- 1126 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BU BEN MİYİM!
BU BENMİYİM!
(İşte bu!) Adlı öykünün devamıdır. Bay K bilgisayarının başında okumaktadır.
Gerçek Naz’ın hayatta istediği erotik- dostluk muydu? Bunu çok düşünmüş kendine yakıştıramamıştı. Her iki tarafın da mutlu olacağı tek ilişki! Aşk adına ne varsa yaşamından uzak tut! Yoksa erotikliği yaşayamayan tüm kadınların yaşadıkları duyguları araştırmak için çabaladığı karanlık gecelerin esrarının peşindeyken, başına gelenlere gücünün yetmemesi miydi? Karanlık geceleri ile inlediğini hissetti. Ey Kadınlar! Diye seslendi.’Tutkularımızın çektiği kanatlı arabalar bizi çılgınlıklara uçursun. Bırakın kendinizi erkeklere ve sizi ne zaman terk edeceğini bilmediğiniz endişeli sevgilere. Tutkunun tek renkten, tek sesten, tek korkudan, tek istekten oluşan çılgınlığına salın kendinizi! O karanlık kusursuz, düşüncesiz, görüntüsüz, sınırsızdı. İstediğin sonsuzluksa kapatıver gözlerini “ diyen yazarının satırlarıyla kendinden geçti.’ Ey Erkekler! Bana dokunun diye yalvardığımı inkar ediyorum! Aşklarınızı, dostluklarınızı, sevgilerinizi, sevinçlerinizi inkar ediyorum! Bana verdiğiniz bütün o mutlulukları inkar ediyorum! Beni sevinçlere boğduğunuz bütün anları inkar ediyorum! Beni okşayışlarınızı, yüzünüzü boynuma bastırışınızı, her görmek istediğinizde açık kahverengi uçlu memelerimde ve kalçalarımda gezinen ellerinizi ve dudaklarınızı, kokularınızı inkar ediyorum! Bizim tarafımızdan sevilmek istiyorsanız bizim kadar değişken olacaksınız. Biz sizin hem çocuğunuz olacağız hem de anneniz, hem dostumuz olacaksınız hem de düşmanımız, hem dürüst olacaksınız hem yalancı, hem sevecen olacaksınız hem sert, hem size sığınabilecek olacağız hem de sizi ezebilen olacağız. Ne siz bizi tarif edebileceksiniz nede biz sizi. Ne zaman ne kılığa gireceğinizi içgüdülerinizle bileceksiniz ama yanlış zamanda yanlış bir kılığa da bürünmeyeceksiniz! Tutkuların kafeslerini açın! Diye bağırarak her biri ötekinin üzerine binmiş, bir at gibi koşan siren yaratıklarının üzerinde kendi arzularının derinliklerine doğru kendilerini özgürleştiren, esrimiş bir halde dolu, dizgin koştururken hayal etti. Gerçek mi idi, hayal mi idi bilinmezken sislerle birlikte Foça’da ki Siren kayalıklarının orada V harfli bir salın üzerinde, coşkulu bir müzik eşliğinde, siren yaratıklarının üzerinde tüm kadınları ve amazonları denize doğru uçarken gördü. Erkeklerde roman yazarları gibi biz kadınları mucizelerle, masallarla, efsanelerle, yalana benzeyen gerçeklerle ve gerçeğe benzeyen yalanlarla anlatan sözcüklerle donatırlardı. Aslınsa bizi anlatmak ve anlamak hiçte öyle kolay değildir. Sadece mutluluk peşinde koşarken yaşanan felaketlerden ve felaketlerden yaratılmış mutluluklardan söz etmek zorunda kalırlar. Derinliklerimize indikçe daha çok karanlıkla karşılaşır, ama daha çok sıcaklıkla sarılırlardı. Şehvetlerimizin hemen altındaki şefkatlerimizi, şefkatlerimizin biraz berisinde vahşetlerimize rastlarlardı. Bize acıdıklarında da asıl acınacak olanın kendileri olduğunu, bizleri yücelttiklerinde ise ne kadar acınacak durumda olduklarını keşfeder, bu keşfede şaşırırlardı! Uyandığında beş köşeli yıldızda yerini almıştı. Etraf kendi geceleri gibi çok karanlıktı. Bakındığında zor seçebildiği, hatırlayabildiği, akraba, arkadaş, Türkiye’nin en değerli erkek ve kadın yüzlerini gördü. Her biri ellerindeki taşıdıkları kitapların işaretini temsil ediyor ve onu okuyanları arıyorlardı.”Bütün eylemlerin, bütün olmakta olanların varlığın ve senin işin olduğunu biliyor musun? Diyen akrabasının ve şarkıcı Sezen’in “Hayat kadere inat, seni sil baştan yaşayacağım, ahtım olsun! Diyen sesinin mistik müziğini duydu… Onu çok sevdiği için kızının adını da Sezen koymuştu. Kendini; Sezenle birlikte “Çocukluğum kavruk, gençliğim savruk, yetişkinliğimden hiç hayır yok! Şarkısını söylerken dudaklarını oynattığını, gözlerinden süzülen iki damla gözyaşının da tuzları dudaklarından diline değdiğinde şarap içerken aldığı kekremsi tadı hissettirdiğini anladı. Usta gurmeciler gibi! Dudaklarını şapırdattı. Çocukluğunda kirpiklerini kesmişti güzellik uğruna! Daha gür çıksın, daha güzel olsun diye. Fakat çok çekmişti. Tuzlu ter ve gözyaşının göz kapaklarından sürekli gözlerine dolmasını unutamamıştı biraz önce de onu hatırlamıştı. Çocukluğundan beri çok güzelsin sözcüklerine inanmamış elinde tuttuğu aynayla her gün konuşmuştu. Bir kadının en güzel iki yerini düzeltmek için uğraşacağına ta o zamandan beri söz vermişti. Kalçaları ve göğüsleri güzel gözüksün diye tüm kadınların mayo ve bikinileri ile uğraşmış, her kadın vücuduna uygun mayo ve bikini çizmişti. Bazen kendini çizdiği mayo ve bikininin esrarına kaptırır. Çizdiği bikiniye girebilmek için sürekli estetik yaptırırdı. Cerrahlar bikinisine göre göğüs ve popo yaparlardı. Mayo ve bikini sektöründeki tanrıçayım ben derdi. Çizdiği tüm mayo ve bikini modellerinin dünya piyasalarında en güzel mankenler eşliğinde reklam filmleri çekiliyor ve sergileniyordu. Reklam organizasyonlarında da başı çekiyor ama bir türlü çekmiş olduğu reklam filmleri ülkesinde müsaade edilmiyordu. Başı dertte idi. Kaçıyordu. Birleşik Markalar Başkanının daveti bunun için çok önemli idi. Ama umduğunu bulamamıştı. Hemen ayrılmıştı yanından kaçar gibi! Hiç iş hayatından bahsetmemişlerdi. Oda birilerinden kaçıyor, birilerini arıyordu. Acaba oda Markalar diyarını mı arıyordu. Kendini düşündü. Marka olabilmek için üç evlilik geçirmişti. Eşleri marka yaratanlardı. Birinci evliliğinde marka elbiseler giymek için daha çok kazanmalısın kendi markanı yarat! Diye, diye kocasını uyarmış, onun hırsızlarla, esrarkeşlerle, kadın tacirleriyle birlikte olmasına aldırış etmemiş, hat ta, her akşam eve getirdiği Versace, Armani, Lan come parfüm, ayakkabı, elbise, takılar arasında onunla sevişmişti. Kocası evi terk etmiş, izini de kaybettirtmişti. Giderken de ‘ Artık markanı sen yarat’ Demiş ve onları yalnız bırakmıştı. Esrarengiz bir şekilde kayboluşunu önemsememişti. Nasıl olsa tekrar eve döneceğini söylemiş, hatta ben her zaman yanındayım diyerek kızları Sezen’i ona emanet etmişti. Tüm markaların dağıtımın yapan bir şirkette Bay B ile karşılaşmış sevgili yapmıştı. Daha ilk geceden onu nasıl kandırdığını düşündü. Evli olduğunu saklamış bakireliğini ancak onun bozabileceğine ikna etmişti. Amacı şirketin çalışanlarına armağan ettiği üçlü elmas yüzüğü almaktı. Bay B ile ülkenin en bilinen marka otelinde buluşmuşlardı. Naz doğduğu günden beri kendini lezzetli bir meyveye benzetir, hatta dünyanın da her gün ona baktığını ve herkesin de ona ağzının sulandığını hissederdi. Erkeklerin en vahşi, en saldırgan hallerinde bile hep gösterişçi bir güçsüzlük gördüğünü söylerdi. Hepsini kendisi için yaratılmış bir canlıya benzetmekten çok hoşlanır, hepsine de bir ad takardı. Üzerinde taşıdığı erkeklerin ellerini kasıklarına dokundurmaktan çok zevk alır ve eteğinin sıyrılmasına ses çıkarmaz bir süre sonra isteksiz bir zevkle içinde hiçbir sevgi ve arzu bulunmayan etsel bir azgınlığa kendini kaptırırdı. Birlikte olduğu erkekleri yakar, kavurur, soğururdu. Hayatına giren tüm erkeklerle ihanet edercesine, herkesten intikam alır gibi ama ne ihaneti nede intikamı fark ettirmeden, her dokunuşta aşkı ve arzuyu hissettiğinin rolünü yapardı. Sevişirdi özgürce ama kendisi hiç zevk alamazdı bir türlü! Erkekler kadınlarla olan beraberliklerin en unutulmazını, en muhteşemini onunla yaşadıklarını söylerlerdi ondan ayrılırken! Bay B ile de böyle bir gece yaşamış ay hali olduğu bir dönemde genç kız olduğunu, bekaretini onun bozmasını çok istediğini söylemiş, gecenin sonun da yıldızlı üçlü elmas yüzüğü kapmıştı. Bay B çalıştığı iş yerindeki başarısı ile kazandığı bu kıymetli marka yüzüğü eline takarken ‘Perakende sektöründeki en iyi markalarının doğrudan satışıyla kazanılan bu prim yüzüğü dişi tanrıçamın ellerinde! Diye inim, inim inlemiş damarlarımız ve iliklerimiz artık birlikte! Ben sen oldum! Sende ben!’ Demiş elinden tutuğu gibi, Nazı yağan yağmurun ve kendi ıslaklıklarına aldırış etmeden arabaya atıp Rumeli boğazında yağan yağmura aldırış etmeden koşturmuş, iliklerine kadar ıslatmıştı. Naz onunla ıslak kurbağam benim diyerek tuzlu ter ve kekremsi yağmur damlacıklarını yalayarak sahilde de sevişmiş, Petrus şarabı içmiş gibi onunla sarhoş olduk demişti. O gece eve gelmemişti. Kızından başka kimse onu merak bile etmezdi! İş hayatındaki bu başarısı her şeyi yapabilir derecesinde herkes tarafından çok doğal görünüyordu. Artık her yaptırdığı tüm kadınlar arasında da moda oluyor her kadın ona benzemek için can atıyordu. Kızı Sezen hatırlamaya çalıştı annesinin estetik ameliyatlarını, ‘İlk ameliyatını olalı beş yıl geçmişti Herhalde geçirdiği ilk depresyondan hemen sonraydı. Hiç gereği yokken birden daha genç görünmek istiyorum diye depresyona girmiş bir sürü estetik geçirmişti. Sürekli estetik yaptırmak güzelliğiyle uğraşmayan biri için yadırganacak bir davranıştı ama iç dünyasının karanlıklarından çıkıp aramıza çok güzel bir yüz ve vücutla dönmesine o kadar sevinmiştik ki estetik cerrahı üvey babası bile itiraz etmemişti bu durumuna annemin. Adam kendisine göre tıpkı heykeltıraşlar gibi yontup duruyordu annesini. Bu kez başka bir cerrahın elinde yontuluyordu ama babası hiç sesini çıkarmıyordu. Boynunu toparlatıyor, sarkan çenesini, göz kapaklarını, gözaltlarını düzeltiyor, kaşlarını kaldırıyor, incelen dudaklarını kalınlaştırıyor, kalçalarına eklemeler, bacaklarını gerdirmeler yapıyordu. Üçüncü burun ameliyatı, dört ayda bir değişen porselen ön dişleriyle aynanın karşısındaki mimik hareketlerine tekrar, tekrar seyreden annesine acıyordu! Tüm ameliyatlarını eskiden haber verirdi! Kimi müdahalelerden artık haberim dahi yok diye iç geçirdi! Yüzündeki ifade değişikliklerini görünce anlıyorum yine bir şeyler yaptırdığını. O sabah annesinin yatak odasının kapısın açmış uyurken onu seyre dalmıştı. Gözleri kapalı. Uzun kirpikleri rimelli, kaşları iki muntazam yay çiziyor onca yılın izini hiç ama hiç belli etmeyen botokslu çizgisiz geniş alnında. Dolgun dudakları gülümsüyor gibi. Yine ne yaptın? Dudaklarına! Kalıcı makyaj mı? Aman Tanrım göğsünün üzerinde duran ince elinde tek bir leke yok elinde damarlarda gözükmüyor. Bu kadar da fazla ama! Bir aya kadar önce, yüzüne bir diyeceğim yok ama ellerin gerçeği ele veriyor demiştim. Mor damarlı, çilli elleri nasıl olmuşta birer beyaz manolyaya dönmüştü. Çok ama çok güzelsin anne demiş! Kıskanmıştım seni o sabah spor ayakkabılar bahaneydi anne diye iç geçirdi. Yaşlılığın da ben ne yapacağım seninle! Tüm hayatını kusuruz bir yüze ve bedene harcadın. Yıllardan beri güzelliğinden başka hiçbir şeye odaklanmadın beni hiç düşünmedin. Saçların uzayıp beyazların göründüğünde, botoks zamanın geldiğin de botoksa veya yüzüne iğneyle sıktırdığın o vitaminli serumlara müsaade edilmediği takdirde, yaşının gerçek görünüşü ortaya çıkıp nihayet yaşlı bir anneanneye dönüştüğünde ne yapacağım ben seninle? Nasıl teselli edeceğim seni? Neyle kıracağım zamana karşı direnen inadını? Yaşlanabilecek misin, yüzünde yılların izini taşımayı, doğanın insanlar için seçtiği bu değişmez kuralı kabullenecek misin anne! Bu kadar güzel olduğun için seni hırpalayarak geçiriyorum günleri ne olur beni anla anne! Gerçek babam beni hiç aramıyor, boşanman bir ders oldu bana daha şimdiden! Bırakılan kocaların geride kalan evliliklerinden olan çocuklarına annelerin asla sahip çıkmadıklarını tecrübeyle öğrendim. O kadar güzelsin ki! Etrafın emirlerini dinlemek için ağzının içine bakan erkeklerle dolu. Hemen evlendin. El üstünde tutulan bir eli yağda bir eli balda olan kadın! Yeni kocan senden daha çok sahip çıkıyor kızına! Dünyanın en hoş, en kibar adamı! O kızını bak öz evladı gibi bağrına basıyor yanından hiç ayırmıyor! Tutuklu gibiyim! Sen Neredesin ben büyüdüm! Bende çok güzel bir kız oldum! Farkında mısın, benim güzelliğimin! Evde üvey babamla biz her gün senin eve gelmeni bekliyoruz? Kimden kaçıyorsun! Söyle anne! Ben artık yoruldum, gücüm kalmadı direnmeye, yaşamaya! Ne olur beni yalnız bırakma üvey babamın beni sevmesini değil senin beni sevmeni istiyorum anne! Biliyordum! Aslında annem kocalarından değil kendinden ve benden kaçıyordu bunu hissediyordum!’ Sezenin (Bu Benim Sesim mi?) adlı öyküsün de buluşmak dileğiyle! Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ 29.01.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.