- 864 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SUS PAYI
Güzel bir sonbahar günüydü birliğimizin Sarayburnu manzaralı çay bahçesinde
İbrahim ile oturmuş çay içiyorduk. Arkamızda bütün ihtişamıyla Topkapı sarayı önümüzde
Eşsiz Sarayburnu manzarası solumuzda asırlık ıhlamur ve ceviz ağaçlarıyla kaplı
Gülhane parkı sağımızda Türk filmlerinin unutulmaz kötü adamı Erol taşın kahvesi çoğunlukla esmer vatandaşların yaşadığı cankurtaran semti surlarla çevrili birliğimizin bulunduğu bu alan hemen dışarısındaki telaşlı debdebeli İstanbul yaşamından izole
Asude bir sessizlik ve huzur veren dinlence ortamı gibiydi. Biz tespih tanesi gibi azalan
Sayılı günlerimizi geçiriyorduk
_Çavuşum keşke şu surlar ve nizamiye olmasa rahatça İstanbul u gezebilsek, merak ediyorum bizim oralara benzemiyor. Burası hiç. Ümraniye uzak mı?
_yakın dedim
_akrabalarım var orda beni götürür müsün?
_Bir Pazar izninde götürürüm dedim
Ben on yıldır İstanbul’da yaşıyordum. Güneydoğunun ıssız dağ köylerinden birinden ilk kez çıkıp askere gelmiş bu delikanlının İstanbul u merak etmesi doğaldı. Cin gibi bir oğlandı verdiğim her görevi kusursuz yerine getirirdi. Bir dediğimi iki etmezdi. Doğru dürüst Türkçe konuşamazdı bu yüzden herkesten çekinirdi biraz, ama bana güveniyordu çünkü onu âli okuluna gönderip meramını anlatacak kadar Türkçe konuşmasını sağlamıştım. Ali okulunu bitirdikten sonra Yarı yöre ağzı ile konuşması çok hoş olmuştu. Doğal konuşması hoşuma gidiyordu zaten boş zamanlarımızda yanımdan ayrılmaz sanki herkesle konuşamadıklarının acısını çıkarırcasına benimle konuşurdu durmadan dağınık bir şekilde anlatır dı ben de kâh düzeltmeler yaparak dağınık konuşmasını gidermeye çalışırdım. Bir Pazar izini denk getirip hemşerilerinin bulunduğu semte götürdüm. Çok memnun kalmıştı. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu zayıf çelimsiz bir oğlandı ama gözleri en önemli özelliğiydi
Kâh mahzun bakar kâh hüzünle gülerdi gözleri ama bakışları herkesi etkilerdi ha birde
Müthiş kıvrak hareketler yapardı sanki kemik yapısı elastikiydi jimnastik çiler gibi kollarını bacaklarını şekilden şekle sokardı.
Sayılı günler çabuk geçti devrem ile iki gün arayla teskere aldık o memleketine
Git ti ben de İstanbul da ki yaşamıma döndüm.
Ara dan dan on iki yıl geçmişti banka kredisiyle aldığım ticari aracın taksit ini ödemek için Kadıköy deki banka şubesine gittim şube merkezi bir yerde köşe başıydı tam şubeye girecekken karşı kaldırımın köşesinde bacakları olmayan bir dilenciyi fark ettim. Bir an göz göze geldik bu gözler sanki tanıdıktı ama işim aceleydi fazla önemsemeden şubeden içeri girdim. İşlem sıramı beklerken aklım hala o gözlerdeydi o bakışlara nasılda aşinaydım. Bir türlü hatırlayamıyordum memur işlemimi yaptı bankadan çıktım gayri ihtiyari gözüm köşeye kaydı oradaydı mahzun gözlerle gelip geçen kalabalığa acındırarak bakıyordu yeniden göz göze geldik hemen kaçırdı gözlerini büzüldü bende yürüyüp gittim. Bir ay sonra yine senet ödemek için aynı şubeye gittim yine o köşede büzülmüş oturuyordu göz göze geldik İbrahim in hayali canlandı muhayelem de olamaz dedim. Ve şubeye girdim sırada beklerken hafızamı zorlayınca İbrahim in siması iyice şekillendi evet oydu ama nasıl olurdu o sapasağlam oğlandı bacaklarının kaybetmiş olması canımı sıkmıştı. İşim bitince dışarı çıktım hala oradaydı yeniden göz göze geldik gözlerini kaçırdı huzursuz olmuştu evet oydu artık emindim.
Oda beni tanımıştı mutlaka eski bir tanıdığı bu şekilde görmek acıma hüzün hisleri uyandırmıştı. Ama onu huzursuz etmiş olmama anlam veremiyordum bir türlü olduğum yerde donup kalmıştım yürüyüp gidemiyordum ne yapacağımı bilmeden öylece durdum bir süre sonra yolun karşısına geçip bahçe duvarına oturup bir sigara yaktım birini bekliyormuş gibi yapıyordum ara sıra saate bakıp sigaramı tellendiriyor. göz ucuyla onu gözetliyordum o da huzursuz bir şekilde çaktırmamaya çalışarak beni gözetliyor göz göze geldiğimizde çek git dercesine bakıyordu bu durum beni iyice karasız kılıyordu gitmek istiyor gidemiyordum kalıp ne yapacağımı bilemiyordum gelip geçenlerin azaldığı bir sırada yanına doğru yürüdüm. rahatsız olmuştu yanına varınca bir şey söylememe fırsat vermeden sessizce çavuşum sağ cebimde para var al ve git buradan dedi bu hiç beklemediğim bir şeydi çünkü gözlerinde müthiş korku ifadesi vardı yanında çakılıp kaldım ne yapacağımı bilemiyordum söylediğini yapmak olacak şey değildi İbrahim sen misin diye bildim evet dedi parayı al ve git diye yineledi bu ne hal diyecek oldum git çavuşum dedi çaresizce bir şeyden korkuyordu Gitmem gerektiğine karar verdim onu tanımış olmam nedense güç durumda bırakmıştı onu ama ne olduğunu anlayamıyordum en iyisi gitmek diye düşündüm yoluma devam edip gittim,
Bu olay haftalarca zihnimi kurcaladı ama bu meçhul haliyle kaldı. ta ki bir kaç ay sonra kuzenlerimden birinin yıllar sonra ev satın alması üzerine bende hanım ve çocukları alıp hayırlı olsuna gittiğimiz güne kadar Ümraniye ye gidince yeni evi bilmediğim için kuzene telefon ettim belli bir yerde buluştuk iki araç peş peşe yeni evin önüne geldik araçları peş peşe park ettik bahçeli bir evin önüne park etmiştik kuzenimin aldığı ev karşı apartmanda bir
Daireydi
Araç ı park ettiğim duvarın ötesinde mangal yapıyorlardı hanımın ve çocukların araçtan inmesini bekledim bende inip kapıları kapattığım esnada bahçede mangal yapan adamın vay çavuşum sen misin nidasıyla irkildim. Başımı kaldırıp baktım karşımdaki İbrahim di hemen bacaklarına baktım inanamadım sapasağlamdı bir kaç ay önceki hadise canlandı zihnimde şaşkına dönmüştüm İbrahim ise işaret parmağını iki dudağının üstüne koyarak sus işareti yaptıktan sonra bahçenin demir kapısını açıp yanıma geldi beni kuvvetlice kucakladı kemiklerim kırılacak sandım gel çavuşum tesadüfün böylesine can kurban gardaş nasılsın gibi bir şeyler söylüyordu bir yandan da kolumdan çekiştirerek bahçeye sokmaya çalışıyordu bense kararsız kalmıştım bir yanda hanım çocuklar kuzen eve girmek için beni bekliyordu diğer tarafta İbrahim beni mangal başına çağırıyordu yenge sizde gelin dedi ona anlatmaya çalıştım misafirliğe geldiğimizi hanıma siz girin ben biraz’dan gelirim dedim çünkü kafamdaki sorunun cevabını merak ediyordum.
Kolumdan çekiştirerek beni bahçedeki masanın başköşesine oturttu bir yandan da eşine bu benim çavuşum. Çavuşumdan çok şey öğrendim diye tanıtıyordu. Mangalda etler cızırdayarak pişiyordu bu mütevazi eve göre bayağı zengin bir sofraydı biraz çevreye gösteriş seziliyordu hemen bardağıma rakı koydu hele içelim çavuşum senin çok iyiliğini gördüm bir yandan ye diye ısrar ediyor bir yandan da askerlik günlerinden söz ediyordu benim aklım bacaklarındaydı durmadan bacaklarına bakıyordum bakışlarımdan anladı ama oralı olmadı aynı askerken yaptığı gibi başkalarıyla konuşamadıklarının acısını çıkarırcasına biteviye konuşuyordu.
Bense kâh bacaklarına bakıyor kâh hanımını ve çocuklarını süzüyordum. Ara sıra da başımı sallayıp konuştuklarını onaylıyordum. Çocuklar görgüsüzce tıkınıyorlardı ve bön gözlerle kaçamak bakışlar atıp beni süzüyorlardı. İbrahim bir yandan mangalı yelliyor pişen etleri kanatları masaya yığıyordu bir er iki şer yaş aralı çocuklar kıtlıktan çıkmış gibi masada ne var ne yok yalayıp yutuyorlardı benim tabağımda kalan etleri de önlerine koydum hemen bitirip bahçenin uzak köşesinde oynamaya başladılar.
Hanımı da içeri girmişti beklediğim an gelmişti yalnız kalmıştık göz göze gelmiştik tıpkı köşede dilenirken kaçırdığı gibi kaçırdı gözlerini başını eğerek konuşmaya başladı bakışlarımdaki ısrardan kaçamayacağını anlamıştı yada zaten bir izahat borçlu olduğunu düşünerek ne yapayım çavuşum köyümüzü yaktılar bizde çaresiz göçtük buralara çoluk çocuk iş yok aş yok, meslek yok ne yaparız ne ederiz derken bu işi organize eden hemşerileri yardımcı olmuş ev vermişler para vermiş borçlandırmışlar sonrada dilendirmeye başlatmışlar bacaklarım kopuk falan değil arkaya topluyorum bilirsin askerde de değişik hareketler yapardım biraz çalışarak sakat numarası yapabildim bu işi bir sürü yapan var en iyisi benim ama üstelik kazancın tamamı bana kalmaz günlük hasılatın ancak yüzde otuzu bana kalır kalanı başka yerlere gidiyor orda benimle niye konuşmadın bana teklif ettiğin para neydi diyecek oldum. Ha omu ona sus payı der iz. o durumda tanıyan biri olursa diye cebimizde taşırız foyamız çıkmasın diye sus payı deriz sen yanıma geldiğin zaman gözetleniyordum onun için konuşamadım ah bilsen çavuşum neler var neler
Anadolu’dan sakatlar toplanıp getirilir. Bu yetmez kimsesizler bulunur ve ölmeyecek şekilde sakatlanır o da yetmez benim gibi yetenekliler sakat numarası yapar işte durum budur çavuşum neylersin kader işte böyle gelmiş böyle gider.
Yediğim birkaç lokma et boğazıma dizilmişti içtiğim bir duble rakı bile mideme indirmemişti boğulacak gibiydim kusasım geldi sadece İbrahim sana hiç bir şey öğretememişim diyip kalktım kendimi çok kötü hissediyordum bu tesadüfler bir şok yaşatıyordu bana karmaşık duygular içinde bocalıyordum yanılıp ta sus payını almış olsaydım ömür boyu vicdan azabıyla yaşayacaktım bunu yapmamış olmanın tesellisi bile günlük yaşama dönmeme olanak vermedi uzun süre. O gün bu gün bu iki sözcük yankılanır kafamda <sus payı> ha birde neylersin kader; böyle gelmiş böyle gider.
Yunus KÜÇÜK
30.05.2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.