- 768 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
.
Alnıma yazılan kader gibiydi, bu içimdeki hiç bilmediğim uzaklara gitme arzusu. Bugüne kadar bu duyguyu ne bastırabilmiştim ne de söküp atabilmiştim. İyi ama neydi bu, içimde sürekli kaynayan meçhul yerlere göçüp gitme hevesi? Neydi içimdeki bu karşılık bulmayan vuslat aşkı? Nereye, kime, ve ne için gitmek? Ama bu isteğin karşılığında büyük bir aşkın olduğu kesindi. Çünkü en güzel yar yanımda da olsa, en ulaşılmaz sandığım lezzetlerin ortasında da olsam bu duygu yakamı hiç bırakmıyordu. Hayatımda ki en büyük mutluluk oğlum da içimde ki bu gitme aşkını öldüremiyordu. Çoğu zamanlar, ev halkının yatmaya çekildiği bir gece bir yarısı, balkona çıkar, gökyüzündeki yıldızlara bakıp içimde kime olduğunu bilmediğim bir hasret ateşi yakardım. Hatırlıyorum, tatile giderdik. İnsanlar geç saatlere kadar eğlenir(ben dahil) sonra pansiyonlara otellere yatmaya çekilirlerdi. Bunu fırsat bilen ben sonra yeniden ıssız sahile inerdim. Saatlerce yakamozları seyreder, denizin öbür ucunda, ötelerde, bir ananın oğluna özlemi gibi neye olduğunu bilmediğim bir özlemle kavrulur dururdum.
Ve bir gün içimde bitmek bilmeyen bu gitmek baskısına daha fazla karşı koyamadım. Bir anda topladım tası tarağı, arkamda, bıraktım şaşkın ve kızgın insanları.
Nasıl geldiğimi anlamadan kendimi otogarda buldum. Şaşkındım! O an yaptığımın doğru olup olmadığını sorgulamak bile istemiyordum. Sadece kesin kararlıydım. Sonunda ölümde olsa içimi yakan bu ateşi söndürecektim. Gözümü karartmış bir şekilde, “Kes” dedim biletçiye, “Beni en uzağa götürene.”
Otobüse bindim. Bir süre sonra yol alıp sevdiklerimi geride bıraktıkça, içimdeki uzaklara gitme hissi geçen her kilometrede irtifa kaybedip yerini acı bir burukluğa bıraktı. Fakat içimdeki bu burukluğu anlamak ve onu haklı çıkarmak istemediğim için, uzakların güzel hayalleriyle avuttum kendimi.
Çok uzun süren bir yolculuktan sonra hiç bilmediğim ve artık aradığımı bulduğumu sandığım yerlere geldim.
Geldiğim yer yemyeşil çam ormanların, masmavi denize kadar uzandığı bir kıyı kasabasıydı. Otele yerleşip, kendimi hemen denizin kıyısında bir çay bahçesine attım. Etrafımda ki güzellik baş döndürecek kadar güzeldi. Lakin bu seferde içimde nedenini bilmediğim bir sıkıntı peydah olmuştu. Tatillerde bile böyle yerlere geldiğimde özellikle deniz beni büyüler, kendimden geçirirdi. Oysa şu an baksam da ne denizi umursuyordum nede o içimi serinleten kokusunu hissediyordum. Oysa ben buralara mutlu olmaya gelmiştim. Bu işte bir gariplik vardı! Şu eşsiz güzellikler, şu an benim cansız bir tablo gibiydi.
Günler geçmeye başladı. Geçen zamana ısrarla gönülsüz tatlar sığdırdım. Ama onlarda içimdeki aşkı söndürmeye yetmedi. Bir zaman sonra buralardan buz gibi soğumaya başladım. Günlerce, kah denizin kıyısında, kah orman kuytularında, kah çarşı, pazarda avare avare dolaşıp neyi aradığımı bulmaya çalıştım. Mutluluğu aramaya çıkan ben, şimdi eskisinden de mutsuzdum. Daha kötüsü umutsuzdum. İşin garip yanı şu an içimde, uzaklarda bir yerlerin şiddetli özlemi başlamıştı. Ailem, dostlarım ve yaşadığım topraklaraydı bu özlem. Oysaki şu an hasretleriyle kavrulduğum uzaktaki o insanlar, aslında bana hep en yakın olanlardı.
Gittiğim uzak yerlerde son akşamımdı. Kumsala indim. Saatlerce güneşin battığı yere, ufka baktım. Eskiden olsa, karşı kıyılarda bir yerlerde hep beni bekleyen gizemli bir şeylerin olduğunu düşünür, heyecanlanırdım. Gerçek olacakmış gibi tatlı tatlı düşler kurardım.
Halbuki şu an denizin öbür tarafından bakanlarda, buraları uzaklar diye düşünüp pembe hayaller kuruyorlardı. Buralarda da her şey oralardan daha farklı değildi ki. Sonuçta hepimiz Ademoğulları değil miydik? Duygularda aynıydı, düşlerde. “Peki” dedim kendi kendime, neydi bu beni içimde aralıksız bir yerlere götürme isteği? Acaba bıkmak mıydı sahip olduklarımdan? Onların yokluğuyla sınanmam mı gerekiyordu? Onların değerini ancak böyle mi anlayacaktım? Hani bal yiyen baldan usanır derler. İnsan hayatında hep arzuladığı kişiyi elde etse bile bu arzular sonradan eski hararetini kaybedebiliyor. Bir süre sonra ateşli arzular başka adreslerde aranabiliyor. Ya da insan çok zengin olsa en pahalı zevkleri tatsa bir süre sonra onlardan da usanabiliyor. Ama insanın usanmayacağı, ya da lezzetine hiç doyamayacağı bir şey vardı oda Muhabbetti. Yani sevgi, yani şefkatti.
Yerini hiçbir şeyin dolduramadığı sadece eşinde, dostunda yuvasında bulduğu bir hazineydi bu. İnsan ne çare ki bazı kıymetlerin değerini kaybedince anlıyor ve şu an buralarda en çok bunun eksikliğini hissediyorum. Öyle ki buradaki onca kalabalığın ortasında yapayalnızım. Düşünüyorum da, yoksa içimde bitmek bilmeyen gitme arzumun adresi hep yakınlarım mıydı? Onların sevgilerine mi daha fazla ihtiyaç duymuştum?
İçimde beni yakıp ta vuslatına ulaşamadığım aşkın, ya da beni delicesine uzaklara götürmek isteyen heveslerin açlığı bundan mıydı? Bir yerlerde ben mi hata yapıyordum?
Ama mutluluk, aşk, vuslatlar kendiliğinden gelmiyordu, bunlar aynı zamanda emekte istiyordu. Düşündükçe daha iyi anlıyordum şimdi. Yani gönül bahçesine bir gül dikip bir gülistan kadar ilgi mi beklemiştim yakınlarımdan? Aşk sunmadan meşk mi beklemiştim?
Hemen o saat topladım pılıyı pırtıyı, büyük bir hasretle döndüm yuvaya. Önce sitemler oldu hakkıyla. Ardından gönül almalar ve eldekilerin değerini geçte olsa anlayıp, sıkıca sarılmalar. O günden sonra hata mı kimselere belli etmeden yüreğimden karşılıksız güller uçurdum aileme, dostuma. Karşılık oldu sevgileri, aşkını arayan vuslatıma.
Tabi bu arada içimdeki o inatçı gitme ihtirası zayıfta olsa gene yoklamadı değil. Ama öğreniştim artık, uzaklarda kurulan düşlerin kahramanları, aslında hep yakınımdakilerdi.
YORUMLAR
Sevgili kardeşim Mustafa, zaman zaman hepimiz her şeyden kaçıp kurtulmak, yeni yerler, yeni arkadaşların özlemini, ya da, bilinmeyeni özleriz. Neden olduğu, nasıl olduğu önemli değildir.
Sadece yeni ufuklara kaçmak isteriz. Oysa hiç bir zaman ufku yakalayamayacağımızı bildiğimiz halde... Aslında ihtiyaç duyduğumuz tek şey, sevgi ve yine sevgidir.
Bu karşılıksız sevgiyi de, bize verse verse, ailemiz verebilir. Yazı çok güzel ve akıcı. İnsan okumaya başlayınca, sıkılmadan sona ulaşabiliyor. Ne çok kısa yazılarda kaybolupta yarım bırakmışımdır bir bilseniz. Sizin yazılarınız uzunda olsa, okunmadan geçilecek gibi değil.
Tebrikler... Sevgiler...
Mustafa Sakarya
değerli yazar güzel insan, mustafa abi....gerçekten hakikatli bir yazıydı....okurken kendimi çinde buldum...yüreğin dert görmesin...dua ile....
Mustafa Sakarya
Ama öğreniştim artık, uzaklarda kurulan düşlerin kahramanları, aslında hep yakınımdakilerdi.
en güzeli......istediğini yapma arzun.....yerine getirdinya......çok güzel bir anlatımla bizde seninle beraberdik....tebrikler faklı kalem....yine çok güzel yazılara imza atıyorsun kutluyorum...saygılar
Mustafa Sakarya
hepimizin zaman zaman yaşadığı bir olgu.
öyle güzel anlatılmışki insanı içine
alıveriyor. bazen sevdiklerinin değerini
anlamak için ara sıra uzak kalmak dahamı iyi
geliyor ne...tecrübelerim bana öyle diyo....
yine nefis bir yazı alkışları hak ediyor..
kalmin hiç susmasın dostum.
Mustafa Sakarya
"ne denizi umursuyordum nede o içimi serinleten kokusunu hissediyordum. Oysa ben buralara mutlu olmaya gelmiştim. Bu işte bir gariplik vardı! Mutluluğu aramaya çıkan ben, şimdi eskisinden de mutsuzdum."
Dostum yokmuydu oralarda sokak arasında bir internet kafe falan, veya küçük bir laptop'un gir internete bak can sıkıntından bir şeyler kalırmıydı. Şaka, şaka vallahi şaka.
Fesatlığıma ver yoksa meramını çok iyi anlamışım.
Aslında yapılan yorumlara bakıldığında, yorumcuların da aynı dertten muzdarip olması (ben de dahil) yazının anafikrinin, mesajının, kast-ı muradının herhangi bir yorum yapmaya mahal vermeyecek kadar net olduğunu tasdikler niteliktedir.
Ah o hep o insansı yakınmalar, "iki arada bir derede" şikayetler. Kızılelma'nın elde edildikten sonra kıs sürede "çürükelma"ya dönüşmesinin içbükey sancıları. Final cümlende "Tabi bu arada içimdeki o inatçı gitme ihtirası zayıfta olsa gene yoklamadı değil" diyerek bu sancılar, samimi itiraflara dönüşmüş. Ne mutlu itiraf etmiş rahatlamışsın.
Ya inat edipde kendine işkence edenlere ne demeli, bilmem ki.
Saygılar, selamlar
Ağyar tarafından 1/30/2010 12:43:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
Çoğumuz yaşadık benzer duyguları. Sonunda anlamayanızmı kalmamıştır sevdiklerimizin, sahip olduklarımızın değerini. Fakat dönecek cesareti, imkanı bulamayan ya da döndüğünde sevdiklerini yerinde bulamayanlarımız da olmuştur. Ne mutlu sahip olduklarının değerini zamanında bilenlerimize.
Mustafa Sakarya
********************************************
Yazılarınızı okuyorum.
Okumak,yazmayı öğrenmek...
değil mi aynı zamanda?
Nasıl başladığınızı,götürmek istediğinize yaklaşırken...
ya da sürüklerken yavaş,yavaş,
ne_ leri kullandığınızı...
Kurguladığınız sona ,
nasıl_ getirdiğinizi...
de okuyorum.
*******************************************
Daha okumadan yazdım,borcumu ödedim.
Şimdi arkama yaslanıp,keyifle okuyacağım.
Okurken de yazmayı...
Varolun hep.Selam,saygı.
kurtoviç
İşte bunu diyorum.
Başlayıp,başlayıp,
Buraya gelmeyi...
Mustafa Sakarya
İnsanlar ,her elde ettiği mutluluktan sonra daha fazlasını ister.Arzuların sonu gelmez.Bir çok zaman mutluluk hep yanıbaşımızdadır da ya uzaklaşınca ya da kaybedince anlarız kıymetini.Duygularınızı çok güzel,açık bir dille anlatmışsınız.Duygu yüklü bir yazı,kutlarım,saygılar.
Mustafa Sakarya
Yerini hiçbir şeyin dolduramadığı sadece eşinde, dostunda yuvasında bulduğu bir hazineydi bu. İnsan ne çare ki bazı kıymetlerin değerini kaybedince anlıyor ve şu an buralarda en çok bunun eksikliğini hissediyorum. Öyle ki buradaki onca kalabalığın ortasında yapayalnızım. Düşünüyorum da, yoksa içimde bitmek bilmeyen gitme arzumun adresi hep yakınlarım mıydı? Onların sevgilerine mi daha fazla ihtiyaç duymuştum?
İçimde beni yakıp ta vuslatına ulaşamadığım aşkın, ya da beni delicesine uzaklara götürmek isteyen heveslerin açlığı bundan mıydı? Bir yerlerde ben mi hata yapıyordum?
bir edebi yolculuğa çıktım.
sevgili Mustafa yazınız, beni hipnotize etti.
yüreğine, edebi diline sağlık diyorum.