- 1826 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
“İPİN UCU PUŞTUN ELİNDE”(!)
Sevgili site yöneticisi ve okuyucu kardeşim, bu yazıdaki sürçü lisanlarımdan dolayı şahsınızdan peşin olarak özür dilerim.
İmamın biri görevli olduğu camiye ders almaya gelen insanlara belirli bir müddet ders verdikten sonra, “Size öğrettiklerimi cemaate de anlatmam lazım. Yalnız yanlış anlatmamam için birinizin beni uyarması lazım” demiş. Nasıl uyarılacağı konusunu tartışıp karara varmışlar. Nihayet toplanan cemaate dersi anlatacak imamın kaftanına bir ip bağlayıp ders almış olanlardan birinin eline de diğer ucunu vermişler. İmam yanlış söylediğinde ipi çekerek uyarsın diye.
İmam çıkmış mihraba başlamış konuşmaya. İmam doğruda dese, eğride dese ne derse desin ipi tutan kişi her defasında ipi çekerek uyarıyormuş. Bu olay devamlı olunca imam bir şey anlatamamış, bakmış olmayacak, mihrapta durmanın faydası yok. Cemaate dönüp “Ne diyeyim cemaat ipin ucu puştun elinde” demiş, konuşmaktan vazgeçerek mihraptan inmiş.
Ben okuduğum şiirlere genelde yorum yazmıyorum. Doğruyu yazsam eleştiriye kapalı biriyse azı dişlerini göstererek saldırıyor. Yalan, palavra yazsam vicdanen rahatsız oluyorum, olmaz. O kişi kendini yenileyemez. Bilmediği halde bir şey bildiği sanır. Pehpehçi, yıkıcı, caydırıcı değil öğretici olmamız lazım.
Ben hayatımın en ağır eleştirisini Adanalı Mansur EKMEKÇİ’den aldım. Yapıcı eleştirisinde haklı olduğu için yaşıtım olduğu halde elini öpüp, “Hocam ne olur bana da öğret” demiştim. Bugün ona çok şey borçluyum.
Ne şiirlerimde ne de düz yazılarımda hiç bir şair, yazar bozuntularının adlarını yazmadım. Yazmamda o zaman cevap hakları doğar. Siteler sürtüşme boğuşma yeri değil bileğine, bilgisine güvenen erlerin meydanıdır. Tabi kanı bozuk olmayanlar için.
Ben yüzde yüz eminim ki bunu istenen her meydanda da ispata varım, günümüzde yazar ve şair geçinenlerin yüzde doksanı, bizler ne yazık ki bu ülkedeki cahil kesimin yüzde doksanını oluşturmaktayız. Gönül dostuyuz diyoruz ama kesinlikle değil, bizler hortumcu birlikleriyiz. Genelde hazımsız, haset ve fesat takımıyız.
Efendilik şimdi Atatürk’ün dediği manadaki gibi anlaşılmıyor. Tahsili olamayana, az olana daha doğrusu devlet dairesinde temizlik yapanlarla köylüye dalga geçme manasında “Efendi” diyoruz. Aslında (bazı) yularlılara efendilik yakıştırılıyor. Ama gerçek tahsili, efendiliği hayat fakültesi öğretir, verir. Alabilenler, kafası saman dolu olamayanlar alırlar. Her kazan, tencere ve tava kalay olmaz. Ana yapı maddesi bozuk olabilir.
Daha önceki bir yazımda benzeri bazı konuları açıklamıştım. Yazdıklarım doğruda olsa yanlışta olsa arkasındayım. İspatını edemeyeceğim hiç bir sözde yazmadım. Yazdığım yanlış ve iftira bile olsa karşımdaki kişiler olgun ve delikanlı olmak zorundadırlar. Tabi gerçekten şairlerse, yazarlarsa, çizgi üstü kültürlü bir insanlarsa. Hele benden yaşlı ve “Şu kadar kitap sahibiyim” diyorlarsa, utanmadan toplulukta palavra atıyorlarsa. Ama çok kitap sahibi olmadan önce kitapsız olmamak lazım! Çünkü bu sitelerin yöneticileri ve üyelerine kimsenin terbiyesizlik yapma hakkı ve ayrıcalığı yoktur. Kitap yükü taşıyan eşekten farkımız olması lazım. Sitelerinde uyulması gereken kuralları vardır.
Bir de kişilerin konuştukları, yazdıkları, hal ve hareketleri, yürüyüşleri bile o kişilerin kültür seviyelerini gösterir. İlle benimde bazılarının yaptığı gibi bazı hödüklere(!) zağarlık yapmam gerekmiyor. Şakşakçıları şişirdiğinden bazıları balon olduğunun farkında bile değil. Önemli olan pamukluk ya da yamukluk yaparak anılmak değil, delikanlı kalıp, öğle ölüp, öldükten sonra anılmaktır. Öldükten sonra insan eseriyle, yanlış yorum yazanlar semerleriyle anılırlar. Pamukluk yapıp Nobel ödülü alanlara özenmememiz gerekir.
Bildiğiniz gibi bu ülkenin bazı illeri çeşitli zamanlarda farklı ırktan düşman istilalarına uğradı. Zalim düşmanlar suçsuz kadınlarımıza kör, topal ve sakat demeden zorla tecavüz etmişler. Birileri sanırım o nesilden kalma ki(!) yazdığım şiirler ve yazılar yaralarına, kanlarına dokunmuş olmalı ki(!) bana sürtünüyorlar. Onları kaşıyacak bende kaşağıda yok, sürtünecekleri de ben değilim, aynı nesilden her ilde bir kaç tane var. Onlardan birini bulup sürtünseler iyi olur. Çağımızda onların nesli artıyor, eksilmiyor bizim gibi. Hiç bir halimle onların seviyesine çıkamam.
Layık olmayanların adını iki ağzımdan da çıkarmadım. Ben onların adının çıktığı alt ve üst ağzı kesinlikle taşımam. Keser atarım. Çünkü mutlaka kanserden daha pis, çaresiz bir hastalık bulaştırırlar.
Yanlış eleştiri yapanların anası babası farklı nesli çıkmayan bir hayvan türünden desem o hayvana ayıp olacak, ona hakaret etmiş olacağım. O hayvan türünden olsalar bile bu kadar sürtünmemeleri gerekirdi. Çünkü onlara isimleriyle “O..” diyen yok. Affedesiniz asil bir köpek bile kendine taş atmayınca saldırmaz. Ne yazık ki bazılarımız onlardan da aşağılara iniyorlar.
O yazılar doğru olmasa tebrik yorum yazıları da yazılmazdı, yaralarına dokunmasam onlarda gocunmazlardı. Başka yarasına dokunduklarım neden yorum yazamıyorlar? Çünkü ispata varım. Birilerine dokunacak diye yazmayalım mı?
Ben yarışmalara daha iyisini yazmak, hatalarımı görmek, dersimi daha iyi çalışmak için giriyorum. Değilse bazen vaat edilen ödüllerin verilmediğini, verilecek ödüllerin sıradan şeyler olduğunu biliyorum. Benim yegâne amacım Pir Sultan Abdal’ın yolunda olmak, kalmak ve ölmektir. O Hızır Paşalara eğilmemiş ki ben zamane hızır paşalarına eğilsem! Asla! Boynum kesilir belki ama adam olmayanlara zağarlık yapamam. Yarın Pir Sultan Abdal üstadım suratıma tükürür. Ama bende bana hızır paşalık yapanlara minnettarım. Hızır paşa olmasa Pir Sultan Abdal, kavatlar olmasa ben Dursunî olmazdım.
Yarışmalarda derecelerin isimlere, simit, tost ya da bir bardak çay ısmarlayanlara verildiğini şimdiye kadar bilmiyordum, bazılarının sayesinde öğrendim. İsteyene bu ismi de veririm. Parmak hesabı dahi yapamayan, hece şiirini serbest sanan kavatlar jüriye seçilirse sonuçlar vasat olur. Değilse ben kesinlikle verilecek ödülün peşinde değilim, basit hediyelere ve tavuk misali reklâmlara da ihtiyacım yok. Yarışmaların jürilerine hatalarımı sorduğum zaman delikanlı gibi doğru ve inandırıcı cevaplar neden veremediler? Kurban kemiğiyle ben canlanmam. Ama kanını tahlil ettirmeye yanaşamayanları canlandırır. Çünkü onların şölenlerde nasıl ağırlandığını biraz biliyorum.
Aynaya bakanlar her zaman kendilerini görürler. Ya da güneşli havaya çıkabilenler gölgelerinin boyunu görürler. Gölgeler de geziyorlarsa boy ölçülerini bilmezler. Benim yazı ve şiirlerimde kendilerini görmemiş olsalar kırmızı görmüş boğa gibi saldırmazlardı. Yorumu delikanlı olsalar yazılara veya şiirlere yaparlardı. Tabi anlıyorlarsa? Kişinin kendine yapılan yorumlar yazanlara özgü vasıfları gösterir. Benim onlara cevap vermeme gerek yok başka değerli okuyucular cevaplamışlar. O okuyucuların bazılarını tanımıyorum. Tabi tercümansız anlayabilirlerse! Ayrıca onlara da teşekkür ederim.
Şayet şahıslarına saldırı olmuşsa şahsa yorum yazacaklarına bu ülkede hak aramanın başka yolları vardır. Sıkıyorsa oralara gidebilirlerdi. Ne yazık ki eceli gelen köpekler cami duvarını pislermiş. Her halde kalplerini durdurmamı istiyorlar ama Allah mükemmel yarattığı şu dünyada en küçük bir pisliği bile boşuna yaratmamıştır. Bir hikmeti vardır. Ona saygımızdan dolayı pisliklere basmak istemem. Asaletli bir köpek hak etmediği sözü duysa kudurur ve sokaklarda dolaşmaz.
Ben elli yıllık ömürde çok ceylan kılığında çakallar gördüm. Bundan sonra çakallar yolumuza çıksa ne yazar? Sonuçta Allah’ın takdir ettiği olur. Muhatapları bile olmam ama bu yazıyı okuyucularımı bilgilendirmek için yazıyorum. Ben onlar gibi ıkınarak şiir veya yazı yazan biri değilim. Şimdi bana bir kaç kez daha kısa devre yaptırdıkları için yeni şiirlerini yazıp yine sitelere atacağım. Yeteri kadar hızır paşalarım var.
Ben birinin kullanımında ya da güdümünde değilim. Domuzlardan korkan tarlasına darı ekmez. Her zaman büyük balık küçük balığı yutmaz. Küçük balık bir oltaya bağlı olabilir. Ondan sonra olta ciğerlere inebilir, hasta kalpleri durdurabilir, hasta ruhları çıkarabilir, bazen de o hasta ruhları tersten çıkarabilirler.
Bir sağlık kuruluşuna aldığımın hizmetin teşekkür yazısında “Görevli doktorun doktora ihtiyacı vardı” yazmıştım. Bir yıl geçmedi o doktor yine doktorluk hatası yüzünden ölmüş.
Her hangi bir yazı ya da şiiri yazana kimsenin dinsiz(!), salak(!), zavallı(!), sümüklü(!) vb. bizzat kendilerini anlatan yorum yapamazlar, yazamazlar. Kem söz sahiplerine aittir. Bunları burada olmazsa mahşerde mutlaka ispat edeceklerdir.
Köyün birinde günümüz yazar ve şairlerinden bazılarının ahlâk seviyesinde cahil bir kabadayı varmış. Her vardığı yerde hiç sıra beklemez hemen kaba kuvvet kullanarak en öne geçer işini yapar ya da yaptırırmış. Bir gün başına belayı bulacağını bilen garip annesi “Oğlum bu kadar zalim olma, insanlara tepeden bakma bir gün …… kıllıya çatarsın, belanı bulursun, dersini alırsın, acı dersini almadan ne olur nasihatimi dinle ve uy” demiş.
Bu nasihati dikkate hiç nazari dikkate almayan kabadayı bir gün geç vakit köyde değirmene gitmiş. Bakmış sıra çok fazla, öğütülecek çuvalları omuzlayıp ilk sıraya çıkıp durmuş. İlk sıradaki ve diğerleri ne dediyse laf dinletememişler. Kafasının tası atan ilk sıradaki köylü bu cahil kabadayıyı aldığıyla yere çarpmış ve altına almış. Kabadayı alttan yukarı bakınca köylünün donunun anının yırtık olduğunu ve yırtıktan fal taşı gibi açılmış gözlerle bakınca kılları görmüş. “Eyvah annemin dediği ….. kıllı buymuş galiba” demiş. Güzelce dayağı yedikten sonra sırasını bilip beklemiş.
Bu kavatlar sanki büyük bir marifetleri varmış gibi üstelik şölenlere ücret ödenerek gelirler. Bizim gibi katkı payı ödeyerek değil. Şölenin birinde asansör askıda kalınca yanındaki bayan arkadaşını öptüğünü anlatan ayarı düşük şair bozuntusuna aynı ayardaki diğer biri “Bir daha bunun geldiği yere kesinlikle gelmeyeceğim” diyordu. Hâlbuki bizlerin gözünde kalite farkları aynıydı. Ama düzenleyen kişi mükemmel bir şahsiyetti. Onların adı çıkmış okumaya değer şiirleri olmasa da.
Değerli site yöneticisi arkadaşlar. Lütfen sitenizin kurallarına sadık olanlara yer veriniz. Sitenizin en kültürsüz üyesi en az sizin kadar kültürlü olmalıdır. Lütfen hiç bir üyenizi böyle cevabi yazı yazma zorunda bırakmayınız.
Ben en cahil geri zekâlı birilerinin dahi yoruma gerek kalmadan anlayacağı şekilde yazmaya çalıştım. Daha da anlamamışlarsa anlayanlara sivri sinek saz, anlamayanlara davul zurna az. Ne yapalım Allah öğle yarattıysa kafalarını matkapla açıp içine zımbalayacak değiliz ya.
Kültürlü insan eleştiriye açık olur. Ben yazı ve şiirlerime yapılan eleştirilere kızmıyorum. Şahsıma yazılan yazıları uygun bulmuyorum. Dilerim bundan sonra imamın işinde olduğu gibi “İpin ucu puştun elinde” olmaz inşallah. İmam gibi meydandan inmek zorunda kalmayız. Hepsi o kadar. Hodri meydan. Teşekkür eder başarılar dilerim.
Dursun Yeşil – Eğirdir 24.01.2010
YORUMLAR
Ukala bir öğretmen olmaktansa 40 yaşında bir öğrenci olmayı tercih ederim... Yazınız beni etkiledi ve çok ders alınacak bir yazıydı. Ben eleştriye açık biriyim ve eğer az da olsa bir şeyler karalamışsam burada yapıcı elşetrileri aldığımdandır ve kendimi geliştirmek de istiyorum çünkü ben yazmayı çok seviyorum, insanların değişik düşüncelerini okuyup kendimi daha iyi hissetiğimi bilirim.
Bu değerli mekalenizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyor ve yazılarınızı takip ediyor olacağım... Hürmetlerimle
Selam ve saygılarımla
Yazıyı dikkatle okudum.
Eleştiri kültürünün az olduğu hakkında devamlı yakınan biriyim.
Her söylediğinize katılıyorum.
Yazıyı eleştirmek başka yazarı rencide etmek başka şeylerdir.
Ahbap çavuş ilişkilerini de kınıyorum.
Üzüm yemek değil bağcı dövmek için burada çırpınanları da kınıyorum.
Yağdanlıklara kendinize gelin diye sesleniyorum sayenizde.
Güzel bile olsa 30 şiirle şair olunmaz. Şair değilim ama bunu belirterek yazmaya öğrenmeye gayret ediyorum. Kendimi biliyor ve böbürlenmiyor um. Mütevazi olmak güzeldir.
10 Numara bir yazı okudum.
Mevzuyu bilmiyorum ama içerik doğru.
Saygı ve selamlar.