko beni çaresiz, ko beni kimsesiz…
Sen gidince sanır mısın ki kalır bu can sensiz!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.