- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Ağabeyim ve Dünya işleri! - 4
Önümüzde, Karadeniz’in örnek sayılabilecek en temiz sahilleri duruyor. İçinde çeşit, çeşit balıkları… Üzerinde birbirinden narin deniz kuşları… Arkamızda ise uçsuz bucaksız görünen ıstranca ormanlarının Bulgar sınırına kadar olan uzantısı. İçinde çeşit çeşit ağaçları, meyveleri, bitkileri ve çiçekleri ile birlikte, buraları kendine doğal olarak barınak seçmiş, yabani hayvanlar çeşitliliği, kolonileri oluşturmakta.
Ressamların tuvaline malzeme olan her şeyi görmek, yaşamak mümkündür bu coğrafya da.
Burada doğmuş ve yaşamış biri olarak Karadeniz’e baktığımda… otuz yıl önce ufukta, kancabaş motoru ile morina balığını çeken Arap Hamdi’yi görebiliyorum!
Liman taşında, hemen her sene periyodik olarak aynı bölgede tuttuğu morina balığı ile nasıl haklı olarak böbürlendiğini ve olayı hızlı konuşma özelliğinin yanında, vücut dili ile süsleyerek büyük bir ustalıkla anlattığını görebiliyorum.
İnanmayacaksınız belki ama, dinleyiciler arasında berber Hüseyin’in Arap Hamdi’nin anlattığı hikâyeleri diğer dinleyiciler ile birlikte ağzı açık dinlediğini bile görebiliyorum. :)
Bekir dayıyı elinde çaput ile teknesini silerken, Şezai’yi arıza yapmış motoruna söverken, İsmet hocayı elinde sazı türkü söylerken;
“Çıktım Belen Kahvesi’ne baktım ovaya, baktım ovaya,
Bay Mustafa çağırdı, dama oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı, yıkar masayı,
Söz dinlemez ormancı, çekmiş kafayı.
Aman ormancı, canım ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı.”
(Yaşa be İsmet hocam!!!)
Kabzımal Cevdet’i çiftetelli oynarken, gariban zabitleri kedi gibi palamut isterken görebiliyorum.
Rumeli Feneri’nden Refik ağabeyin tayfalarını, Hayrullah hocanın ağlarını, Sedat reisin bir eli ağzındayken diğer eli ile ızgaranın üzerinden çekiştirdiği lüfer balığını görebiliyorum.
Liman burnundan kerteriz alıp, motor gücü ile orantılı olarak üç beş saat dikine açılıp yer altı adalarını bulup ağ attığımızı, bu sırada bizimle ölesiye yarış eden yunusları görebiliyorum.
Cana’cı Şeref’i Cango Muharrem’in darbukası ile konser verirken, reisin Şeref’e sesini duyurabilmek için “Molaaa” Molaaa” diye bağırdığını duyabiliyorum!
Yakamozları, kuyruk atmaları, balık suyunu, kefallerin engel atlama oyununu görebiliyorum… Kalkanların aptala yattığını, vatozların bizi kandırdığını, ay ışığında akyaların dansını görebiliyorum!
Başımı geriye çevirdiğimde arkamdaki ormanda, Kasapçayırı’nda tıraşlama kesenleri, Macara’dan tomruk çekenleri görebiliyorum.
Kör sineklerle veya sivrisineklerle boğuşan hayvanları… Tarlalarda, bahçelerde çalışan insanları görebiliyorum.
Gerek teknede olsun, gerek ormanda yatıda; sırtımı yaslayabileceğim bir yer bulduğumda, gökyüzünde asılı duran cezveyi ve fincanı alıp, odun ateşindeki korlar üzerinde bol köpüklü bir kahve yaptığımı ve hiçbir zaman gerçekleşmeyen fallar baktığımı görebiliyorum!
&&&
-Sabahın ilk ışıklarında at-çek usulü levrek denemelerim oldu olmasına ama denizden mi benden mi bilinmez ne gelen vardı ne giden.
Ateşin son anlarıydı ağabeyim ve ben etrafta geniş çaplı bir mıntıka temizliği yaptık. Rüzgârın ve dalgaların getirdiği bu doğaya ait olmayan nesneleri ateşin üzerine yığarak yaktık.
Eşyalarımızı arabaya yükleyerek etrafı keşfe çıktık. Arabamız dört çeker olduğu için rahatlıkla engelleri aşıyorduk. Bir ara öyle bir yere geldik ki arabaya kanat takmayı unutmuşlar dedik:)
Bir daha ki gelişimiz için daha güzel ve korunaklı yerler tespit ettik. Yakacağı bol ve rüzgârdan korunaklı, kim bilir buradan baktığımda
Neleri göreceğim!
Köy kahvesine gittiğimizde gâvur Ali bizi bekliyordu. Karşılıklı “Günaydın” dedik. Oturmamızla birlikte gelen tavşankanı çaylarla muhabbete başladık. Gâvur Ali, gâvurluğunu baştan yaptı.
-“Yahu siz şimdi namazında niyazında insanlarsınız içki de içmezsiniz benim sizinle işim olmaz ki arkadaş” dedi.
Başladık gülmeye. Adam doğru söylüyor… ama olsun hem akrabayız hem arkadaş! Kendisiyle sabah ısınma sporu yaptım. Biraz burup buruşturdum sevdim yani anlayacağınız.
“Tamam” dedi, pes etti gâvur Ali. Hacı ağabeyim Ali arkadaşımın muhabbetine bayıldı! Ali “anlatayım yani” dedikçe biz anlat anlat diyorduk.
Sonra atladık arabaya doğrudan sınır karakoluna.
Bizim gâvur Ali “siz oturun” dedi ve arabadan inip komutandan izin almak için askeriye ye girdi.
İlk defa sınıra bu kadar yaklaşıyordum. Rezevo Bulgar köyünün dibindeyiz.
Arabamızla en uç noktaya yakın bir yere kadar gittik. Rezve deresinin üzerinde, elli altmış santimlik kefalleri sürü halinde güneşlenirken görüyorduk. Ne kadar da rahat ve güven içindeler!
Yaya olarak karadan topraklarımızın bittiği yerdeyiz. Karşıda bir Bulgar bayan bayram çocukları gibi heyecanlı, heyecanlı bağırıyor “merhaba komşi, merhaba komşi” diye. Gâvur Ali de aynı şekilde karşılık veriyordu” merhaba komşi”
Birkaç Bulgar genci iskelede oturmuş balık tutuyor. Bende balık tutmak için can atıyorum ama bunun için izin almadık! Resimleri bile çekerken çekindim! Rezve deresinin muhteşem görüntüsünü seyrettik. Birkaç sene önce gelen sel baskını yüzünden, koca koca beton blokların denize doğru nasıl sürüklenmiş olduğunu gördüğümüzde, hayretler içinde kaldık.
Fazla söze gerek kalmadan, Rezve deresinin güzelliğini resimlerden de görebilirsiniz! Dere ve deniz ağzındaki güzellikleri içimize depolayıp, komşinin meraklı gözlerini geride bırakarak…
Cabbar Beyin çiftliğine gitmek için arabamıza yöneldik.
Devam edecek…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.