- 760 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 8
Bir tarafı asfalt ana yol, diğer tarafı toprak, köy içine giden tali yol ; yeri ve dış görünüşü ile çok güzeldi kahvemiz.
Ana yol tarafında, inceden, uzun bir kaç kavak ağacı vardı. Bu tarafta bakkal dükkânı bulunuyordu İbram ağanın. İşte tam da o duvardaki yazı, o yaşta bile dikkatimi çekti : ’ Buraya işeyen eşektir !’ yazıyordu o duvarda.
Kahvenin etrafı pek de alçak sayılamayacak bir duvarla çevrili idi. Bakkal ile kahvenin arasındaki duvar daha da yüksekti. Arada bir geçit vardı elbet. Bakkalın bahçesinde büyükçe bir ıhlamur ağacı. Kahvenin yan tarafta kocaman da bir bahçesi vardı. Orta yerinde, daha sonra altıyüz yıllık olduğunu öğreneceğim kara bir çınar ağacı. Köy içine giden yol boyunca uzanan bir çiçeklik. Çiçeklikte zambaklar, güller, kasımpatları ve sardunyalar ekili. Köşede yine bir çınar ağacı. O da epeyce yaşlı ama kara değil. Akasya ağaçları ve bir ıhlamur ağacı daha. Çınar ağacının tam da yanında bir de su kuyusu var.
Yazın insanlar bu bahçede oturup çay , kahve, gazoz içmekten zevk alıyorlar. Duvar sadece kahvenin tam ön tarafında ve bakkal ile arasında. Bahçenin etrafı açık. Su kuyusu yazları sepetle salınan gazozları soğutmak için kullanılıyor.
İçerisi hiç de bahçe gibi iç açıcı değil. Tersine oldukça iç karartıcı. Kış tam başlamamış, sobalar kurulmamış olmasına karşın, içeride sigara dumanından göz gözü görmüyor. Tek katlı ahşap tavanlı bu yerin, tavanı öylesine kararmış ki, rengi mi böyle ya da pislik ve sigara dumanından mı belli değil. Eski tahta sandalyeler var, mozaikten dökülmüş tablaların, ağaç ayaklarla tutturulduğu masaların etrafında. Duvarların kenarında, geniş tahtalara ayaklar çakılarak yapılmış, adına peyke denilen uzun oturaklar. Kapıdan girildiğinde sağ köşede görünen, derme çarpma bir camekanla çevrili ocaklık. Tavanda iki adet gazlı,fitilli, pompalı lüks lâmbası.
Ocaklıkta bakır güğümün altında kömür eteşi var. Güğümün üzerindeki çaydanlıkların görüntüsü çok kötü. Bulaşıkların yıkanmasında kullanılan musluklu su küpü ve onun lavabosunun görüntüsü de berbat. Çay bardakları ve tabakları, kaşıklar hiç de temiz değil. Alt kısmında bugün mutfak dolabı olarak kullandığımız yerlede, siyah ( biraz da fazla siyah ), kirli örtüler var. Bu örtülerden birini açtığınızda, içme suyu için kullanılan, toprağa gömülü su küpü var. Bu şekilde su soğuk oluyor.
Ocaklığın sol tarafındaki duvara çakılmış tahtadan bir düzenek üzerine oturtulmuş, kırmızı bir radyo. Radyo kadar büyüklüğü olan bataryası da yanında. Telden bir anten yapılmış ve bu telin bir ucu su küpünün yanına gömülmüş. Arada su döküyoruz bu telin ucuna, radyo daha iyi çeksin diye !
Alaturka harici müzik ve ajansların dışında bir şey başladığında, anında kapatılıyor radyomuz.
.............
Önlüğümü çıkartıp, duvardaki boydan boya uzanan, çivilerden yapılmış askılardan birine astı babam. Yakamı da onun üzerine iliştirdi. Çantalarımı da köşedeki bir peykenin üzerine yerleştirdi. Ocaklığın hemen yanındaki masanın etrafındaki bir sandalyeye oturttu beni. Kendimi kurbanlık bir koyun gibi, teslimiyetçi buluyordum. Ne denirse onu yapıyor, nereye götürlürsem oraya gidiyordum. Yüzümde aşırı bir şaşkınlık, durgunluk hâkimdi.
Kahvenin içinden bir kapı vardı, bakkala geçilebilen. Babam oradan bakkala gitti. Herkesin gözü bendeydi.
- Hoş geldin delikanlı !
-Hoş geldin aslan parçası !
-Hoş geldin ufaklık !
-Hoş geldin Küçük İncirli ! İşte bu söz beni incitti. Hem de yıllarca. Babamın zamanında güreşerek kazandığı bu lâkap, burada bana da yapışmış ve hiç de hoşuma gitmemişti.
Gür, kumral saçları vardı babamın. Kahvede kasket giymezdi. Kısa boylu, zayıf, sert bakışlıydı. Bazılarıyla şakalaşır, bazılarıyla da tartışırdı müşterilerin. Küfür onun da ağzından eksik olmazdı. Köylü sigarası ağzından hiç düşmezdi. O zamanların meşhur muhtar çakmağından onun da vardı.
Yaşlılar olduğu gibi gençler de vardı kahvede. Yaşlılar sarı taşlarla domino ve tavla oynuyorlardı daha çok . Gençler ise genelde kâğıt oyunu. Taşla oynanan okey, o günlerde yoktu. Hemen hepsinin ağzında sigara vardı. Bağırarak , hatta birbirlrine küfür ederek oynuyorlardı. Ben onlara çok kızıyordum.
Elinde ekmek ve kâğıda sarılı kavurma ile geldi babam. Bir gazete yaydı önce masanın üzerine. Sonra ekmeği böldü eliyle. Kavurmayı da dilimledi çakısıyla. Bir de açık ve ılık, üç şekerli çay getirdi bana.
- Hadi bakalım ! Ye yavrum. Doyur karnını.
Karnım açtı. Yemeye çalıştım. Fakat pek fazla yiyemedim. Günün şoku vardı üzerimde. Aslında hayatımın şoku. Bitiremedim önümdekileri. Lavaboyu gösterdi babam. Bulaşıkların yıkandığı, musluklu küpte yıkadım elimi ağzımı. Havlu çok kirliydi yine. Çaresiz kullandım.
Daha o gün başladım kahvede babama yardım etmeye. Masalardan boş bardakları topladım önceleri.İsteyenlere su verdim. Bakkala gidip sigara kibrit aldım müşterilere. Oyun olarak bildim, sevdim ben bu işi de. Sürekli ’ aferin ’ alıyordum , hem babamdan, hem de müşterilerden.
Akşam olmuş hava kararmaya başlamıştı. Babam tavana asılı lükslerden birini sandalyeye çıkıp indirdi önce. İspirto dolu şişeyi çıkarttı ocaklıktan. Lüksün fitilinin altındaki küçük yere bir miktar döküp, çakmağıyla ateşledi. Sonra da pompasını eliyle ileriye geriye basmaya başladı. Fitil tam alev almıştı ki, birden kopuverdi. Birinci küfürü salladı babam.
Ocaklıkta yedekte bulundurduğu yeni bir fitil taktı bu defa. Yeni olduğu için, fitili de ispirto ile ısladı. Tekrar ateşledi muhtar çakmağını. Pompayı bastı ve bu defa lüks aydınlatmaya başladı.Tekrar sandalyeye basıp, tavandaki yerine astı lüksü. İkincisini hava daha çok kararınca ve daha çok müşteri gelince yakacaktı.
Akşam oldukça geldi insanlar. Gelir gelmez çay , kahve içmeye, sigaralarını tüttürmeye başladılar. Yaşlılar bazen de Türk kahvesi içiyorlardı. Başka türlü kahve de yoktu zaten. Sigara dumanı öylesine arttı ki, bir ara göz gözü görmez oldu. Kapının üzerindeki camı açtı babam.
Ben garsonluğa devam ettim bütün gece. Yorulmuştum artık.
- İncirliii! Uykusu gelmiş lan bu çocuğun ! diye seslendi Hamza dayı. Hamza dayı ellili yaşlarda, tek bacaklı,koltuk değnekleriyle yürüyen, beni ilk günden itibaren çok seven, benimle oyunlar oynayan, sevecen bir adamdı. Zayıf, kısa boyluydu.
Babam yanıma geldi. Kolumdan tutup dışarıya çıkardı.
- Çişin var mı ? diye sordu. Daha sonra bakkalın duvarını gösterip ;
- Küçük çişini buraya tutturuverisin, dedi. Köy tuvaleti yolun öbür tarafındaydı. Orayı da işaret ederek, büyüğüm geldiğinde oraya gitmem gerektiğini anlattı. Kendi kendime gidebileceğimi söyleyip yürüdüm tuvalete doğru. Aslında karanlıktı. Korkmam gerekirdi. Fakat içinde bulunduğum ruh halinden olsa gerek, hiç korkmadım. Karanlıkta ve ilk defa gittiğim o rezalet tuvalete gidip, ihtiyacımı gördüm ve kahveye döndüm.
Duvar kenarındaki peykelerden birine tavla, pösteke ve kumaş paltosundan bir yatak yapmıştı bana. Gösterdi ve yatmamı istedi. Üstümdeki kıyafetleri bile çıkartmadan öylece yattım ve uyudum.
Annemi gördüm rüyamda. ’ Bırakma beni anneciğim ! Ne olur bırakma ! Daha çok su satıp, çok para kazanacağım. Hepsini de sana vereceğim. Ne olur bırakma beni ! diye yalvardım bütün gece.
Bir ara uyanır gibi oldum. Babamın kucağındaydım. Kahvenin diğer köşesine serdiği yatağa doğru götürdü beni. Yastık ve yorgan da vardı burada. Üstümü de çıkartıp öyle yatırdı. Kendisi de yanıma yatıp sarıldı bana. Öylece uyuduk birlikte. Ben mutlu olamadım babamın bana sarılmasından. Yine annemi aradım ve bütün gece rüyamda annemi görüp yalvardım....
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Şu karlı soğuk günlerde, kahvenizin tasvirini öyle güzel yapmışsınız ki, insanın şimdi orada olup o akasya ve ıhlamur ağaçlarının altında bir bardak çay içesi geliyor. Bu arada sonu yine hüzünlendirdi, babanızın sarılmasına rağmen annenizi arayışınız derinden etkiledi.
İlgiyle izlemeye devam....