- 971 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
AYRILIK...
Annem, “ Bir erkeğe elini verirsen, kolunu. Kolunu verirsen, her şeyini kaybedersin “ derdi. Bu söylemi, bekâret olarak algılardım, o zamanlar. Çünkü; genç kızların korkulu rüyasıydı bu kayıp. Ebeveynlerin de tabi ki. Bu yüzdendir ki, bizim nesil erkekleri tanıyamadan bir erkeği eşliğe seçtik. Neye göre karar verdik? Bunu çok zaman düşünmüşümdür. Aşk nedir? Bilmiyorsun. Daha aşka gelmeden bir erkeğin elini tutmak nedir? Nasıl duygular uyandırır? Sıradan bir erkeğin teması ile âşık olduğunun temasının farkı nedir?
O zamanlar romantik yazarların en ünlüsü Barbara Cartland dı. Babaannem gecikmiş yaşına rağmen, soluksuz ve sürekli okurdu. Yaz aylarında, Akçay’a gittiğimiz zaman ben de ondan alır okurdum. Klasik Türk filmi gibiydi konuları. Bir Lord ve Leydi olurdu. Bunlardan biri unvanını kaybetmemek çabası ile zorla evliliğe razı olur, o evlilik süresince de deli gibi aşık olurlardı, birbirlerine. Her ikisi de cinslerinin en üstün güzelliğine sahip olurdu. Ne komikmiş. Neyse, bizim Leydi âşık olduğu Lordun her dokunuşunda bir şeyler hisseder. Yazar da o hisleri ustaca okuyucuya aktarırdı. Cartland, şimdinin Nermin Bezmeniydi..:-)). Eksik olmasın, biz de onun sayesinde bir şeyler öğrenirdik. Ama hiç sırtım ürpermedi. Hiç yüreğim ağzıma gelecekmiş gibi çarpmadı. Hiçbir yerlerim de kelebekler uçuşmadı. Neden ki acaba?
Her neyse, işte bizler, neyin ne olduğunu bilmeden evlendik. Evlenirken de kimse bizi karşısına alıp “ Kızım, bak şöyle olacak, böyle olacak “ demedi. Çık çık çık çok ayıptı çookkk…Ama her önüne gelen ahkam kesmesini bildi: “ Aman kocanı hoş tut. Sakın hayır deme. Koca evin direğidir. Mutlu olmalıdır. Vs, vs “. Bu muhteşem ve çok gerekli öğretilerle evlendik. Başımız göğe erdi.
Bir anda bir kâbusun içinde bulduk kendimizi. Bir yığın iş bizi bekliyor. Ev işleri; yemek, ütü, çamaşır, temizlik. Kayınvalide, kayınpeder, elti, görümce, kayınbirader…Bir ordu büyüklüğünde insan topluluğu. Daha bunları halledemeden, yoluna koyamadan küt bir de çocuk! Haydi bakalım ayıkla pirincin taşını, becerebilirsen. Yaş zaten küçük. Baba evinde doğru dürüst bir şeyler öğrenmemişsin. Ben yumurta kırmayı bilmezdim, örneğin. Öğrendik. Başka çaresi yoktu. Her şeyi düzene sokmayı. İnsanları, olayları kontrol etmeyi. Ve hayat, yuvarlanan taşlar gibi gözümüzün önünden geçip gitmeye başladı.
Yılların bu kadar çabuk geçeceğini hiç düşünmezdim.
Ama benim düşünmem ya da düşünmemem hiç önemli değil. Zaman kendisine verilen görevi en layığı ile yerine getiren bir kavram. Hatta tek kavram. Şaka gibi…
Bir insanla hayatınızı birleştiriyorsunuz. Ağlayarak, gülerek yıllarınızı paylaşıyorsunuz. Varlıkta ve yoklukta, sağlıkta ve hastalıkta, ölüm sizi ayırana kadar. Bir yaşam kuruyorsunuz. O yaşama hem ortak hem bireysel katkılarda bulunuyorsunuz. Yeri geliyor, doğru bildiğiniz her şeyden vazgeçiyorsunuz. Yeri geliyor, değişiyorsunuz. Zorundalıklarınız, sorumluluklarınız, aile görgünüz ve terbiyeniz sizi o kurumu devam ettirmeye doğru iteliyor. Siz ne kadar geri itelenseniz de…
Ve bir gün, artık yollarınızın farklılaştığını görüyorsunuz. Herkes kendi yolundan gitmeye karar veriyor. Bir anda sihirli bir değnek dokunmuşçasına değişiyor, her şey. Hiç yaşanmaması gerektiği halde asıl kâbusu o zaman yaşamaya başlıyorsunuz. Karşınızda hiç tanımadığınız bir insan beliriveriyor. Sürekli gözleriniz takılıyor “ Ben bu kişiyi tanıyor muyum? “ diye soruyorsunuz kendinize. Böylesi sert, böylesi acımasız, böylesi görmezden gelen, yok sayan bu insanı tanıyor muyum?. Ne kadar kurgular yapmış olsanız da, kendinizi ne kadar hazır hissetseniz de kâbusun bu denli acıtıcı, kırıcı, örseleyici olabileceğini düşünemiyor, hesaplayamıyorsunuz.
Elbette olaylar kişilerin karakterleri ile doğru orantılıdır. Hiçbir genellemesi, şablonu olamaz. Ama sanırım, bazı insanlar, kendilerini bazı rolleri oynamaya zorunlu hissediyorlar. Olayın doğası ile eşleşen rollerini. Boşanmak, hiç hoş ve yaşanası bir olay değil. Bu yüzden kişiler de hiç hoş ve yaşanası olmayan kimliklere bürünüyorlar. Zaten kaybetmekte oldukları bir olayın içinde daha büyük kayıplar yaşadıklarını göz ardı ederek. Değerlerini, kişiliklerini ve kimliklerini kaybettiklerini fark etmeden. Çoktan gittikleri bir insandan sonsuza kadar gittiklerini algılayamadan. Tüm kapıları açılmamak üzere kapattıklarını düşünemeden. “ Kopardım “ diye düşündükleri her tavizin “ Vereyim de kurtulayım “ demek olduğunu anlayamadan.
İçimde kapılar kapanıyor, birbiri ardınca. Ve ben her kapının çarpma sesinde sıçrıyorum, irkiliyorum…
Sonra bir esinti hissediyorum. Bahar kokusu doluyor burnuma, kış ortasında. Anlıyorum ki her kapanan kapının ardından bir yenisini açıyor yüreğim. Uzun zamandır yapmayı beklediği bir şeyi yapmanın mutluluğu ile.
Üstünden bir örtü çekiliyor gibi gün ışığına çıkıyor ruhum santim santim.
Tazeleniyorum. Yenileniyorum. Daha çok kendim oluyorum.
Unuttuğum kadar kendim oluyorum.
Eser Aslanlı
izmir
YORUMLAR
Bir insanla hayatınızı birleştiriyorsunuz. Ağlayarak, gülerek yıllarınızı paylaşıyorsunuz. Varlıkta ve yoklukta, sağlıkta ve hastalıkta, ölüm sizi ayırana kadar. Bir yaşam kuruyorsunuz. O yaşama hem ortak hem bireysel katkılarda bulunuyorsunuz. Yeri geliyor, doğru bildiğiniz her şeyden vazgeçiyorsunuz. Yeri geliyor, değişiyorsunuz. Zorundalıklarınız, sorumluluklarınız, aile görgünüz ve terbiyeniz sizi o kurumu devam ettirmeye doğru iteliyor. Siz ne kadar geri itelenseniz de…
peki mutlumusunuz,varmısınız,varsa da ne kadarı kalmış sizden.
hala neden ,işte o neden
hiç yüreği kıpırdamamış yüzlerce kadın ve erkek ordusu yaratıyor.
Eser Akpınar
hangi tarafından bakarsak bakalım sonuç aynı : BİR ÖMÜR....yazıktır, günahtır....yürek hiç kıpırdamadan geçmiş bir ömür...
sevgiler arkadaşım...ve tabi ki teşekkürler..:-)
İçimde kapılar kapanıyor, birbiri ardınca. Ve ben her kapının çarpma sesinde sıçrıyorum, irkiliyorum…
Sonra bir esinti hissediyorum. Bahar kokusu doluyor burnuma, kış ortasında. Anlıyorum ki her kapanan kapının ardından bir yenisini açıyor yüreğim. Uzun zamandır yapmayı beklediği bir şeyi yapmanın mutluluğu ile.
Üstünden bir örtü çekiliyor gibi gün ışığına çıkıyor ruhum santim santim.
dolu bir yüreğin....iç hesaplaşması.....bu kalem acizliği kabul etmez çünkü karizmasında boyun eğmeme hamuru var törelere etik hareketlere tamamda .....zavallılaşma ruhunu incitir..... gidiyorsan güle güle deyip kapıyı kapatıp kitliyenlerden konuşup çözülenlerden değil....yazıya yazan yüreğe ayakta selamdayım....saygılar
Eser Akpınar
Eser Akpınar
Evliliğinizi demek ki aile tercihi ,ya da dediğiniz gibi yaşınızın küçük olmasından,yanlış kişi ile yapmışsınız.Çok uzun yıllar tek taraflı fedakarlıkla sürdürmek,sizin için büyük bir yük olmuştur,inanıyorum.Kişi ,ruh ikizini bulamamışsa,evlilikler,kadın olsun erkek olsun zorunluluk olarak devam ederse, katlanmak çok zordur.
Rabbim,bundan sonra hep mutlu olacağınız bir hayat nasib etsin,saygı ve sevgimle.
Eser Akpınar
Ruh ikizi sözünü çok sevemedim ben duyduğumdan beri. Ruh ikizi, kişinin kendisi demektir. Sonuç; insanın kendini sevmesi, aşık olması demek. İkizim kendimi tekrarımdan başka bir şey değildir...bana göre..
teşekkürlerimle...sevgiler
Sevgili Eser, ne güzel anlatmışsınız tek düze evlikleri. Ben bu gibi evlilikler için, evlilik mi, evcilik mi? Diyorum, çünkü, kişinin kendi özgür iradesi dışında, işin içine aşk meşk karışmadan yapılan bir evlilik. Bana göre, olsa olsa evcilik olur.
Başarılı bir anlatım. Güzel bir konu. Tebrikler... sevgiler...