Maria
Uyuyakalmıştım, telaşlanmıştım. Bu kadar önemsediğim ilk randevuma geç kalmakta neyin nesiydi. İşte bu umarsız hastalığın böylesi zararları da işin cabasıydı. Adamın cibresi çıkıveriyordu, öylesi amansız ateşten sonra. Geceden hazırladığım ütülü kıyafetleri hızla giyinmeye başladım. Genellikle spor giyindiğimden, üstümde sakil durmasından çekindiğim gömlek, kravat ve en iddialısından bir yelek gözüme yabancı gelen bir portre oluşturmuştu. En son giydiğim pilili pantolon ve cafcaflı potinlerle sünnet çocuklarına selam çakan halimle yola koyuldum.
Randevunun romantikliğine uygun olarak Çorlulu Ali Paşa Medresesinde buluşmak benim fikrimdi. Oranın oldum olası bende oluşturduğu hava hep büyülü, aklımı başımdan alan bir sanat eserinde yüzüyormuşum duygusu yaratıyordu.
Kemerli dar sokaklarına girer girmez sizi öpen o resim, renklere bakışınızı hareketlendiren, insanların sanki bir dönem filmi figüranları olduğunu düşündürten bir esere dönüşür. Her biri küçük bir bedesteni andırır o kemerlerin açıldığı sokaklar. Taş duvarlarda nice divan şairinin yüzü asılıdır. Nice zafer kazanmışlarla, çokça yenilmişlerin de hem elleri değmiştir hem de sözleri o tahta masalara.
Sıklıkla nargile içmeye gelinirdi bu mekâna. Çayı da kahvesi de bir başka tatlı gelirdi içenlere. Bizim içinse bir başka anlamı vardı oranın. Öğrenciliğimizde, yani tüm dünyayı değiştirebileceğimizi düşündüğümüz yıllarda, siyasi sohbetlerimizin gözbebeği mekânlarından biriydi. Kimilerimizin radikal damarları yüzünden Medresenin uhrevi havası tartışma konusu olmuş, bir dahakini de Sultan Ahmet Camiinde yapalım esprisi bile yapmıştı. Kesinlikle eminim ki, şimdi o günleri yâd eden o arkadaşlar, gülümseyerek anıyorlardır söylediklerini.
Bugün o günlerden yazıştığımız ve otuz yıl sonra tesadüfen tekrar buluştuğumuz Maria ile görüşmek için çok doğru bir yer seçmiştim. Bu duygunun verdiği haklı gururla derin nefes aldım birkaç kere. Devrimci gençlerin diğer ülkelerle oluşturduğu birlik sayesinde tanışmış ve uzun süre yazışmıştık Maria ile. Ama ilk defa yüz yüze görüşecektik hem de otuz yıl hiç haber alamadıktan sonra. Onların ülkesi de bizim gibi çok badireli bir demokrasi ile yönetildiğinden, açıkçası ben ondan o da benden ümidini kesmiştik doğal olarak.
Yıllar sonra Facebook ta onun adını arattığımda benzer isimli yirmi kişi çıktığında, hepsine aynı yazıyı gönderdim. Kısa ama doğru Maria’nın hemen anlayacağı bir dilde yazılmış bir şiirdi bu.
Biz küçükken ne derdin anımsıyor musun?
<Asla, asla deme>
Şimdi bak, ben eskisinden daha küçüğüm
Ve sen suskunluğunla diyorsun ki
<Hiç olduğumu, bana söyleme sakın;
Ben yine öyle kendimi Prensesin sanayım>
Altında eğer sen doğru Maria Button isen lütfen bana yaz notu vardı.
İçlerinden işin ilginci üç tanesi bana döndü. Sanal âlemin ne denli soysuz olduğuna olan kanaatime destek olan bu gelişme moral bozucuydu. Onlara üç kişi olduklarını ve doğru Maria’nın kendini hatırlatacak eski bir anı veya benzeri bir şeyi bana yollamalarını istediğimde ise hiçbiri dönmemişti. Ta ki geçen gün gelen mesaja kadar hiç haber de çıkmamıştı. Mesajda yarın İstanbul’a geliyorum mutlaka görüşelim diyordu altına da cep telefonunu yazmıştı.
Yani anlayacağınız birazdan gelecek kişi binlerce kilometre uzaktan geliyor ve inanın aslında kim olduğunun da önemi kalmamış durumda. Ben onun sayesinde bu mekâna geldim ya, bu bana yeter…
01.02.10
Nadir