- 2788 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
kanadımda kan lekesi
Serçe deli gibi uçuyor, denizin üstündeyiz. Ufka doğru açıldıkça yüreğim ağzıma geliyor. Buna dayanamaz.
-Birazdan düşer. Düşerse boğulur.
Arada bir dönüp bana bakıyor hadi gel der gibi. Yükselip hizalıyorum kendimi, şimdi beraber uçuyoruz.
-Düştü düşecek, bu yükseklikteki rüzgara dayanamaz.
Daha bir geriliyorum. Korumacı yanımda ısrar ediyorum. Göz mesafemde tutarken onu bir taraftan da düşerse nasıl kurtarırım onu hesaplıyorum. Bu duygu beni rahatsız ediyor.
-Sana ne?
-Kendini sınıyor, kendisiyle oynuyor…
-Bana ne?
-Ya gözündeki gül?
-Sanki sen onu tanımazken orada durmuyor muydu?
-Bırak şunun peşini?
-Eyvah..! şimdi…şimdi düşüyor
-Yok düşmedi, çok şükür..
-Beni bir yere götürüyor
-Bu denizin ardında bana göstereceği ne olabilir ki?
Artık iyice yorulmuştum. Güneşi beynimde hissediyor, bütün kemiklerimin acısına kanatlarım isyan ediyor. Aşağıdan geçen ilk geminin güvertesinde soluklanmayı düşünüyorum. Serçe az ötemde inadına hiçbir şey yokmuş gibi daireler çizerek sanki benimle alay ediyordu. Gözüme kestirdiğim yük gemisine doğru süzüldüm. En azından arkamdan gelir diye düşünüyorum. Hiç niyeti yok gibi,çaktırmadan onu gözetliyorum. Benim farkımda, oralı değilmiş gibi yapıyor.
-Gelmiyor aptal
- Yorulmadı mı bu?
- Benim aşamadığım denizi nasıl aşacak, intihar ediyor
- Cidden gelmiyor
- Gelir, gelir
Güvertedeyim şimdi.Yanık suratlı denizci çocuk dalmış yukarıya gökyüzüne bakıyor. Serçeyi o da fark etti . Hiç şaşırmadı. Belli ki kafası başka yerde. Serçe ufukta kara küçük bir nokta.Yok olmaya gidiyor.
……………….
Bu gün üçüncü gün…Hala uçuyoruz. Hiç dinlenmedi. Hiç bir şey yemedi. Ölmedi…Evet düşmedi ve ölmedi.Yorulmadı.Yoramadım. İlerde esmer bir ada var belli belirsiz. Hatırlamaya çalışıyorum. Daha önce burada yoktu.. Denizin ortasında gittikçe belirginleşiyor gittikçe yükseliyor. Deniz kaynıyor adeta. Rüya ile gerçeğin kıyısında, bildiğim tek duayı okuyorum.
-Rabbim ona aşk ver ve koru onu
Nihayet alçalmaya başladı.Adaya konacak sanırım.İnanılmaz ..olamaz bu…Denizin ortasında kentler yükseliyor.İnsansız şehirler. Hepsi serçeyi tanıyor..Serçe de onları…. evindeymiş gibi davranıyor, bütün sokakları biliyor, bütün adresleri..serçenin gözleri büyüyor, büyüdükçe ben küçülüyorum. İlk kez konuşuyor benimle ilk kez,
-Korktun mu martı?
-Sen nesin, ben neyin peşindeyim
- Bakıp göremediğin oldu mu?
-Neyi?
-Yürekteki kaleleri, o büyük ve aşılmaz duvarları, mancınıklarında kızgın yağları
-Kaleleri üreten korkudur
-Ben korktukça daha da kalınlaştı duvarları
-Bu koca karanlık, bu bilinmez kent senin yüreğin mi yani?
Sustu. Sıçrayıp karanlık ve terkedilmiş bir evin, karanlık bahçesindeki, kara havuzun taşına kondu. Bir yudum su içip birikintiden başını havaya doğru kaldırdı. Bir içti, bir doğruldu. Biraz yaklaşmaya çalıştım korktu, telaşlandı. Yavaşça geriye doğru uzaklaştım. Bir yudum su içti, tekrar doğruldu. Gagasının deliklerinden ince bir ıslık gibi nefes alıp verişi, karanlığı tiz bir çığlıkla yarıyordu. Ürperiyordum. Sesini yumuşatarak;
-Kokla ve hisset yosun kokusunu, küf kokusunu
-İstemiyorum bitir bu oyunu lütfen bitir..
-Nerede ve nasıl başlamıştı bu öykü, sen istedin benim karanlığımı, şimdi sen kaçıyorsun yüzleşmekten
-Benimle şimdiye kadar neden konuşmadığın anlaşılıyor. Bütün kelimelerini bu koca karışıklığın arasında kaybettin değil mi?
Bir içti, bir doğruldu. Aklıma o şiir geliyordu. Benim dudaklarımdan düşüp, başka bir şairin parmaklarında yazılan şiir..
-Sadece kelimeleri değil, ruhumu belki?
-Bak burada dur. Bedenini burada kaybedebilirisin. Kelimelerini de…sesini de..
-Çek git peşimden benden ne istiyorsun?
-Ruhunu, çünkü onda bana ait bir şeyler var, benim bir parçam var
-Anlasana benim gözlerimde senin çöplüğünde yetişecek gül yok
-Hadi çıkalım bu karanlıktan, ikimize de eziyet ediyorsun
-Gel o zaman birde senin korkularına gidelim..Hadi cesaret koca aptal..cesaret biraz…
…………………………………
Tanrım, bu nasıl oyun…
Kayıp kentin figürleri ve taşlaşmış insanlarının arasından uçmaya başladık. Serçenin korkularının arasında şimşek hızıyla yol alıyorduk. Bazen anlamsız ve hiçbir yere çıkmayan merdivenler, bazen kuyular, bazen kalın duvarların arasında parlıyordu serçenin gözleri. Israrla gözlerini görmeye çalışıyordum.Kristal gül orada duruyordu. O durdukça umut da duruyordu. Karanlığa gözlerim alıştı galiba. Bende görebiliyorum artık.Denizin üzerindeyiz .Deniz lacivert bir yatak gibi altımızda seriliyor.Anlıyorum birazdan gün ağaracak.serçeyi takip ediyorum. Nefesim kesilecek neredeyse..Konuşmamız yarım kaldı. Ben diyeceğimi tamamlamadım. Bana martı baktığını görebildin mi? Demişti. görmek için, gözündeki kristal güle ihtiyacım vardı. Bu haberi ona vermeliydim. Onun gözlerindeki kristal kamaşma beni kör ediyordu..Dur ne olur tekrar konuş benimle..Gözlerimin son sahibisin duuuuuur..! Bu kara şehrinde mutlaka bir istasyon olmalı, içinde hala aşka gidecek trenleri kalkmamış …dur..!
Gün ışımadan
Gün kamaşmadan
Gün kavuşmadan
Fırlıyorum
Lacivert ölüsü bir yataktan
Yetişmem gerek biliyorum
İstasyondaki son trene
Yetiştirmem gerek
En sebepsiz haberi
Gözlerimin son sahibine
Gülü/ver
Deniz lacivertini griye bırakmaya başladı. Sabah fırtınayla gelecek dedim.Yağmur yağacak.. Serçe buna dayanamaz. Peşinden yetişebilmek için kanatlarımı kırarcasına çırpıyordum. Aslında serçenin değil kendimin peşindeydim.Serçe benim kaderimdi ve ben kaderimin peşinden gidiyordum. Ben serçede, serçe bende varolacaktı. Buna inandırmalıydım. Buna inanmalıydı. O koca korku şehrinde kaybedemezdim kaderimi..Benim söylenmemiş sözlerim , edilmemiş kavgalarım, yaşanmamış sevdalarım vardı daha..
-Dur yalvarırım dur!
Yağmur iyice bastırmıştı. .Ardı ardına uzayan kader çizgileri gibi damlaların arasında zor seçebiliyordum serçeyi. Kanatlarındaki ıslaklığa ara sıra vuran bulutların arasından kaçmış küçük ışık huzmeleri onun minik bedeninde yakamozlar oluşturuyordu.Yakomozlara damlalar çarpıyor, damlalar deliriyordu.Her şey hemen karşımda oluyor.Çaresizliği tekrar tekrar tanımlıyordu ruhumun en mahrem yerleri..
Yanımızdan geçen başka martılar gördüm. Onlar beni görmediler bile. O kadar kirliydim ki sanki, yanaşmak istemediler. Bana yardım etmelerini istiyordum.Şahit olun,siz de martısınız, siz de görebilirsiniz o kristal gülü..hadi benimle gelin..Nafile benden olan ve bana benzemeyenler uçup gitti,kendi telaşlarında kayboldular. Kanadımdan ıslak bir ateş yakarak genzini bulutların denize damlamaya başlamıştı.Kanadım kanıyordu..Serçe bunu görmemeliydi. Görürse üzülür müydü? Bilmem ama bildiğim asla ağlayacak kadar üzülmemeliydi. Can havliyle bağırdım..damarlarım çatlayıncaya kadar bağırdım ..
-Dinle..! Yalvarırım dinleeeeeeeee..! Senin hiçbir şeyden haberin yok, gözünün içindeki kristal gülü yalnız ben görebiliyorum,canını acıtan gördüklerin değil, beklentilerin..yaşamadıkların ve bulamadıkların… hepsi senin gözünün içinde, sır orada… kristal bir gül var oradaaaaaa..!
Yetişirsem,
Eskimeden sesim.
ben gördüm diyeceğim
Çisil çisil bir yağmur deliriyordu saçlarında
Senin haberin yoktu
Martılar şahidim onlar da gördü
Gözlerinin içindeki
Kristal gülü
Ağlama gözünü seveyim
Gülü/ver
Serçenin tepesinde uçmaya çalışıyordum.belki bir nebze kanatlarımı şemsiye yapıp, ruhuna yapışan karanlık bulutlardan,ve ıslaklıktan koruyabilirdim onu. Bir taraftan da kanadımdan sızan kanı görür diye korkuyordum. Başım dönüyordu.Şimşekler sarıyordu bedenimi… hızla düşüyordum….Kan denize karışmıştı artık.Deniz iflah olmaz aç gözlülükle kanımı emiyor, dalgaların üzerinde cansız bir dal parçası gibi oradan oraya sürükleniyordum. Hala gözüm gökyüzündeydi. Serçeyi arıyordum. Ölmeden kurtarabilir miydim.ruhumu?
Üzerime yaklaşan küçük karaltıyla beraber, yüz yüze geldim.dönmüştü.Serçe suratını suratıma vermiş anlamsız ve şaşkın gözlerle beni süzüyordu. Yaşayıp yaşamadığımı anlamaya çalışıyordu.
Hareket etmek biraz kıpramak,hiç olmazsa gözümü açmak istiyordum.Yapamadım nafile..Bir daha, bir daha....Zor da olsa aralandığında gözüm serçeyle yüzyüze gelmiştim..serçe yaşadığımı anlayınca içlendi,ağlamaklı bir ses tonuyla ;
-Ölme..canımı isteseydin verirdim inan..ama ruhumu isteme..ölürsen onu da alacaksın.. .gözünü gözüme değdir..yüzün hırpalansa da beni anlayacaksın
-Gözüm gözünde kayboluyor,
-O kristal gülün bende farkındayım,canımın neden yandığını biliyorum…onu almak isteyen kaç cana maloldum bilemezsin, onun için onu göremeyenlerle yaşadım hep..ben tükendim onlar yaşadı.Gören ise yok oldu..ama sen ölme, bir kenarımda durmanı istiyorum.bir pencerenin kenarında belki..aradığımda bulacağım ama asla dokunamayacağım bir pencerenin kenarında dur. Gitme kirli martı…
Sonra ağlamaya başladı. Serçenin gözünden akan bir damla su gözüme düştüğünde,can havliyle çırpınarak doğruldum..Bir ışık anaforunun içindeydik. Serçe ve ben, ben ve serçe..her şey ışıktı..Dünya hatta evren yeniden kuruluyordu..Yeniden “ol” demişti sanki yaratan…Yoksa dedim kendi kendime..yoksa..kristal gül düştü mü..? Damlaya dönüşüp düştü mü oradan?
Ama sen ağlarsan
su olup gözlerinden düşecek
Dünyaya meydan okuyan şair
Bir ömür
Bir damla peşinde gezecek
Gülü/ver
Bu oyun muydu? Gerçekle oyun arasındaki ince perde açılmış mıydı.Tekrar gözlerine baktım.Çok şükür kristal gül oradaydı.Sevimli bir tavırla.
-Hadi devam, bak buradasın hala .Kalk ve uç..Unuttun mu senin korkularına gidiyoruz. Senin gerçeğine?
-Kaç gündür yollardayız.yorulmadın.Ama benim gerçeğimde yorulursun.Dayanamazsın.Gel vazgeçelim bu oyundan.
-Benim korkum alt tarafı bir karanlık şehir kurdu,birkaç kale sığınacak,insansız merdivenler kimse çıkmayacak.. Küçük bedenimi saklayacak kadar bir kale..Yüzleş ve gör kendini hadiiiiiiiiiiiiiiiiiii!
Yıkılırsa sahnem
Bilinir gölge ve gerçek
Yokuşumda yorulan mavi
Gözlerinde eskiyen zaman
Her şey bir damla su inan
Ölmem için yetecek
Gülü/ ver
Ve yükselmeye başladık.O kadar yükseldik ki vardığımız yerin bir uçurum kenarı olduğunu serçe söylemese farkında olmayacaktım
- Bak senin korkuna geldik,gözlerini aç ve aşağı bak
dediğini yaptığımda çıldırmamak için kendimi zor tuttum.Martıların ürperebileceği yükseklik bu olmalıydı. Korkunçtu ve güzeldi. Aşağı doğru süzülmeye başladık.yaklaştıkça çığlıklar,yaklaştıkça feryatlar, asla görmek istemediğim bir yere korkuma gidiyordum..
-Beni cehenneme mi götürüyorsun
- Sence yaratan yarattığına zulüm eder mi ? Cehennem dediğine azabı kendin taşırsın. Senin gibi kimseye zararı olmayan kirli zavallı martının cehennemde ne işi var?
-Bunları yapsa yapsa bir insan yapar
-Belki de sen martı kılığında bir insansın
Haritalar uçuşmaya başlamıştı etrafta.her biri bir şarapnel parçası gibi değdiği yeri yakan ve patlatan haritalar.
-Bak bunlar bizim çocuklar
-Filistin
-Bağdat
-Bosna
-Azgınlığın böylesi yok.böyle bir düş yok..bunlar daha çok masum..Kirli martı. Sen hani denizlerin üstünde bir umuttun. İnsanın derdine düşüp şehre kaçmıştın.Amacın neydi senin..
-Bilmiyorum
-Ne zamandır benim peşimdesin
-Bilmiyorum
-Benim gözümdeki kristal gül belki de bir mesaj, sahibini çok iyi bildiğin..okusaydın ne olacaktı..yerine getiremedikten sonra..ilk emri “oku” ..! Ve seyret ha..! Seyret bütün bunları hiçbir şey yapmadan seyret…
-Bilmiyorum
-Aşkın sırası mı? Martı…Hangi şarkı, hangi şiirle kandıracaksın kendini..Hangi çocuk tanıyacak seni bu halinle..Varolman için, kavgan için yetmez mi bunca gerekçe? Senin aradığın yalnızca bir serçe…Ne kadar küçülüyorsun
Kanatlarımdan kan tekrar sızmaya başladı. Baldıran zehri içmiş gibi parçalanıyordu iç organlarım. Maskemi aradım ..
-Yapma bunu bana serçe..bu nasıl bilmece..bu nasıl uçurum..bir yanda Filistin,bir yanda gözlerin...
Çektiğim acıyı ve karmaşıklığı sezmiş olacaktı ki gagasıyla tutup kanadımın ucundan beni yavaşça yukarı çekmeye başladı. Haritaların gerçeğinden,kendi gerçeğine..
-Gel bu hesaplaşmayı sonraya bırakalım.Çok üzerine geldim. Her şey bir şeyle, bir şey her şeyle ilgilidir..martı. Aşk da vardır martı..savaş da..hepsi hayatın içinde ve insana dairdir. Aşkı zulüme kalkan yapabilirsek, kristal gülümüzü Bağdat’a götürebilirsek o zaman amacınla yüreğin yan yana gelmiş olur.Yoksa bu uçurumlar her şeyi yutacak..
-Cidden gelir misin benle..
-Bağdat’tan dönen kuşlar …Ne güzel bir kitap adı…kimbilir bunu okuyup büyür çocuklar..
Yırttım bak bütün adreslerimi
Şehrin damarlarına isyan basıyorum
Kuşlar biriktiriyorum
Alnımın ortasına
Beni gören çocuklar
Hemen büyüsün diye
Yeter ki sen
Gülü / ver
Uyandığımda gün iyice yükselmişti.Hala gördüğüm rüyanın etkisiyle kiremitleri kanlı bir savaş meydanı,çatısına konduğum apartmanın asansör boşluğunu uçurum gibi görüyordum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne serçeyi düşündüm. Bir içti,bir doğruldu…kanadımdaki küçük kan lekesini ise kimseye göstermedim.
Serçe ne yapıyor acaba şimdi ?
hikayenin içindeki şiiri sesli olarak
www.edebiyatdefteri.com/siir/217376/gulu-ver.html
dinleyebilirsiniz
YORUMLAR
Satırlar arasında ilerledikçe önceden kurulmuş bir kapana kısıldı yüreğim.
"Kurtarıcı beklemektense, kurtarıcı olmalı belki de" dedim içimden…
Şiirlerle yükseldi öykünün nabzı... Sonra...
Okudukça hüzünlü bir melodi geldi başucuma kuş olup...
Bir yanda filistin, bir yanda gözleri yaş dolu bir çocuk avuçlarına sıkıştırdı ülkesini.
Dizelerde yırttıkça adreslerimi, damarlarıma isyan bastım, bir filistin şalına sardım üşümüşlüğümü.
Köstekli bir saatte durdu zaman.
Bir sızı sızdı şahdamarımdan.
Muhteşem satırlar okudum, yazıda öyle bir büyü var ki coşturdu okudukça sayın Çoker.
Tebriklerim ve saygılarımla.
Yırttım bak bütün adreslerimi
Şehrin damarlarına isyan basıyorum
Kuşlar biriktiriyorum
Alnımın ortasına
Beni gören çocuklar
Hemen büyüsün diye
Yeter ki sen
......................
sana yakışıyor sevgili hocam
hem şiir hem öykü
hemde öyle bir yakışıyor ki
maşallah diyorum içimden kem gözlerden sakınasın diye...
sevgiler saygılar koca yüreğine...