- 747 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSYAN BU HAYKIRIŞ
İSYAN BU HAYKIRIŞ
Nasıl ki Fenerbahçe’mizin adını duyduğumda dilim tutuluyor, kalbim deli gibi çarpıyorsa, Denizlispor’un ismine ve cismine nerede rastlarsam rastlayayım yüzümün şekli ve rengi sarı saçlı bir limondan kopya çekiyor. Hiçbir günahı olmayan Mayıs’ın 6’sı her yıl yakıp kavururken içimi, artık 14’üne de kızgın bakışlar atar oldum. Oysa ki yüreğimde kin biriktirmemem konusunda ailemden gelen cümleleri yüreğime küpe yapsam da, bu iki takvim yaprağını okumadan buruşturup çöpe atıyorum.
6 Mayıs’larda gözerime nasıl ki yolunu kaybetmiş kederli bir bulut gelip yerleşiyorsa, 14 Mayıs 2006’dan kalma Denizlispor ile oynanan her maçımızda stresim maaşına zam yapıyor bana sormadan. Tıpkı geçen hafta mabedimizde oynanan maç gibi. Bu maça kadar sezon boyunca ligde resmi galibiyeti bulunmayan rakibimiz puan cetvelindeki konumu itibariyle düştü düşecek hani. Takımımızın düşenin dostu olduğunu ezberlemiş olmaları bu maça çıkış maçları gözüyle bakmalarına sebep oluyor yine. Kötü hava koşullarından etkilenen yalnızca daha yeni operasyon geçiren mabet çimleri değil elbet. Benimde sebebim oluveriyor kötü kalpli yağmur taneleri kuru soğuk ile güçlerini birleştirerek. Bir çizik daha atmak zorunda kalıyorum Bükreş maçından bu yana tuttuğum hasret kaplı defterime.
Evde bu maçı izlerken içtiğim çayı 3-1’lik skorla tatlandırmanın yanında 4 oyuncumuzun birden sarararak Sivas deplasmanından muaf tutulmaları çayımın demini arttırıyor bir anda. Sivasspor’un eski gücünden uzak olması içime su tanecikleri serpse de, Mehmet Yıldız’ın 7 ay sonra bu maçla sahalara dönecek olması ve takımımızın yine olumsuz hava şartları neticesinde kısa bir Ortadoğu turu yaptıktan sonra Sivas’a varması kafamda bıyıkları henüz terleyen bir soru işaretini barındırıyor. Güiza’nın antrenmanda sakatlanıp, eksikler sayısını 5’lemesi hiç canımı sıkmıyor çünkü biliyorum ki Semih hazır kıta her zaman olduğu gibi. Emre, Lugano, Cristian ve Andre Santos’un kart cezalarına rağmen takımla beraber Sivas’a gelmeleri çok şeyi anlatıyor aslında, tabi anlayana.
Semih’in gol perdesini açtıktan sonra meşin yuvarlağı karnına götürmesinden anlıyoruz ki minik kanarya Naz’a kardeş yolda. Sakatlıktan çıkıp aylar sonra takıma dönen futbolcu furyasına moral verme hastalığımız nüksedince, Mehmet Yıldız dönüşüne yakışan bir gol atıyor kalemize. Kötü bir örnek biliyorum ama aklıma Rooney geliyor bu golden sonra. Rakip bulduğuyla yetinmeyip fazlasını isteyince takımımızın ekmeğine yağ sürerek, uğrayacağı hezimete davetiye çıkartıyor sanki. Semih yeni doğacak bebeğine bir gol daha adayarak gol sahnesini Sevilla maçındaki futbolundan esinlenen Uğur Boral’a bırakıyor. Bu dakikadan sonra anlıyorum ki gollerde klonlanabiliyormuş istendiğinde. Attığı golün yalnızca 4 dakika sonrasında adeta kopyası bir gol daha atan Uğur kanıtlamış oluyor bunu bize. Perdeyi kapatmak bu kez Gökhan Gönül’ün işi. Tanrı’dan gol atmasını dilediğim Gökhan Ünal, geçen hafta olduğu gibi yine golün kıyısından dönüyor. Gardiyandan beklediği mektubu bir türlü alamayan mahkum misali teselli ediyor kendini. “İnşallah haftaya, Diyarbakır maçına…”
Yazının son paragrafıyla yönetimimizden transfer beklentisi olan renktaşlarımın yaralarına aspirin tedavisi uygulamak istedim. Bilindiği gibi ezeli rakibimiz kadrosuna Premier Lig’ten oyuncular katarken, takımımız Gökhan Ünal dışında sessiz geçirdi transfer dönemini. Bence de doğrusunu yaptı. Ezeli rakibin aldığı oyuncular takımlarına ne kadar yarar sağlarlar bilinmez. Nobre’yi istisna olarak sayarsam, ara transferde takımına fayda getiren oyuncu görmedim dersem yeridir. Bence kulübümüz önümüzde duran Maldonado ve Josico örneklerinden ders çıkartmış olacak ki, illa bir transfer yapmak adına oyuncu alma sendromundan kurtulmuş oldu transfer yapmayarak. Yönetimimizin kadroya duyduğu güvenin boşa olmadığını görmüş olduk 5-1’lik deplasman galibiyetimizle. Kadroya giremeyen oyuncularımızın sergiledikleri futbol, “İsyan bu, haykırış.” şarkısını çağrıştırmadı mı sizlere de?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.