- 522 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 15
Kurtköy’ün hemen dışında bir iki tane dere vardı; çocukların yazın serinlemek için suya girdikleri. Köylüler, çocuklarının bu derelerde yüzmesini pek istemezlerdi. Tabii benim de babam istemezdi. Ben de zaten hiç girmemiştim daha önce.
Bir gün köyümüzün yaramaz çocukları Hilmi ve Nuri’ye uyup girdim ben de. Kısa süre önce yaşadığım Eskihisar tatilinde denize girmiş olmamın etkisi olmuştu.
Dere çok kirliydi aslında. Fakat çocukların umurunda değildi. Derin de değildi. Yüzülecek kadar büyük de değil. Fakat girdik, serinledik ve oynadık işte.
Derenin az ilerisinde koyun ağılları olan Cemil kâhyanın büyük oğlu İrfan ağabey ( onlar da kahvemizin müşterileriydi), geçerken bizi görmüş. Çamaşırlarımı derenin kenarından alıp, doğruca babama götürmüş. Hilmi ve Nuri ile birlikte dereye girdiğimizi söylemiş. Adam nasıl kızmasın ? Daha bir gece önce kahvenin ortasında özene bezene yıkamıştı beni. Şimdi ben gidip çamurlu dereye girmiştim. Üstelik Hilmi ve Nuri ile birlikte !
Koşarak, öfkeli bir şekilde geldi. Ben çoktan ağlamaya başlamıştım zaten. Dereden çıkartıp, hayatımda hatırladığım ilk tokadını patlattı enseme! Eli gerçekten çok ağırdı ve bu tokat çok kötü geldi bana. Ama kızamıyordum ona ; haklıydı çünkü. Üzerimi giyindirip, kulağımdan tutarak , doğruca kahvenin bitişiğindeki ahıra kadar götürdü. İnsanlara seyirlik olduk. Ağlamam gittikçe çoğaldı. Ahıra hapsedilmiştim sonunda. Hatırladığım son dere macerası olmuştu benim. O gece tekrar yıkadı beni. Tabii bir sürü hakareti de esirgemedi benden. Bir daha yapmayacağıma söz verdim.
…………..
Bir keresinde ‘’ çocuk başı ‘’dediğimiz Hulusi ağabey, babama gelip benim de en azından bir maç için top oynamama izin vermesini istedi. Babam istemeye istemeye de olsa izin vermek zorunda kaldı. Çok sevindim o gün. Kısa pantolonum da vardı. Kendimi bir anda futbolcu gibi hissettim. Köyün alt başı dediğimiz yerde, biçilmiş bir çayırda oynanıyordu futbol o zamanlar. Aslında çayır sahibi Tatlı Hasan amca kızıyor ama her zaman da orada bekleyemiyordu ya çayırı !
Herhalde takım çalıştırma hevesine kapılmıştı bizim çocuk başı Hulusi ağabey ! Tamamı ilkokul çocuklarından kurulu iki takım arasında bir maç düşünmüş. Beni de bir tanesinin defansına yerleştirdi. Fakat ben doğru dürüst oynamamıştım ki daha önce ! Tabii ki beceremedim. Kızıp kaleye geçirdi bu defa. Bende yine hayat yok. Gelen gol oluyor. Kovuldum tabii. Sonunda üzgün bir seyirci oldum ancak. Fakat iyi ki kovulmuşum kazasız belâsız. Hulusi ağabey, diğer çocuklara küfürler, tekmeler savurmaya başladı. Öyleydi zaten o. Bizden büyüktü ve kafası bozulduğunu fena halde döverdi. Bizden büyük Somuncu Ahmet lâkaplı biri vardı. Çocukluğunda sigaraya alışmış. Onu sigara içtiği için ölesiye dövmüştü de bütün köy duymuştu. Yüzünü gözünü morartmış, öldü diye bırakmıştı.
…………
Karabaş köpeğim yavruladı o yaz. Bir tane simsiyah, bir tane alaca, bir tane de gri renkli yavruları oldu. Galiba cinsi fena değildi Karabaş’ın ! Süs köpeği kadar güzel yavruları olmuştu. Babam beni zorla razı ederek iki tanesini de başkalarına vermişti. Bana kalan Kahraman adını verdiğim alaca olanıydı. Tombuldu Kahraman. Tombul ve kısa. Çok sevimliydi. Bütün gün onunla oynamaya başlamıştım.
Sürekli kısa pantolon giymeye başladığım için, bütün çocuklar gibi benim de dizlerim yara olmuştu. Size daha önceleri söz etmeyi unuttuğum kara sinekler vardı köyümüzde. Hatta köylerimizde demem gerekiyor. Hayvancılığın çok olduğu her yer gibi bizim köylerde de çok olurdu kara sinek. Yazın babam onlarla mücadele etmekten bıkardı. Masaların üzerine ilâçlar koyar, filit pompasıyla sıvı ilâçlar sıkardı. Ama bir türlü baş edemezdi bu sineklerle.
Bir gün kahvenin ahır tarafında kendi kendime oturuyordum. Dizlerimdeki yaralara sürekli sinekler konuyordu. Bir türlü baş edemez oldum. Sonunda sinirimden öyle bir bağırmışım ki ; bana bir şey oldu endişesiyle koşarak yanıma geldi babam.
-Ne var oğlum, ne oldu ? diye sorduğunda ben, ağlayarak,
-Sinekler dizlerime konuyor ! deyince, öfkesinden ikinci tokadını patlattı babam !
Eli dayağa alışmıştı artık. Ama gerçekten, nur içinde yatsın,devamı gelmedi tokatlarının. Çok yıllar sonra, bir tartışma anında, ağzımdan kaçan bir söz için, haklı olarak yemiştim üçüncü tokadını…
………..
Yaz tatili bitmiş, okul heyecanı yeniden başlamıştı. Siyah önlüğümü yıkayıp, bahçede kurutmuştuk bile. Yakam da bayağı beyazlamıştı işte.
Okulumuzda o yıl öğretmen sayısının ve sınıf sayısının ikiye çıktığını gördük. Selâmi öğretmen dört ve beşinci sınıflara, yeni gelen Mehmet öğretmen de bir, iki ve üçüncü sınıflara eğitim-öğretim vereceklerdi. Yani, öğretmenim değişmiş oluyordu.
Mehmet bey, Doğu kökenli, iri yapılı, hafif göbekli, kırklı yaşlarda, esmer ve sert bakışlı, disiplinli biriydi. Biraz korkmaya başladık ondan. Fakat faydasını da gördük. Bir şeyler öğrenmeye başladığımızı, o gelince anlamaya başladık.
…………
Köydeki sokak köpeklerinin zehirleneceğini duyurmuş Muhtar Remzi bey. Duyar duymaz ahıra kapattım Karabaş ve yavrusu Kahraman’ı ! Zehirleme işleminin bittiğini, ekiplerin gittiğini duyduktan sonra ahırdan çıkarttım köpeklerimi. Sevindiler yeniden serbest kalmalarına. Kendilerini sokağa bırakıverdiler. Kahraman , kahvenin bahçesinde gezdi sadece. Ekiplerin attıkları zehirli bir köfte rastlamış ona. Gözlerimin önünde öldü canım köpeğim ! Öyle üzüldüm ki ona, beddualar yağdırdım o zehirli köfteleri rast gele sokaklara atan canilere !
O yaşta bir çocuk için, çok sevdiği köpeğinin, hem de yavru köpeğinin gözlerinin önünde ölmesi ne demek bilir misiniz siz ?
(Devam edecek )
Fikret TEZAL