- 683 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ NEDEN ANLAYIŞSIZ OLALIM Kİ? -1-
İki gülün kurumasını seyrettim biri birinden daha güzel biri diğerinden daha çirkin. İki gülün rengine baktım biri koyu bir diğeri ise açıktı. Gülün aslında solmayacağını gördüm gül düşüncemdeydi ve düşüncem güldü.-Mevlana-
Son yıllarda, son günlerdeki iç ve dış terör/savaşlarla, siyasi çatışmalarımızla, ekonomik sıkıntılarımızla, dış/ iç borçlarımızla, hatta yüreğimizden asla sevgisi silinmeyecek askerimize yapılan asimetrik psikolojik savaşlarla bunaldık.
Ve sordum kendime biz neden “bizle” çatışmaktayız? Neden aynı topraklar üzerinde, doğduk, büyüdük, yetişip/tanıdığımız, bildiğimiz halde anlaşamıyoruz? Neden birbirimizi dinlemekten uzak kalıyoruz?
İşte bu nedenler/niçinler ile sorguladım kendi toplumsal ve sosyal gerçeğimizi.
İçinde yaşadığımız kültürümüzle bir cam kavanozda olduğumuzu düşünmekteyim. Bizler bu cam kavanozda; her tür resmi ve sivil kurumlarla birlikte doğumdan ölüme kadar davranışlarımızla, inançlarımızla, değerlerimizle içselleşirken; her kültür kendi benimsediğini doğru kabul etmektedir. İşte bu nedenledir ki kendi doğamızın kabul ettiği bu bilgiyi kabul ederken; bir başka öğretiyi anlamakta zorlanırız. Lakin görmemiz gereken asıl gerçek; gözlüklerimizi kılıflarından çıkartıp baktığımızda asıl olanı, bilimsel verilerle kanıtlanmış bir bilim dalıdır. Primitif zamanlarda ve cahiliye dönemlerindeki toplumun benimsediği trajediye dönüşen sosyal olayları, göz önüne alırsak, insanın doğasındaki bu hayvansı vahşiliğe her seferinde dinler ile DUR denilmiş. Peki, nedir bu vahşet?
Örneklersek; Roma arenalarındaki gladyatörleri hepimiz okumuş, filmlerde aşinayızdır; “insanı aslanlara yedirmek” ve her kanlar içinde ölen köle insanların arenada can çekişmelerinde sevinç çığlıkları. İslamiyet öncesi Arapların “kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri” Eski Mısır medeniyetine baktığımızda da 450 yıl hüküm sürmüş Firavun’un “çocuğu kendisini öldürecek” kehaneti ile ülkedeki her yeni doğan erkek çocuğunu boğdurması…
Bu üç sosyal kültürün “iğrenç/vahşet” dediğimiz etnosentrik bir bakış açısıdır. O insanların bugün bize yanlış diye gelen inanç ve kültürel tutumları nasıl ki anlaşılmaz ise içinde yaşadığımız kültürümüzün de, yarın doğru/yanlış kabul edeceği bir gerçeği olacaktır.
Bizler internet ortamında belki sizin “bilgi kirliliği” diye adlandırdığınız eleştiri/makale/şiir/alıntı vs… edebi metinlerimizde farkında olarak veya olmayarak kendi kültürümüzü, kendi hayatımızı yazdığımız gerçeklerdir. Bunu açıklayacak olan da bizler değil bir bilim dalı olan sosyal antropolojidir.
Hiç unutmam İ.Ü.Tıp. Fak’den mezun bir Fizik Ted. Uzmanı Tüzün adlı doktor arkadaşımız bir gün bir sohbetimizde;
“Sınıfımızda Afrikalı bir zenci arkadaşımız vardı. Ona sormuştuk. Hiç insan eti yediniz mi, diye. Bize anneannesinin başparmağını yediğini söyledi. İğrenerek sorduk. Neden yediniz, tıp okuyor ve aydın bir insansın sen? Diye sorduğumuzda, bize ilginç bir yanıt vermişti. Bu kendi kültür fanuslarında atadan beri gelen inançlarıymış. Eğer ölen bir yakınının, herhangi bir organını yerlerse, onun ruhunu bedeninde taşıyacak, onla bütünleşecekmiş. Çünkü bu ona duyduğu saygıyı/ değeri gösteriyormuş Bir nevi dinsel ibadetleriymiş. Töreleri bunu emrediyormuş.”
Şimdi bizler bu olaya tanık olsak; “ayyy, ne iğrençler!.. Ne vahşet!” sözcükleri dudaklarımızdan çıkacak. Oysaki Afrikalıların kültürlerini öğrenmek, anlamak gerekiyor. Aksi olursa bu anti sosyal tanımlamamızla; bireyler arası, ülkelerarası, kültürlerarası bir anlaşmazlık sebebinin dogmasına neden olacaktır. Bu etnosentrik bakış açısı çoğu zaman inatlaşarak, uç noktalara kadar varmamızı, hatta geçmiş tarihlere bakarsak, özellikle de Amerikalıların Kızılderilileri katletmeleri, Hitler’in Yahudileri yok etmeye çalışması, günümüzde Amerikalıların Irak’ta askeri koşullanması nasıl açıklanabilir ki? Ya Taliban’ın din adına, cihat adına 70 bin insan ile bir ordu kurmasına ne ad verebiliriz?
Uygarlığın hangi kıstası doğru olarak kabul edilebilir ki? Doğru nedir? Yanlış nedir?
Anadolu’nun bağrına konuk olan bir yabancıya “hoş geldin” ile koç kesilip kurban kanları akıtılırken, kutuplardaki bir Eskimo evinde size” eşini sunma” geleneği zıt gelebilir. Hindistan’da sekiz yaşındaki bir kız çocuğu ile 70 yaşındaki bir Hintli adamın evlenmesi, bize sapıklık gelebilir. Dünya sex ticareti ile bilinen ve kazanan Filipinlerdeki 10-20 yaş arası kızların devlet eliyle “fuhşun” resmi kılması, 20 yaşından sonra emekli edilmesi, bize günah gelebilir.
Bu etnosentrik bakış açısından baktığımızda savaşların, toplu kıyımların yaşandığı Orta Doğuda bir siyasi devir kapanmış, bir başka siyasi döneme girilmiştir. İran halkı şikâyetçi olduğu, bir Şahlık dönemini kendi isteği ile sona erdirdi. Humeyni İran için kurtuluştu. Ne oldu? Şimdi İran halkı mutlu bir kültür mü? Amerikalıların Irak’a asker göndermesi ile “diktatörden kurtarma” sözü ile onlara önceleri kucak açan, çiçeklerle karşılayan Irak Halkı, şimdi yaşadığı hayal kırıklığı ile nasıl yaşamakta? Mutlular mı? Her iki örneklediğim ülkeye kavramsal olarak ne sunuldu? Özgürlük! Hani nerede?
İşte kültürel öğretilerimiz dâhilinde bir ötekini yorumlarken, ötekilerinde bizi kendi kültürel deneyimleri ve bilgileri ile hem yargılayacak hem de değerlendirecektir.
Başka bir öz yaşamımdan örnekleme;
Bir gün AKM de çalıştığım yıllarımda Çin Operası gelmişti. 800 kişilik bir kalabalık korosu ile dikkatleri çeken “Çin” Hakkında pek bir bilgimiz de yoktu. Ta ki onları kendi sahnelerimizde izleyene kadar…
Sevgi Ve ışıkla
Emine Pişiren/Bursa
01.Ocak.2010
Devam Edecek
YORUMLAR
emine pisiren
Her zaman gerek şiir gerekse özgün metinlerimi paylaştığım sayfama konuk olmanız ve yorumla eşlik etmenizle mutlu ediyorsunuz kaleminizle beni...
Sonsuz teşekkürler.
Sevgi ve ışıkla