- 527 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 13
Ablamı önceleri daha sık, sonraları daha seyrek ziyaret etmeye devam ettik babamla. Noterden taahhütname de yapıldı. Ben o belgede, ablamın okutulacağına ve dilediğinde anneme geri verileceğine söz verildiğini okuduğumu hatırlıyorum. Fakat resmî olarak üzerilerine al/a/madılar ve soyadı değişmedi ablamın. Fondaki resmi de o günlerde Beşiktaş’ta çektirdik. İskeleye yakın o ana caddenin üzerinde, Akaretler yokuşuna yakın bir dükkânda. O zamanlar sanırım oldukça tanınan bir fotoğrafçıydı orası.
.............
Bir gün Yusuf dedem Kurtköy’e geldi. Daha önce Tepeören’de iken de gelmiş galiba ama ben hiç hatırlamıyorum. İlk defa görmüş gibiyim dedemi. Beni çok seviyor olabilir belki ama o kadar da sıcak olmamıştı karşılaşmamız. Elini öpüp yanına oturmuştum.
Amerikan filmlerinde gördüğümüz, eski otobüsler var ya hani ; işte onların aynısı olan bir otobüs , Gebze’nin köylerinden insanları toplayıp Salı günleri Kadıköy’e, Pazar günleri de Pendik’e taşımaya başlamış. ’Emin’in postası’ deniyor ona. Dedem onunla gelmişti işte.
Dedem yetmişli yaşlarda (Daha sonraları İsmet İnönü ile yaşıt olduğunu öğrenecektim onun) , uzun-beyaz sakallı, gür saçlı, zayıf da olsa heybetli ve uzun boyluydu. Oysa babamla biz kısa boylu sayılırdık. Gözleri tıpkı bizim gibi yeşildi. Yün takkesi vardı başında. Ayağında, çoğunlukta olduğu gibi, çarık. Ağaçtan kendi yaptığı ağızlığa takarak içerdi yeşil paketli üçüncü sigarasını. O da çok sigara içiyordu tıpkı babam gibi.
Otobüsün saati yaklaştığında harçlık verdi babam ona. Dışarıdan duyduğumuz korna sesinden anladık, Emin’in postasının geldiğini ve dedemi çağırdığını. O zaman öyleydi işte : Otobüsler müşterilerini evlerinden bile çağırırlardı böyle. Tekrar elini öptüm dedemin. Babam da öptü ve uğurladık birlikte.
Halamın Mollafenarî’den bir sonra gelen Cuma köye gelin gittiğini, bir sürü çocuğu olduğunu, amcamın da evlenerek dedemle birlikte oturduğunu, onun da çocukları olduğunu, yavaş yavaş öğrenmeye başladım. İnsanın akrabalarının olduğunu öğrenmesi güzel şeydi.
Dedemin, babamın kovulmasına sebep olan karısından, Bağattin adında bir oğlu olduğunu, ayrılıp oğluyla birlikte Bursa’ya gittiğini, Bağattin amcamın da çocukları olduğunu, yani Bursa’da da kuzenlerim olduğunu daha sonraları öğrenecektim. Hatta babam onları gidip Bursa’da bulacaktı bile..(Yıllar sonra ben de buldum )
..........
Karnemdeki notların bir çoğu pekiyi olarak geçtim sınıfımı. Ablamın ise hepsi pekiyi idi. (İlkokulu bitirinceye kadar pekiyiden başka not görmemeiştim ablamın karnelerinde).
Tatilde yine babama kahvede yardım etmeye devam ettim. Ara sıra çıkıp çocuklarla oynama da çalıştım. Babam oyun oynamaya gitmeme pek anlayış gösteremiyordu. Ancak kaçamak yapıyordum. Hele top oynamam tamamen yasaktı. Sanırım bu yasak ayakkabılarımın çabuk eskimesi yüzündendi. Geriye bir tek misket oynamak kalıyordu ,bir de tahta ve teneke tekerleklerden yapılmış arabalarla oynamak.
Arabalarla oynama işine Hulusi ağbi karışırdı. O adeta konvoy başı gibiydi. Başta komutan gibi. Hepimizden büyüktü. Canının istediğini fena halde döverdi. Herkesi zorla Fenerbahçeli yapardı. Ben sırf ona tepki olarak Galatasaraylı olmuştum. Onunla oynamayı sevmezdim. Geriye misket oynamak kalıyor. O da kumar gibi bir şey. Misketler para ile alınıyor, yutulunca tekrar almak gerekiyordu. Miskette en çok kazananlar da , şu Bayburt’lu Hilmi ile Nuri vardı ya, işte onlardı. Yutulmak demek para kaybetmek demek oluyordu. Ben bu günahı o yaşta işledim. Hem de babamdan habersiz , ocaklıktaki bozuk paralardan alıp misket oynadım ve her defasında da yutuldum.
............
Burunsuz Kemal bey ( artık dayımız olmuştu), yaz tatilinde beni Gebze Eskihisar’a götürdü. Eskihisar bir sahil köyü idi o zamanlar. Tam da denizin kenarında yazlık bir evde kaldık. İki tane benden büyük kızı ve bir de oğlu vardı Kemal dayının. Esin ve Gülçin ablalar ile Yalçın ağbi. Eşi de bizimle birlikte tatil yapıyordu. Yaklaşık onbeş gün kaldık ve ben hergün denize girdim orada.
Hayatımın ilk ve tek tatilidir desem inanır mısınız ?
(Devam edecek)
Fikret TEZAL