- 961 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
Pelin Hanım'ın Dramı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Pelin Hanım bir yandan akşam yemeği için mutfakta masayı hazırlarken, bir yandan da bacaklarına dolanan on sekiz aylık oğlu Deniz’i idare etmeye çalışıyordu. Az önce işten gelen kocası Erhan Bey hemen bilgisayarın başına geçip çoktan oyun oynamaya başlamıştı bile. Pelin Hanım, kocasının yanına kızgınca gidip, isyan eden bir sesle,
“Erhan Allah aşkına şu çocukla biraz ilgilen. Ben çocuğa mı bakayım, yemek mi yapayım, hangi birine yetişeyim. Yeter artık ya çıldıracağım!” dedi.
Erhan Bey derin bir "Offf" çektikten sonra,
“Ne var” dedi. Sonrada “Altı üstü bir çocuğa mı bakamıyorsun? Peki zavallı anam ne yapsın? Tam dört çocuğa birden bakıyordu. Zaten işte imanım gevremiş bir de gelir gelmez şu çocuğu bana musallat etmeye kalkıyorsun.”
Her akşam aşağı yukarı aynı mesele yüzünden kavga ediyorlardı. Erhan Bey her seferinde eşi Pelin Hanım ‘ı annesiyle kıyaslayıp horluyordu. Pelin Hanım’dan annesinin gösterdiği beceriyi göstermesini istiyordu. Oysa Pelin Hanım evlenmeden önce evinin tek kızıydı ve ailesi onu el bebek gül bebek büyütmüştü. Nasıl olduğunun farkına bile varmadan, bir anda evlenmiş ve bir anda anne oluvermişti. Evlilik hayatının gereklerini ne kadar yapmak için gayret etsede bu yükler ona ağır geliyordu şimdi. Kocasının desteğine bu aralar çok ama çok ihtiyacı vardı.
Günler böyle yoğun stress altında geçerken, Pelin Hanım’ın ruh sağlığı günden güne daha da bozulmaya başlamıştı. Hem evin işleri, hem çocuğun bakımı onu çok yormuş, sinirlerini iyice yıpratmıştı. Hatta bazı zamanlar sinirlerine hakim olamıyor, çocuğunu hırpalıyor, bağırıp, çağırıyordu. Öyle oluncada çocuk bu kez daha asabi oluyor, kontrol edilemez hale geliyordu. Pelin Hanım artık çıldırmak üzereydi! Sigara içilmesine karşı olanların en başında gelirken şimdi sigara içmeye de başlamıştı. Bu arada eşi Erhan Bey onu anlamak yerine her fırsatta onu daha çok yermeye başlamış, hatta kendisine yatakta doğru dürüst kadınlık bile yapamadığını söyleyip, onu daha da incitir olmuştu. Oysa, o kocasını severek evlenmişti. Üniversitede tanışmışlardı. Belki ondan çok daha vasıflı birisiyle de evlenebilirdi. Ama, o eşi Erhan Bey’i tercih etmişti. Ailesinin rızası olmamasına rağmen okul biter bitmez de hemen onunla evlenmişti. Fakat eşi şu an onun düştüğü bu buhran girdabında, el uzatmak yerine, yaptığı davranışlarla girdabın daha derinlerine itmeye başlamıştı. .
Pelin Hanım artık kendine hakim olmaz haldeydi. Üstündeki evin bütün işleri, çocuğu ve içine düştüğü bunalıma aldırmadan kocasının, kendisinden kadınlık beklentileri.....Büyük bir depresyon yaşıyordu. Kendini tamamen bırakmıştı artık. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu.Ne elini kaldırabilecek kadar morali vardı, ne de yaşama isteği. Adeta yaşayan ölü gibiydi. Ne yemek yapmak, ne temizlik ne de başka bir şey. Kocasıysa halen onun bu durumlarını yine annesiyle ve başka kadınlarla kıyaslayıp onu daha çok aşağılamaya devam ediyordu.
Pelin Hanım en sonunda bu yükü tek başına kaldıramayacağını anlayıp psikoloğa gitmeye karar verdi. Gittiği doktorla uzunca konuştular. Doktor bu durumda yapılacak tek şeyin eşinin desteği olduğunu ve kocasının da buraya gelip kendisiyle konuşması gerektiğini belirtti.
Pelin Hanım akşam olup kocası eve geldiğinde içini bir sıkıntı kaplamışt! Doktorun kendisiyle konuşmak istediğini eşine nasıl söyleyeceğini düşünüyordu kara kara. İşin kötüsü kocası kendisinin doktora gitmesine bile şiddetle karşı çıkmıştı. Ama şimdi söylemek zorundaydı, bu tek umuduydu yoksa son günlerde kötü şeyler düşünmeye başlamıştı. Tüm cesaretini toplayıp kocasına bugün olanları ve kendisinin de doktora gitmesi gerektiğini söyledi. Kocası beklediğinden daha sert tepki verdi! Kendisine bağıra çağıra,
“Ben deli miyim? Ne işin var benim oralarda. Kendinle beraber beni de mi deli yapacaksın?” dedi.
O gece Pelin Hanım çocuğunu yatırıp mutfağa geçti. Sigara üzerine sigara içiyor ve elleri zangır zangır titriyordu. Kendi kendine anlamsızca bir şeyler söyleniyordu. Derdini kimseyle de konuşamıyordu. Ailesine yaşadıklarını anlatacak cesareti de yoktu. Kaç kez uyarmışlardı "Hemen evlenme" diye. O an aklına doktorun verdiği sakinleştirici ilaçlar geldi. Aslında az önce bir tane içmişti, ama şu an öyle büyük bir sinir krizi geçiriyordu ki, daha çok ilaca ihtiyacı vardı. Hemen buzdolabına gitti. İlacı alıp, kapağını açtı. İlaçları gözü dönmüşçüsüne içiyor, bir yandan aklına gelen oğlu yüzünden gözlerinden yaşlar süzülüyordu. En son hatırladığı gözlerinin karardığı ve sertçe yere düştüğüydü!
İki saat sonra...
Erhan Bey kucağında korkudan ağlayan çocuğuyla birlikte, endişe içinde hastanenin acil kısmında bekliyordu. Karısı Pelin Hanım, evde bir sürü ilaç içmiş, şimdi getirildiği hastanede hemen midesini yıkamışlardı. Bu arada yere düşerken başını sertçe yere vurmuş, hafif bir beyin sarsıntısı geçirmişti.
Aradan bir kaç gün geçmişti. Pelin Hanım halen hastanede yatıyordu. Durumu biraz daha iyiydi, ama doktorlar bir kaç gün daha gözlem altında kalmasını uygun bulmuşlardı. Refakatçi olarak yanında, olayı duyup gelen annesi kalıyordu.
Bu arada Erhan Bey işyerinden izin almıştı. Gündüzleri hastaneye eşinin yanına geliyor, sonrada çocuğuyla da eve geri dönüyordu. Alışık olmadığı için çocuğa bakmakta o kadar zorlanıyordu ki bazen çocuğuna bağırıyor, bazende hırpalıyordu. Ayrıca evin bütün işleri öylece kalmış, her yer darmadağınık olup ev pisliğe bulanmıştı.. Bir an önce eşinin iyileşip eve dönmesni bekliyordu, yoksa ne çocuğa bakmaya ne evin işlerini yapmaya hiç tahammülü kalmamıştı. Bütün bunları yaşarken bir şeyin farkına varmıştı. Halbuki aynı zorlukları karısıda yaşıyordu ve bütün bunların yanında bir de kendisiyle de ilgileniyordu. Karısı kendisinden yardım istediğindeyse hep kaçıyordu ve elini hiç bir şeye sürmüyordu. İşte, şimdi büyük bir vicdan azabı hissetmeye başlamıştı. Karısının bu hale gelmesinde, ruh sağlığının bozulmasında kendisininde payı vardı. Belki de en büyük pay kendisinindi. Karısının derdini anlamak yerine, onu sürekli başkalarıyla karşılaştırmıştı. Oysa sevgili karısı, her şeyi göze alarak kendisiyle evlenmiş, hatta bu uğurda kendi ailesine bile rest çekmişti. Ve şimdi onu en kötü zamanlarında hep yalnız bırakmıştı. Karısına sürekli kıza kıza onu hasta eden aslında kendisiydi. Hatasını anlmaştı, ama çok geç olmuştu bu hatasının farkına varması. Bu arada çocuğu bile kendisinden soğumuştu, haklıydı da, çünkü onunla bile doğru dürüst ilgilenmemişti ki!
Pelin Hanım bir kaç gün sonra taburcu olup eşi ve çocuğuyla eve geldiğinde gözlerine inanamadı! Evin her tarafı pırıl pırıldı. Ve salondaki masanın üzerinde kırmızı güllerden kocaman bir çiçek demeti vardı.
Aradan haftalar geçmişti...
Pelin Hanım belki de şu an dünyanın en mutlu eşiydi. Kocası, kendisi ve çocuğuyla o kadar çok ilgileniyor ve yardımcı oluyordu ki, içinden ona tapası geliyordu.
Ve "Keşke" diyordu içinden "Keşke o kötü olayı yaşamadan bu günleri yaşayabilseydik......
YORUMLAR
hak ettiği yerde bulunan yazıyı ve değerli yazarını saygıyla selamlıyorum.
Mustafa Sakarya
Güzel bir konu seçimi...Bir erkeğin kaleminden okumak güzel...Maalesef bir çok erkek,ev hanımlığını çok basit görür ve sizinde dediğiniz gibi hemen anneleri ile kıyaslamaya giderler...Oysa en büyük ve zorlu meslek evhanımlığı.Eskiyle mukayese bile edilemez,eskiden evlerimizde bu kadar ev eşyası var mıydı?Ya bu kadar giyeceğimiz?Günde üç kap yemek?Çocuklarımıza bu kadar itina?Evet annelerimiz de mutlaka çok çekmiştir onlara da sorsanız bu kadar teknoloji yoktu...Ama eşleri anneleriyle kıyaslayacaklarına bu güne baksalar ve yardımcı olsalar.Neyseki Erhan bey kötü bir deneyimden sonra bunu farkedebilmiş.
Güzel bir yazı idi severek okudum.Tebrikler.Sevgi ve saygıyla.Sevgi
Mustafa Sakarya
Sevgili kardeşim, Biz insanlar elde ettiğimiz değerlere o kadar alışıyor,onları kazanılmış hak olarak görüyoruz ki...
Hele birde kaybetmeye görelim...Elimiz ayağımız dolaşıyor,ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Örneğin; günde kimbilir kaç kere nefes alıp veriyoruz. Bu değerimizin farkındamıyız? Sanmıyorum. Hadi deneyelim bir dakika ondan uzak duralım. Nasıl?
Anladık mı kıymetini.. Seni kutluyor gözlerinden öpüyorum...
Mustafa Sakarya
pelin hanımın dramı gerçekten üzücüydü ama çok güzel bir öyküydü kutlarım....
yüğreğin ve kalemin daim olsun...
sevgiyle....
Mustafa Sakarya
"Az önce işten gelen kocası Erhan Bey hemen bilgisayarın başına geçip çoktan oyun oynamaya başlamıştı bile"
Bana göre temel sorun işte bu cümlede yatıyor, yani asıl çıban başı bilgisayarın başı. Bu gün hayatımıza giren her teknoljik veya mekanik yenilik başka bir şeyin yerini işgal ediyor. Evet işgal ediyor, taaki bir yenisi gelene kadar. Aynı bir kazağın veya tişörtün üzerine bir yenisi, bir yenisi, bir yenisini giymek gibi. Öyle an geliyorki en alttaki tişörtün veya kazağın rengini modelini bile unutuyorsun.
Hani o rengarenk cıvıl cıvıl zamanlarımızı çalmadımı, epeyce bir süre, siyah-beyaz suretiyle tivi denen aptal kutusu. Sonra makyaj yaptı. Gerçi makjay mı yaptı maske mi taktı orası karışık ama öyle veya böyle amacına ulaştı ya. Milli, kültürel ne varsa "gelenek, görenek, dil, hal ve gidiş" alayının dibini dinamitledi kerata. Aradaki perdeler ağır ağır duvar olmaya başladı. Komşuluk ilişkileri zayıfladı, akraba ziyaretleri seyreldi.
Sırası ile video, volkman, tetris vs hepsi bu sosyal yaşamın parçalanmasında üzerine düşen vazifeleri başarıyla yerine getirdiler. Artık kimyası bozulmuş "Asosyal" insan kalabalıklarına dönüşmekteydik, dönüşüyoruz ve dönüştük. Ve son darbeyi vuruken hiç zorlanmadı "bilgisayar". Ne acı.
Bu vurgundan, darbeden aile dediğimiz kurumunda nasibini alması kaçınılmazdı herhalde.
Ne diyeyim Allah kurtarsın. Amiiin
Selamlar
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Öncelikle günün yazısını kutluyorum. Yukarıdaki metni okurken aklıma doğrudan "dil sorunu" üzerine düşündüm biraz. Buna daha sonra değineceğim ama öncelikle bir noktayı arz etmek istiyorum;
Yazan kişi metnin içinde kendini ziyadesiyle öne çıkarmış. İfade edilen Pelin Hanım'ın dramıyken kişinin kendisinin karakterinin sergilenmemesi buna bir örnektir gibime geliyor. Yaşar Kemal İnce Memed'in zekâsını bize Memed'in Adana'ya gelip kayboluşuyla gösterir. Memed yolunu kaybedince insanların adımlarına bakarak yolunu bulur. Çünkü kırsalın insanı adımlarını daha yüksek atar. Bu bir gözlem ve bir dil aracıdır. Hemen şu saptamayı yapabiliriz; metinde anlatılan kişilerin karakterleri hiçbir yerde gösterilmemiş. Bu bir öykü açısından büyük bir sıkıntıdır kanımca.
Bunun yanında kullanılan dilin bir öyküdeki zenginliğin yerine anı diline daha yakın olduğu da aşikar kanımca. Açıkçası bu sözlerin ardından eklenen metni öykü anlamında başarısız bulduğumu ifade etmek istiyorum. Çünkü salt konu eksenli bir anlatış ve tek konuya boğulması metni oldukça daraltmış.
Saygılarımla...
Mustafa Sakarya
Kıymetli yorumunuz için tekrar teşekkür eder, saygılar sunarım.
Yine harika bir yazı. Ne demişler, bir nusibet,bin nasihattan iyidir. Pelin Hanım intihar etmesydi, kocası asla onun farkına varmıyacaktı.
Tebrikler... sevgiler...
Mustafa Sakarya
sen bağımlılık yarattın can mustafam....yürek sesin kalemin daim olsun.....canı gönülden tebriklerimle saygılar
Mustafa Sakarya
Bir erkek olarak, çok iyi gözlemlenmiş ve kurgulanmış. Bir kadın yazsaydı, bire bir aynı olur du ki, bu bence çok önemli. Karşı cinsin bakış açısını ve duygu dünyasını yakalayabilmek. Tam anlamı ile usta işi.
Kutluyorum Mustafa bey. Hem ustalığınızı hem de duyarlılığınızı.
Saygılar.
Eser Aslanlı tarafından 2/5/2010 5:59:34 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
her hikayesinden unutulmadık dersler çıkarıp
insan olmanın güzelliklerini paylaşan değerli yazarımı
kutlyorum.
tebriklerimle...
her dem sevgi ve saygılar..
Mustafa Sakarya
Mutlaka tokadı yer öyle akıllanır insanoğlu ! Maalesef çoğumuz böyleyiz galiba. tüm sevdiklerimizin ve hatta elimize geçen fırsatların değerini kaybettikten sonra anlayabiliyoruz. Oysa mutluluğun yolu sahip olduklarımızın değerini anlamaktan geçiyor..
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
meselci
sabah ola hayrola derken,
günün yazısı seçileceği
içime doğmuştu mustafa kardeş...
çok tanıdık geldi öykü bana neden mi
çok yeni daha bir kaç gün önce
sevdiğim arkadaşım başından geçti aynı şeyler
onu dinledim saatlerce sabırla
ama öykü kahramanımız çabuk iyileşmiş, benim arkadaşımın çok yardıma ihtiyacı var
ama şunu gördüm ben bu yazınızda Mustafa bey
çok hayattan yazıyorsunuz, insanı içine alan bir yazı olmuş yine
kutluyorum sizi (hiç değilse bunu gününde yakaladım)
saygılarımla
Mustafa Sakarya
'Bir musibet bin nasihatten yeğdir' sözü yine karşımıza çıktı.Bu olaylar olmadan Erhan bey eşiyle ilgilenseydi, bunlar yaşanmazdı.İbret almamız gereken bir yazı.Kutlarım,saygılar.