- 1094 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYRILIK İKLİMİ
Bir Kürdün Hollandaca Günlügü’nden Sayfalar
Hiç kimseye!..
Bir mevsimin sonuydu; yaz mı, kış mı bilinmez… Yağmur yağıyordu. Sokaklar ıslaktı; gözlerin gibi öylesine ıslak. Camdaki her damlacık sendendi. Ben henüz yoktum… Ya da geleceği olmayan bir rüyada yalnızca bir gelecektim. Henüz bilinmeyen, henüz varolmayan ben, puslu bir kış sabahında yeni bir imge yarattım karanlık hiçliğimden. Öyle bir imge ki, bütün renklerini benden emen… Öyle bir imge ki, senden başkası olmayan… Sonra… Ve sonra… Kimsenin bilmediği bir akşamüstü ansızın gittin. Gözlerim sıcak mevsimlerden gelen göçmen kuşları arıyor şimdi. Nerede göçmen kuşlar, nerede kanatlarım? Bu kez toprağıma yağıyor yağmur ve her yer bataklık…
Diyorum ki, bir deniz yolculuğuna çıkmalıyım. Dalgalarla oynamalıyım ve köpüklü sulardan kendime yeni Afroditler yaratmalıyım. Nasıl, ne zaman ve nerede, bilmiyorum…
Günlerdir uykusuzum. Günlerdir gözlerim ay tutulması ve deli dalgalar yüreğimin kuytusunda. Öyle ki, alıyorlar beni bir kıyıdan, ötekine çarpıyorlar. Daha ne olacak ki? Belki yeni bir güneş bulacağım, geri almak için renklerimi… Belki soğuk bir rüzgara bırakıp kendimi, başka diyarlara gideceğim. Belki!..
Gözlerin yine puslu ve yağmur yağıyor… Öylesine bıktırıcı. Öylesine saçma. Geçmiş gözlerinden çağırıyor beni ve ansızın damlalara dokunmak istiyorum. Çünkü gözlerin, senin gözlerin ağlamaklı bulutlardı. Diyorum ki, bulutlar gözlerini ayrılıktan kaparlarsa birgün, göğün bütün yüzünden gözyaşlarını içeceğim şarhoş oluncaya dek. Fakat değil mi ki, günlerdir şarhoşum ve günlerdir anlaşılmaz bir deliliğin esiriyim.
Kocaman bir hafta geçti, yüzyıllık yalnızlıklar gibi aramızda. Aramızda zamana ve mekana teslim olmuş taştan duvarlar. Önce bu çocuksu kentin sokaklarını paylaştık. Sonra gönüllü gönülsüz yollarımızı ayırdık. Peki ama, zaman denen herkesin tanrısı benim biricik düşmanımken, hangi yuzyılda yaşamalıyım, hangi takvimi seçmeliyim? Sonsuz sorular, ardından monologlar. İççekişler ve ayrılıklar…
Gri günler başlıyor yine. Bulutlar herkesi eşit örtüyor. Yine de çırılçıplak ve üşüyorum. Sanki yeryüzünde tek ışıldayan sokak lambaları. Gerisi hüzün… Çıplak ağaçlar… Ve çıplak ağaçlarda titreyen hep iki yeşil yaprak…
Ne zormuş meğer, bilemedim, geçmişi ölü bir yaprak gibi yerde bulmak. Üstelik şimdi sonbahar! Nereye gitmeliyim? Hangi kenti unutmalı, hangi sokağı anımsamalıyım? Çıkıp bağıracağım dağlar bile yok burada. Kendimi gömeceğim mavi denizler!.. Yıllar sonra yine bir ayrılık iklimi ve sonbahar! Galiba bu, ayrılık şarkısının tek takvimidir. Ayrılık ki, ölümün öte adıdır. Ayrılık ki bende başlayıp sende bitendir.
Ey beni yaratıp viran eden iklim! Ey geleceği olmayan kısır duygu! Eğer benden dikensiz bir gül isteseydiniz, size ayrılık bahçesinin en güzel hatırasını verirdim. Çünkü güllerim yok, çünkü bilmiyorum nerede dallarım, yapraklarım? Çünkü tek sahip olduğum, acıya duyarlı bir çocuğun aydınlık yüzüdür.
Gül yüzlü bir hatıra daha soluyor uzakta ve güneş batıyor orada. Burada şehir zifiri karanlık. Biri sokağın ortasında kendini yakıyor ve önce kalbinden başlıyor senin için. Ardından bir avuç dolusu kül. Ardından o deli yağmur. Şimdi ben ateşten ve külden kör bir yalnızlığım. Hani ellerin?
Eğer ağlarsan!.. Bir akşamüstü olur da yine ağlarsan, bil ki Muiden’de kar yağacak. İki katlı beyaz ev sessizce bizi bekleyecek. Sokaklar ayak izlerimizi arayacak. Eskici kadın o kış masalı için belki iki mum yakacak. Soğuk bir esinti büyülü evin kapısını aralayacak ve o an gölgelerimiz uçarcasına içeri girecek. Gölgelerimiz orada saatlerce sevişecek ve bu kez biz bedensiz ve bilinçsiz orada olacağız. Fakat her duygu şimdi bir tarih, her duygu ayrı bir masal ve ben sana her gün binlerce masal yazmak için kendimi kanatırım.
Umutsuz bir aşkın tesellisi nedir, sevgili? Söyle! Kaç yolu var, yaşayan bir geçmişi arkada bırakmanın? Ey hüznün tapınağı ruhum! Şimdi kim inanabilir ki sana? Hangi günahsız ibadet edebilir? Hangi asî anlayabilir seni, ruhun öylesine kör bir tutkunun esiriyken?
Bu kaçıncı sonbahar, sevgili? Kaçıncı mevsim? Yalnızlık ve sevda!.. Onlar değil mi ki kader arkadaşlarım? Bu yüzden hüzün en çok bana yakışır! Ben ki, kalabalıkta kaybolmuş bir asalet!.. Ben, dağlarını ve seni asla unutmayan o ‘zarif barbar’! (**) Yüzünden başka yüzüm yok! Fakat şimdi herşey uzakta ve yağmur yağıyor orada!
Eylül’ü geride bıraktık; fakat ayrılık henüz burada! Burada!.. Bir mühür gibi kalbimizin üstünde!.. Bak, dün akşam bir ağaç öldü sokağımda; bir kuş uçtu penceremden; cehennem çukurlara düştüm; gel ama! Bir kez daha!.. Belki bir kez daha içerim mutluluk şarabını yüzünden ve elimden uzun bir kopru kurarım sana doğru. Ellerim ki ince ve uzun yollardır ve orada coşkun ırmaklar akar senden yana.
Bugün 2 Ekim… Henüz yazılmamış bir romanın 12. sayfası gibi. Ya da anlatılmaz bir masalın hüzünlü sonu ve sen daima orada, o 12. sayfada ve o hüzünlü sonda bir ayrılık öznesisin, ağaçlar yaprak dökerken… Her yerde ölü yapraklar… Her yer adım adım cehennem, ki cehennem tanrının olduğu biricik yerdir. Niçin korkuyorsun? Ben değil miydim gözlerinden cehennemi çalan? Ben değil miydim ardından mavi denizleri gözlerine veren?
Buzdan bir cehennemin ortasında hayatı olmayan acemi bir hayatım. Kimseler yok! Herşey kayıp! Ne o tatil akşamları, ne mutluluğun fotoğrafları! Yalnızca tutsaklık! Yalnızca o korkunç boşluk; çünkü sen yoksun!..
Gittiğinde gölgelerin de kayboldular. Evde dehşet bir sessizlik. Bir çocuk gibi hayal aleminden yeni oyunlar keşfediyorum. Dokunduğun yerlere dokunuyorum mesela, uzandığın yatağa uzanıyorum. Hoş bulduğun minderlere bakıyorum ve sonra kendimi sarıp sarmalıyorum, seni hissetmek için sevgili? Neredesin? Hangi devir ve hangi alemde?
Saçımı kestiğinde, belki de herşey bitmeliydi. Orada kalmalıydı herşey; tebessümün, gözyaşların ve kalbim!.. Ben, o kör Samson! Ben, ayrılığın iyileşmez yarası! Herşeye rağmen sonunda dönmüştüm sana, sen o eski sen değilken… Aramızdaki mesafe bir çocuk ve tatil kadardı. Anlamalıydım fazlası olduğunu!.. Belki!.. Belki saçımı kestiğin o gün! Muebbet bir sevdanın günlerini saymamak adına bütün mevsimleri yakmalıydım. Oysa simdi ne o sevgi, ne de sayılacak günler!
Diyorum ki, bu kent terkedilmeli! Ansızın! Kimseler bilmeden… Yagmur yağmadan… Kuşlar da henüz uyanmadan nazlı uykularından. Fakat birgün bu kenti terkedersem, kalbin patlar! Herşey mavi bir uçurum olur. Fakat sen yine de mavi şalını al ve o beyaz pardesünü giy! Çünkü ölüm girmezse araya, belki yine dönülür.
Bak, nasıl çalıyor ayrılığın çanları dışarıda? Rüzğârın uğultusu sustu. Fırtına dindi. Tek bir damlacık bile yok. Bütün devinim aşkın girdabında boğuldu. Önce ışık!.. Bu yüzden yalnızca tenleri olan mat figürler göreceksin. Senden sonra kadınlar göreceğim ben de… Derinliği olmayan! Yüzden çok maske, ruhtan çok madde olan kadınlar!.. Diyorum ki, dağlarıma geri dönmeliyim! Dağlarıma! Ateşi senin kadar, külü ben kadar… İmkânsız rüya! Dönüşü ve sonu olmayan bir yol bu!
Bir asînin illegal günlüğünde yaşıyorum; adından başka adım yok! Kayıp zamanların yorgun yıldız avcısıyım; yıldızlar da yok! Günlerdir orada, o illegal günlükte saklıyorsun kendini. Günlerdir seni arıyorum orada yorulmaksızın. Filozofu ciddiye almıyor, bunağa soruyorum; nerede mutluluğun sayfaları? O sayfalar yok, henuz yazılmadı diyor, çılgın filozof gibi. Tek bir soru dahi yöneltmeksizin kalemi alıp, romanın sonunu yazmaya çalışıyorum ve yalnızca bir nokta koyuyorum bilincsizce… Bir nokta!.. Ölüm gibi siyah, hayat gibi beyaz!
Ey düz ülke! Mutlu musun şimdi? Werther yine öldü!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.