- 631 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 10
Sabahleyin yine babamla birlikte yaptığımız bisküi kahvaltısından sonra, duvardaki çivide asılı siyah okul önlüğümü ve beyaz yakamı getirdi babam.
- Bu gün okula başlayacaksın, deyip giydirdi bana.
Çok mutlu değildim, okula gideceğim için. Heyecanlıydım ama başka türlü bir heyecandı bu. Pendik’te okuduğum okulda hiç de mutlu olmamıştım. Şimdi burada beni nasıl günlerin beklediğini bilmiyordum.
Okul, kahvemizden yüz metre kadar Pendik tarafında ve yolun karşısındaydı. ( Şimdi Kurtköy Halk Eğitim Merkezi olmuş.) Yaklaştığımızda çocuklar okulun önünde sıra olmuşlardı bile. Tek katlı, ahşap çatılı, sarı-kırmızı boyalı küçük bir binaydı. Babam, çocukların başındaki, otuz yaşlarındaki öğretmenin yanına gidip , beni işaret ederek,
- Selâmi Bey ; sana talebe getirdim. Bu benim oğlum . Eti senin kemiği benim ! deyip gitti. İnce, uzun boylu, güleç yüzlü biriydi Selâmi Bey. Kurtköy’den Pendik’e doğru giderken , önce Şeyhli köyü, ardından da Yayalar köyü gelirdi. Selâmi Bey bu Yayalar köyündendi.
- Gel bakalım aslan parçası ! Adın ne senin ?
- Fikret, öğretmenim.
- Kaça gidiyorsun sen ?
- İkiye başladım öğretmenim.
- Hangi okuldan geldin ?
- Pendik Süreyya Paşa İlkokulu’ndan öğretmenim.
- Aferin sana. Geç bakalım sıraya. Bak ikinci sınıflar orada.
Sıra ,boy sırasına göre yapılırdı. Ben de en kısa olduğumdan, en öne dikildim. Çocuklar şaşkın bir halde bana baktılar. Biraz sonra Öğretmenle birlikte İstiklâl marşımızı söyleyip, bayrağımızı gönderden indirdik.
Büyükçe bir sınıfa girdik hep birlikte. Beş sınıf birlikte ve tek Öğretmen tarafından okutulacaktık. Beşinci sınıfların yerinde kocaman bir kız öğrenci tek başına oturuyordu. Sonradan Nesrin abla olduğunu öğrendiğim o uzun boylu, sakin duruşlu kız, beşinci sınıfın tek öğrencisiymiş. En kalabalık birler, sonra ikiler, üçler, dörtlere kadar azalmaya devam ediyordu öğrenci sayısı. Öğretmen, sınıfı susuturmakta zorluk çekiyordu. Her sınıfa ayrı ayrı dersler veriyor, çalışmalarını isteyip, diğer sınıfa yöneliyordu. Çok zor bir işti bu.
Teneffüste bizim sınıftaki çocuklarla tanışmaya başladım. Genellikle köyün yerlileriydi. Üç kişi vardı, gelme. Bunlardan biri Beykoz Kılıçlı köyünden , Ormancı Ömer’in oğlu Orhan. Daha sonra en iyi arkadaşlarımdan biri olacaktı o. İki tane de Bayburt’lu vardı. Hilmi ve Nuri. Çocuklar arasında pek sevilmeyen yaramaz çocuktu onlar. Anneler ve babaların çocuklarına oynamamaları için tembih ettikleri iki çocuk. Köylülerden Serdar vardı, Mustafa, Emel, Melâhat, Sevilay, Meral, Saime. Sanırım ikinci sınıf bu kadardı. Herkesin ailesi orta hlliydi. Bir Mustafa vardı, babasız ve yoksul biline. Fakat ben galiba en yoksullarıydım. Mustafa’nın bir kardeşi cemal vardı, bir de ikiz kardeşleri Hasan-Hüseyin. babaları genç yaşta kalp krizinden ölmüş. Anneleri Melek teyze çalışkan, düzgün bir insandı.
Sevmiştim okulumu. Öğretmen güler yüzlüydü. Ne kadar kızsa da sert davranmıyordu bize. Benimle de ilgileniyordu. Ders arasında istediğimizde, okulun bahçesindeki tuvalete gidebiliyorduk. Can sıkıntısına bile çıksak, kızmıyordu öğretmen.
Öğle tatilinde kahvemize gittiğimde, öğretmenimizi de orada gördüm. Hem de ibram ağa ile kâğıt oyunu oynuyordu. Adeta koşarak gelmiş ve oyuna başlamıştı.
Yüz gram zeytin, yüz gram beyaz peynir aldım bakkaldan. Bir de ekmek. Yanına birer çay. benimkisi yine paşa çayı elbet. İştahla yedim o gün öğle yemeğimi. Artan ekmekleri de Tekir ve Karabaş’a paylaştırdım. Sonra da koşarak gittim okula. Okulun arka bahçesi vardı kocaman. Çocuklar orada top, sek-sek , kovalamaca gibi oyunlar oynuyorlardı. Orhan ile Serdar kızlara en yakın olan çocuklardı bizim sınıftan. Hilmi ile Nuri ise, başkalarının oyunlarını bozmaya çalışıyorlardı daha çok. Özellikle de kızlara sataşıp, onları kızdırmaktan zevk alıyorlardı.
İlk günleri pek giremedim oyunlara ama sonraları, özellikle Orhan ve Serdar sayesinde karıştım aralarına. Orhan orta boylu, kumral , ince, güzel, temiz yüzlüydü. Babası Ormancı Ömer amca da bizim kahveye geliyor , babamı tanıyordu. Serdar, biraz şişmanca, tombul yanaklıydı. O da temiz ve güzel yüzlüydü doğrusu. Babası Nuri amca, minübüsçüydü. Köyün en eski şoförlerinden biriymiş o.
Okul bittiğinde, kahvenin bir köşesindeki masaya iliştim. Çantamı açıp, defter-kalem ve kitaplarımı çıkarttım. Babamın söylemesi gerekmiyordu. Ders çalışmak içimden geliyordu.
İnsanlar benim ders çalıştığımı umursamadan, benden bir şeyler istemeye devam ettiler. Kimisi çay istedi, kimisi su. Kimisi de sigara-kibrit. Gürültülerine, küfürlerine ve sigara içmelerine de devam ettiler. Ben inadına çalıştım derslerime. Onlardan bile aferinler aldım.
Sınıfımın çalışkan öğrencilerinden biri oluverdim kısa sürede.
Selâmi Öğretmen de benimle biraz fazla ilgilenmeye başladı. Hatta ileriki günlerde işi bayağı da abarttı. Şimdi söyleyeceğime inanamayacaksınız, hatta biraz da ispiyonculuk olacak..Beş sınıfı birden bana emanet edip, bizim kahveye, İbram ağa ile prafa oynamaya gitmeye başladı..
Prafa, kâğıtlarla oynanan bir oyundu. Bazı oyunları ben de öğrenmiştim kahvede seyrederek. Pişti, bulüm, domino gibi. Prafa, tavladan sonra, öğrenemediğim diğer oyundu benim....
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Hiç fakirlik yaşamamış kalemlerin,"fakir edebiyatı" sırıtır.
Hayata bakışındaki farklılık,duygularını yansıtma biçimi yazanı eleverir.
Halkını sevmek,yazmak için fakir olmak gerekmiyor elbet.
Ama "halkı yazmak" için,"halktan" olmak gerekiyor.
Fikret beyin yazılarında ki duygusal zenginliği,çarpıcı samimiyeti görüyor ve seviyorum.
Fikret Bey yazınızı okurken çocukluğum gözümün önüne geliyor. Ben de beş sınıfı aynı yerde okuyan bir öğrenciydim. Birinci sınıfta çok çabuk okumayı öğrendiğim için çok canım sıkılıyordu. Çizgi çubuk çizmeyi sevmiyordum.
Sizin öğretmen gibi, beninkide bana torpil geçip, ikinci sınıfı okutmadan üçüncü sınıfa atlatıvermişti.
Yalnız boy kunusunda sizin kadar şanslı değildim. Sınıfta en uzun boylu öğrenci ben olduğum için hep en arkaya dikilirdim. Bu da benim sinirimi çok bozardı. Küçücük aklımla, boyu kısaltan bir şeyler var mı diye arar dururdum.
Yazınızı ilgiyle takip ediyorum. İyi gidiyorsunuz.
Tebrikler... sevgiler...
duvardaki çivide asılı siyah okul önlüğümü ve beyaz yakamı getirdi babam.
İşte beni siyah önlüklü çocukluğuma sürükleyen,anlamlı sayfa ,şöyle içinden kendine ait incileri toplarsın ,ve saklarsın yüreğinde o güzel yazan kalemin izlerini ...
bir kaç bölümünü okuyamadım ,çok güzel gidiyor ..
Saygım ve sevgimle...
Oya gedik tarafından 1/31/2010 11:27:46 AM zamanında düzenlenmiştir.