- 846 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
OKUMA İNADI
Odanın içinde insanın nefes almasını zorlaştıran ağır bir koku vardı. Gazyağı ve ekşi hamur karışımından oluşan bu kokuya, yoğunlukları belli belirsiz hissedilen başka kokuların eşlik ettiğini oda da bir süre geçirince fark edilebiliyordu. Odanın havasını dayanılmaz hale getiren koku yoğunluğunun kaynağını; odanın içini dolduran eşya karmaşası ve üzerlerindeki kir tabakaları işaret ediyordu.
Oda kapısından girince sağ tarafta yer alan döküm peçkanın önünde yükselen çerçöp ve çalı çırpı öbeği, hemen yanı başındaki içi tepeleme kirli kap kaçakla dolu yemek sinisi, sininin az ötesinde banyo olarak için kullanılan köşenin sabun artıklarıyla kaplı zemini; kirden rengini yitirmiş bir örtüyle örtülmeye çalışılan yatağın dağınıklığı; pencere perdelerinin rengini belirsizleştiren kirli görüntüsü, odanın zeminine serili yaygı ve şiltelerin yıllardır su ve sabun yüzü görmediklerini anlatan renklerini yitirmişlikleri, o kokuyu dayanılmaz yapan nedenleri anlatıyordu.
Peçkanın önündeki çerçöp öbeği yanında oturan kadının, konuğun gelişinden duyduğu mutluluk yüzünden okunuyordu. Duyduğu mutluluğun bire bin katarak komşularına anlatacağı bir ziyaretin gerçekleşmiş olmasından kaynaklandığı; öfke nöbetleri geçirdiği zamanlar yerini kirli beyaza bırakan kırmızı rengin tonlarına sahip yüz renginden okunabiliyordu. Odanın durumundansa hiç mi hiç rahatsızlık duymadığını, bulunma süresi uzadıkça koku çeşitliliğiyle boğucu hale gelen odanın havasında çınlayan çoşkulu sesi anlatıyordu.
Çocuk pencerenin önünde, odanın durumundan duyduğu utancı gizlemek ister gibi başı cılız göğüs kafesine eğik oturuyordu. Gelişigüzel yamaların yıpranmışlıklarını belirgin hale getirdiği giysilerinin içinde zayıf gövdesi, güçlü bir heyecan dalgasıyla sarsılıyordu. Boz renkli sert saç kıllarıyla kaplı başı, ilkyaz ışığını emen ve anında binlerce renk zerreciğine dönüştürerek odanın boşluğuna yansıtan renk topunu andırıyordu.
Genç kızın divanın kenarına ilişik oturuşu; çocuğun gözyaşı dökerek kendisinden söylemesini istediklerini birkaç kelimeyle ifade edip, beklenen cevabı alır almaz kalkıp gidecekmiş gibiydi. Kapıdan girerken burun deliklerini dolduran kokunun etkisiyle evin sundurmasında konuşma seçeneğini düşünmüş; kadının odaya iteklemesiyle bu seçeneği ifade etmeye fırsatı olmamıştı. Odanın boğucu havasından bir an önce kurtulma isteğini göstermek ister gibi divana ilişerek oturmuş; ısrarlı ikram önerisi reddetmişti. Ama dakikalar geçiyor, soluklanma ihtiyacı bile duymadan konuşan kadından fırsat bulup çocuğun isteğini yerine getirerek, bir an önce kalkıp gidemiyordu.
Sonu gelmeyen konuşmasıyla bakışlarını esir alan kadından fırsat bulabildikçe, karşı köşede bağdaş kurmuş oturan adamı kaçamak bakışlarıyla inceliyordu. Çocuğun babası olan adamın, geniş omuzlarını ve gövdesini dik tutarak oturuşu; yıpranmış ve yamalı giysileriyle örtülü vücudunun kemik, kas ve sinirden oluştuğunu gösteriyordu. Güneş yanığı sarı bir deriyle örtülü kemikten yüzü, derin ve sert çizgilerle kaplıydı. Bu çizgiler, dediğim dedik bir inadın öfkeyle yoğrulmuş sert ifadesini taşıyordu.
Kaçamak bakışlarını çocuğa kaydıran genç kızın yüz renkleri, yaptığı incelemenin karamsar sonuçlarıyla gölgelenmişti. Çocuğun, dile getirmesini istediği talebine alacağı karşılığın, tek ve kesin “Hayır!” kelimesi olacağını biliyordu artık.
Çocuğun gerçekleşmesini istediği tek ve en önemli şeyin, babasının ağzından duyacağı “Evet!” olduğunu, kendisiyle konuştuğu gün fark etmişti. Çocuğun gözlerinde, olmasını istediği şeyin gerçekleşmesi için, kendisinin son umut olduğunu da görmüştü.
Az sonra babasının ağzından çıkacak olan “Hayır!” kelimesini bir kez daha duyacak ve son umudunu da yitirecek olan çocuk için duyduğu endişe, adama ikna edici sözler söylemesini bastırıyordu. Eğer adamı ikna edemezse, duyduğu endişenin yerini korkuya bırakacağını hissediyordu.
Söyleyebileceği ikna edici sözleri düşünürken, adamın ona bakarak konuştuğunu fark etti. Gri renkli kalın kaşları altından bakan soluk mavi gözlerini kendisine sabitlemiş bir şeyler anlatıyordu. Adamın dudaksız ağız boşluğundan çıkarak kulaklarına ulaştığında uğultuya dönüşen sözlerinden ne dediğini anlamaya çabaladı.
Adamın konuştuğunu fark ettiği anın içinde çocuğun oda da olmadığını da hissetmişti. Bunu hissettiği zaman olabilecekleri kavrayarak korkmuş, kulakları uğuldamaya başlamıştı. Duyduğu korkunun ağırlığıyla iliştiği divandan şilte üzerine yığılırken inledi:
“Dudaklarınızdan dökülen ‘Hayır’la çocuğunuzu ölüme ittiniz. Ben okumayı ölümüne bir inatla isteyen bir başka çocuk tanımadım... tanımadım... tanı….”