Kök Salmış Delilik-3
İmam kuvveti ile ana yola çıktık… çamur içinde patinaj yaparak ıssız bir yola girdik, ağır ağır ilerliyoruz, bayır aşağı araba çamurun içinde kızak gibi kayıyor. Köy dedikleri dört-beş ev, bir mezarlık, kuru bir derenin başında iki-üç çürümüş kavak ağacı. Arabanın farları karanlığı yırtıyor, bir evin önünde elleri koynunda bağdaş beş-altı kadın gördük, gözleri kanlı, kupkuru pısırık çocuklar, birkaç ihtiyar adam. Dışarı çıktık, ayaklara yapışan çamur kalın bir kabuk haline geliyor. Çamur memleketin tuzağı, bacağını çekiyorsun gelmiyor. Çamurun içinde çökmüş debelenen bir sığır gördüm. Tüylerim diken, diken oldu. Dimdik duran tek bir adam yok. İhtiyarın sakalı sakal değil, paslı bir teneke parçası bağlanmış çenesine. Hızla bir eve girdik. İki büyük odası, birinde soba var kadınlar sobanın etrafında, ikinci oda bomboş erkekler oturuyor, erkek dediğimiz, şimdi üç kişi olduk, tir tir titreyerek bekliyoruz. Hiç konuşmayan adamlar. Camdan dışarı da kazılan mezarı gördüm. Yaşlı bir adamın gücü yetmiyor, iş başa düştü. Dışarı fırladım,mezar çukuruna indim. Küreği sapladım kara toprak, kara toprak dediğimiz bu olmalı, bu kadar sert bu kadar kudretli. Çivi çaksan girmez, kürek nasıl eşelesin. Karanlığın içinde dağların karasilüeti, sıkılarak gülen bir dudağı yerde, bir dudağı gökte eski zaman masallarının katil zenci devleri gibi. Şurdan kazılacak, şuradan çevrilecek diye sopayla işaret ediyor kurumuş bir ihtiyar, eski zaman hukukçuları. İhtiyar karanlığın arkasında bir hışırtı dinledi, korktum. Kapkara bir sihirbaz gibi çok uzaktan bir şimşek parladı, şimşek ışığının yardımıyla bir adam ‘’ hah dedi, buldum kazanı. ‘’ Bu sert toprak, bu sert tahtalar arasında büyüyen insanda nasıl ince bir ruh arayabilir insan. Dibine gömeyeceği bir ağaç dahi yok. Bir tutam dikenli çalıyı küreğin kenarı ile kopartamadım, ellerimle denedim, koparttığım çalıların kara dikenleri soğuktan çatlamış ellerimi yırttı.
Bir kat daha deşsem toprağı, geçmiş günlerin pırıl pırıl bir halısı gibi çayırları çıkar mı önüme, eski şehirlerin masmavi güllerini bulur muyum ? Soğuğa dayanamadım eve koştum. Bir yarısı tahta, bir yarısı çam, dışarısı görülmüyor. Bu pencereden hangi hayale bakacaksın. Bir tahta, eski bir kilim serilmiş sedire uzanınca, dışarıdan yağmur sesi değil, ağlayarak yırtınan göklerin heyulası biniyor tepenize. Odanın bir kenarında bir çocuktan kalma kırık bir mızıka parçası bulsam dünyalar benim olacak. Heykel kadar soğuk çocuklar, zımparayla silinmiş gibi yanakları. Çocukken ilkokulda ünite kitaplarında çoban kızlar vardı, kaval çalan çobanlar, kandırmışlar beni. Ahıra kapanmış çok yorgun yaşlı bir eşek, başka tanıdık görmedim. Taşın, tahtanın, çamurun, ağaçların içinden geliyor soğuk. Bir kazan koydular kapı önüne, altına ateş yaktılar. Ölüyü yıkayacak su kaynatmak için. Zifiri karanlık kapının önü, talaş ve ağaç kabuğu dolu.
Burak’ı bir tahtanın üstüne serdiler. Ağaçlar toprağa demir gibi dikilmiş. Yıkılmış tahtalar, sökülmüş ağaç gövdeleri, kara gecenin savaşcıları gibi ağaçtan çok balta var. Bir güzel biçimli pantolon giymiş bir çocuk görsem, fildişi bir sahil bulmuş gibi sevineceğim. Şu tabutun etrafında portakal rengi çiçekler takıp mutluluktan ruhuma valsler göndereceğim. Tanrı’nın Yargıtay başkanları gibi çocuk yüzleri. İşte tarlanın kenarında infaz! Cesedin üstüne dökülen haşlak suyun çıkarttığı buhar! Su ölüyü değil Burak’ın teni suyu yıkadı. Genç bir imam, yeni mezun! Buharın içinden Azrail, Cebrail, kargalar, yarasalar yükseldi . Buharın şeklinde, ölmüş ve gömülmüş bin bir insan fotoğrafı. Yülseldi buhar, karanlık ağacın dalları arasında donakaldı resim gibi. Öyle korkunç resim ki, ciğerlerim sapsarı kesildi. Korkudan geriye kaçtım. Boynumu kesti çamaşır teli, soğuktan çelik bir tele dönmüş! Buhar peşime düştü kaçamıyorum, karanlıkta yol arıyor, ağacın dallarından inip,ayakkabılarımın çamuruna sarıldı, çamurun korkudan şekli değişti buhar yukarı çıkıp boynuma dolandı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.