- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜR’DEKİ BEBEK
Bozdağ’dan Ödemiş’e kıvrım kıvrım inen, baş döndürücü yoldayız, Salihli’den Ödemiş’e gidiyoruz. Arabanın açık penceresinden giren ılık yaz esintisi, güzel kokusuyla, adeta hoş geldiniz diyor. Biraz daha aşağıya inip Birgi’ye doğru yaklaşmıştık ki arabanın içinde değil, sanki çiçek bahçesindeyiz.
- Ahmet Bey, bu parfümü yeni mi aldın, yoksa yengemizden hediye mi?
- Yok canım, bu kokular yolun kenarındaki şu sarı çiçeklerden geliyor galiba! İsterseniz arabayı durduralım da biraz çiçek toplayalım, ne dersiniz?”
Bizim canımıza minnet. Birer demet, bu güzel kokulu ve adını bilmediğimiz çiçeklerden topladık, tekrar yola koyulduk. Ahmet Bey, bizi Abdullah amcamın evine kadar arabayla iletiverdi. Biz elimizde çiçeklerle amcamın evine girerken, karşı evin penceresinde oturmakta olan yaşlı bir teyze, elimizdeki çiçekleri fark etmiş, biraz sonra o da geldi, hoş beşten sonra, bizi şaşırtan o güzel soruyu soruverdi.
- Kız gelin, o morukları nereden topladınız siz ?Yavrum, demin arabadan inerken elinizde bir tutam sarı çiçek vardı ya!?
- Onlar mı? O çiçeğin adı moruk muydu? Bu çiçeğin adına ne Salihli’de ne de Ödemiş’de bilen yok.. Siz nereden biliyorsun teyze? Moruk ismi, bu güzel çiçeğe hiç yakışmamış ama neyse!
Fadime Teyze , bir ”Ah!!” çektikten sonra, hikâyesini anlatmaya başladı .
- Ben, 13 yaşlarında, daha yeni yetme bir kız iken, Bozdağ ’ın eteğindeki Tekke (Elmabağ) Köyü’ne ailece düğüne gitmiştik. Yol kenarlarındaki bu sarıçiçeklerden epeyce topladım ve saç örgüsü örerek, başıma güzel bir taç yapıp taktım. Daha çiçeğin adını ben de bilmiyordum. İkindiye doğru Tekke’ye vardık! Düğün evi karnımızı doyurdu, davullar zurnalar bir yanda, çengici kadınlar öbür yanda çalıp söylemeye başladılar. Köyün kızlarıyla oynarken, eşim Hasan, beni görmüş beğenmiş. Kızlar ile köy çeşmesine suya giderken, önüme aynalı bir kutu atıldı. Aldım yerden kutuyu, suratına doğru fırlatıverdim. Hasan buna çok kızmış, beni kaçırmaya yemin etmiş. Bir akşam beni çeşme yolunda yakaladığı gibi atın terkisine attı ve gözden kaybolduk. Sonunda evlendik, o gün bugün geçinip gidiyoruz işte!
Yaşının 68 olduğunu işitince, aklıma Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan’ın Ödemiş’i işgal etmeleri geldi.
- Teyze, siz Yunan’ın Ödemiş’e girdiklerini hatırlıyor musun?
- Yavrum ben pek bilmem amma annem-babam çok iyi bilirlerdi. O Yunan gavuru yüzünden, beni neredeyse kurda kuşa yem ediyorlarmış vallahi!
- Ne diyorsun teyze? Anlat hele şu hikâyeni!
- Yunan gavuru Ödemiş’e girmeye başlayınca, halk yükte hafif pahada ağır eşyalarını yüklenmiş Bozdağlara doğru kaçmaya başlamışlar. O zaman ben, kırkı bile çıkmamış bebekmişim. Babam önde, annem onun ardında ve ben de annemin sırtında belek içinde sarılı gidiyormuşuz. Babam hayli önde, annem ise çok yorulmuş, bir çeşme başında birazcık dinlenmek istemiş. Silah sesleri iyice yakınlaşınca korkmuş, beni sırtından indirmiş, derenin kenarındaki sık kürlerin (böğürtlenlerin) arasına saklamış, babamın peşinden koşmaya başlamış.
- Kız Kezban, çocuk nerede?
- Ne yapsaydım? Onu Yunan gavuruna mı teslim etseydim?
Tire’de, Torbalı’da, Bayındır’da yakaladıkları masum bebekleri bile süngülerine takıp gezdiklerini duymadın mı sen ?
Yaşlı teyze, bunları anlatırken gözleri ve gözlerimiz doldu.
- Pekiyi ne yaptın kızımızı ?
- Kürlerin içine sakladım, kimse bulamaz gayri kuzumu!
- Yahu delirdin mi? Yunan bulamasa bile, kurtlar onu gece paramparça etmezler mi? Allah bizi taş eder, taş! Pekiyi, bebeği sakladığın yeri bulabilir misin?
- Tabii! Ben kuzumu kokusundan tanırım be!
- Bak silah sesleri de kesildi. Yunan mocukları içtiler şarabı, uykuya daldılar herhalde! Çabuk ol!
- İbrahim, koş yavrumuz burada, koş!
- Yahu biraz sessiz ol, düşmanı mı uyandıracaksın ?
- Ver şu çocuğu bana! Tövbe, tövbe! Ya bu masumu, gece yarısı kurtlar çakallar yeseydi?
Teyze anlatmaya devam ediyor.
- Bozdağ’da bir yıla yakın kalmışız. Salihli’den de epey kaçanlar vardı. Yunan gavuru Ödemiş’ten kovulunca, herkes gibi biz de evimize geri dönmüşüz. Amcan gelmiştir kahveden. Akşam da oldu, ben gideyim gayri, hadi kalın sağlıcakla! Kalktı, kapıdan çıkarken gülerek geri döndü.
- Babamın dediği gibi, ya beni kurtlar, çakallar kapsaydı? Buna da şükür. Yunan çakallarını eline düşmemişim ya! Hadi kalın sağlıcakla!
Nereden nereye değil mi? Biz, o güzel sarıçiçeğin adını öğrenelim derken, asıl sarı çiçeğin hikâyesine dalıverdik. Ama çok ilginç bir hikâyeydi doğrusu.
Kaynak: Ali Aksakal.Salihli Hikâyeleri-Salihli: Sanayi ve Ticaret Odası,2008.96 s.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.