- 2668 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Herşeyime, hiç kimsesinden hiçbir şey ifade etmeyecek, bir kaç şey -II-
"ıslak bir akşamdı bulutlandım
içimde afişler çiziliyordu
tramvay durağında tutuklandım
radyo haberlerini veriyordu
yağmura soğuğa dayanıklıyımdır
ne çıkar uykusuz da kalırım
günlerden cuma mı cumartesi mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım
hücremin karanlık olması iyi
yalnızlığımı görmem böylece
yırtıldı içimdeki afişler
olduğum yerde sakatlandım
içim dışım eylemim gece
beni kendime kilitlemişler
nasıl olsa kalabalığa çıkarım
uyumamak fazladan yaşamak değil mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım"
Şimdi, elimde hüznüme ruhsatlı bir silah olsa hiç düşünmeden dayar mıydım namluyu yüreğimin şakağına ve dahası umudun ellerini titretmeden çekebilir miydim o tetiği bilmiyorum.
Bildiğim tek şey var. Benim seçimim değildi bu çoktan seçmeli hayatın, payıma düşen tüm seçeneksizliklerini bir bir yaşamak. Benim seçimim değildi, bir ışık olabilmeye çabalarken dünümdeki, bugünümdeki ve tüm günümdeki insanlara, yalpalamış bir karanlığın ayağıma taktığı çelmeyle uçurumlar boyu yuvarlanmak. Değildi benim seçimim, bir nota dizgesinin üzerinde umursamaz savrulan tüm işaretlerin yanında, her daim es’i oynamak.
Çok yorgunum ve sana yazıyorum. Sen, bilmiyorsun.
Ne kadar yorulduğumu bilseydin, eş çıkar mıydın sırtımdaki tonlarca yükü taşımama? Hayatımı kaç bilinmeyenli denklemler üzerine kurduğumu gördükçe, elemle susuyorum. Kendisine bu denli yüz çevirmiş, prensiplerini, değerlerini, vicdanını bu denli unutmuş bir kadına, kader ne gibi bir güzellik yapabilir ki? Ya da tanrı… Hani varlığını zaman zaman anımsayıp, çokça kasım ardı sessizliklerde nefsimin önüne sürüp oradan oraya savurduğum tanrı… Ağlıyorum, gülüyorum ve çokça küfrediyorum. Halkların minyatür örneği değil midir insanlar ve dolayısıyla hak ettikleri şekilde yaşatılmazlar mı? Ben hiçbir şeyi hak edecek onura, erdeme ve fazilete sahip olamadım. O yüzden sakın korkma, ne senden, ne kaderden ne de senin inanmamakla benden çok daha asil bir duruş örneği sergilediğin tanrıdan hiçbir şey beklemiyorum. İnfazımı ümit etmekle mükellefim ve cellâdımın elinden, şahsıma sunulacak ölümüme adanıyorum.
Ah sevgilim! Düşünüyorum da tüm düşleyemediklerim kadarsın. Sevgilim bile değilsin örneğin. Çünkü ben bunu bile düşleyememiştim. Şimdi kısır döngüye girmiş bir oyuna benziyor hayat. Önüm, arkam, sağım, solum yenilgi... Ellerimde tutamadığım tüm sevinç tanelerini, bir kar fırtınasının soğuk düşlerine emanet edeli çok olmuş. Ve kimsenin ulaşma tutkusunu içinden atamadığı ama yanaşmayı da asla göze alamadığı uzak ufuklar gibiyim. Korkuyorum. Aynada yüzüme boş gözlerle bakan yabancı bir kadın siluetinden, duşta dokunduğum ve nasıl bu kadar kirlendiğine akıl sır erdiremediğim o şaha kalkmış ceset tenimden ve bir de hiçbir vakit kuramadığım, toprağı gözlerimde çürümüş gömülü hayallerimden…
Issızım ve hala sana yazıyorum, sen bilmiyorsun.
Amacım menine hapsettiğin ve her boşalmanda farklı tenlere akıp giden aşkı, tarafıma sunmanı dilenmek değil. Amacım, teninde sakladığın yabancı kokuların huzmesinde yeni bir esinti yaratmak değil. Amacım çocukluğunun gülüşlerine hapsettiğin o imtiyazlı özgürlüğü, saçlarından aralayıp dudaklarıma sürmek de değil. Ki umudunu kaybettiği gün amaçsızlaşıyor, amacını yitirdiği gün sonun başlangıcını yürümeye başlıyor insan, biliyorum. Dolayısıyla ölüyorum. Şikâyetçi olduğumu söylersem, canla başla mesaisini tamamlamaya çalışan tüm ölüm meleklerine de haksızlık yapmış olacağımın idrakindeyim. Kimseyi yormamaya, gereksiz asilik örneği sergilememeye ve bir nefes daha fazla düş dilenmemeye yeminliyim. Mutluluğun gözlerine nazır aldığım gardımı ve tüm ihtişamıyla sonumu beklemekteyim.
Sense uzak iklimlerin fail-i meçhul bulutlarında hangi tene yağacağını bir türlü kestiremediğim kırkikindi yağmurları gibisin. Terine, tenine, tinine yaban kaldığım çığıl bir göz süzmesi ve lirik şark masallarımda epik kimliğiyle yaralarımı içen düş prensi. Kahretsin, seni seviyorum…
Korunaksızım ve işte sana yazıyorum oysa sen bilmiyorsun.
Bilmediğin sızılarım olduğu gibi. İş bu noktada eski aşklarım, bitimsiz sevdalarım ve kancası ciğerimde kalmış tüm aşk yalazlanmalarım geliyor bir bir aklıma. Seni aşkla, aşkı seninle aldatmaktan öylesine yoruldum ki… “Geçer” diyorlar. “Nisan yağmurunu andırır her sevda ve tepki bulmamış bir şehvetin kaderidir yeni gökkuşağına gebe kalmak” diyorlar. “içtiğin o bin bakış, bir tükürükle çıkar da içinden, bin yuduma daha gark olur göğsündeki çorak” diyorlar. Bilmiyorlar… Haleli helalle aynı mizanda tartmış bir serüven benimkisi. Bilmiyorlar sevgilim, ölümü bu kadar özlerken ben, karşıma Azrail siluetinde seni çıkaran tanrının hakkaniyetini. Bilmiyorlar cellâdına körkütük âşık bir giyotin mahkûmunun duyduğu keskin teslimiyetini…
Ve ben de bilmiyordum en acı veren cümlenin gramer dizinini…
-Ben sana âşık olmuşum
-Ne aşkı kızım, bu hiç hesapta yoktu…
Öğrendim… Aşkın hesap kitap işi olabileceğini, vurdumduymaz bir tenin kara kaplı defterinde üç kuruşa takas edilip, değersiz bir pula satılabileceğini ve gözlerindeki teraziye gönüllü hibe ettiğim yüreğimin hiçbir şey etmeyen ederini…
Ben sana yazıyorum ancak neden yazdığımı da bilmiyorum.
Aşk… O hiç hesapta olmayan duygu… O planlı, programlı ve belirli ölçütlere göre yaşanabilecek duygu… O karar verdiğin an, kapını çalan, canın istediğinde defedebileceğin duygu… Ben aşkı öyle bilmemişim. Bir yansımaydı, çoğu zaman yanılsamaydı, bir tohumun tam kalbimden, gözlerine doğru yarılmasıydı belki aşk benim lügatimde. Aşk dudaklarımdan doğup, yüreğime doğru ılgın ılgın inen bir hezeyandı. Tırnaklarımın omuzlarında ılık çocuk hüznünü anımsamasıydı. Gözlerimin, bin yıl önce kaybettiği bir mavinin yerine, gözlerindeki o uçsuz kehribarı gözbebeklerine sürme çabasıydı… Aşk bir Türkün, Dersimli bir Munzur delikanlısını, İç Anadolusu’nun karasal yazgısına nakşetme çabasıydı. Aşk, dudaklarımdaki çizgilere, yüzünün berraklığını kazıyan yalın alın yazısıydı.
Aşk, hesaplarımı alt üst eden empresyonist bir yürek atışması, irtifa kaybeden onur, deklarasyonu ezelden onaylanmış bir benlik çatışması ve tanrıyı benliğimden soğutan yegâne kulluk sızısıydı…
Ve ben hep sana yazacağım;
Sen ister bil, ister bilme…
Asıl vatandan kopup gelmek benim seçimim değildi. Hayatıma girmiş ya da girecek olan hiç kimseyi saçının tek teline değişmeyeceğim biricik annemin sıcacık rahmini arda alarak, bu puslu, bu soğuk ve bu yalandan örülmüş örümcek ağları üzerine kurulu dünyaya gözlerimi açmam da bireysel tercihim değildi. Sevmek dahası sevişmek olgularının genetiğime işlendiği gerçeğini es geçmeksizin, anın getirileriyle yaşamam da münferit tercihim değildi… Kısacası;
Şimdi, elimde hüznüme ruhsatlı bir silah olsa hiç düşünmeden dayar mıydım namluyu yüreğimin şakağına ve dahası umudun ellerini titretmeden çekebilir miydim o tetiği bilmiyorum.
Çünkü, arafta taraf olmak tüm günahkarlara ve münferit seçim olmayan bu sunağı, bilerek, isteyerek ve dahası küfrederek iade etmek sahibine, sanırım tanrıya yapacağım son onursuzluk olur.
Şimdi sen,
Hesapsızlığımı alt üst eden muamma denizi de olsan
Dudaklarından akıtmamaya yeminli olduğun bir aşkın ölümsüz neferi de olsan
Ve zemheri ayazında vuran ölümümü vurgulayacak son mürekkep damlası da olsan;
Lütfen unutma sevgilim
Ana dilimden doğan son aşksın sen
Hiç usanmam ve ana dilinde, adını kazıdığım hücrelerimce ikrar ederim istersen…
Ez gurbane nam u nişane
Ez ji te pir hez dıkim
Cân…
( adına ve adındaki nişana kurban olduğum; seni seviyorum)
b i r d e p r e m s o n r a s ı
© aysegulguncan
YORUMLAR
Bildiğim tek şey var. Benim seçimim değildi bu çoktan seçmeli hayatın, payıma düşen tüm seçeneksizliklerini bir bir yaşamak. Benim seçimim değildi, bir ışık olabilmeye çabalarken dünümdeki, bugünümdeki ve tüm günümdeki insanlara, yalpalamış bir karanlığın ayağıma taktığı çelmeyle uçurumlar boyu yuvarlanmak. Değildi benim seçimim, bir nota dizgesinin üzerinde umursamaz savrulan tüm işaretlerin yanında, her daim es’i oynamak.
Ah sevgilim! Düşünüyorum da tüm düşleyemediklerim kadarsın. Sevgilim bile değilsin örneğin. Çünkü ben bunu bile düşleyememiştim. Şimdi kısır döngüye girmiş bir oyuna benziyor hayat. Önüm, arkam, sağım, solum yenilgi... Ellerimde tutamadığım tüm sevinç tanelerini, bir kar fırtınasının soğuk düşlerine emanet edeli çok olmuş. Ve kimsenin ulaşma tutkusunu içinden atamadığı ama yanaşmayı da asla göze alamadığı uzak ufuklar gibiyim. Korkuyorum. Aynada yüzüme boş gözlerle bakan yabancı bir kadın siluetinden, duşta dokunduğum ve nasıl bu kadar kirlendiğine akıl sır erdiremediğim o şaha kalkmış ceset tenimden ve bir de hiçbir vakit kuramadığım, toprağı gözlerimde çürümüş gömülü hayallerimden…
Şimdi sen,
Hesapsızlığımı alt üst eden muamma denizi de olsan
Dudaklarından akıtmamaya yeminli olduğun bir aşkın ölümsüz neferi de olsan
Ve zemheri ayazında vuran ölümümü vurgulayacak son mürekkep damlası da olsan;
Lütfen unutma sevgilim
Ana dilimden doğan son aşksın sen
Hiç usanmam ve ana dilinde, adını kazıdığım hücrelerimce ikrar ederim istersen…
bütünsel olarak cok güzel; sanirim bu kisimlar benim icin cok ama cok özel.
aşkin ateşini hisseden yüreğinize sağlik.
"Her şeyime, hiç kimsesinden hiçbir şey ifade etmeyecek, bir kaç şey" yazı dizisinin II bölümünün finalindeki "b i r d e p r e m s o n r a s ı " dip notuna bakılırsa demek ki deprem geçmiş. Bundan sonra gelen artçıların ana depremin şiddetine ulaşamayacağı sismolojik bir gerçek, taa ki ikinci bir ana depreme kadar. Fay hattının hayli uzun ve yüzeyde olduğu göz önüne alınırsa ikinci, üçüncü, dördüncü depremler pardon, pardon "Her şeyime, hiç kimsesinden hiçbir şey ifade etmeyecek, bir kaç şey" III, IV, V, VI yolda gibi.
Biraz Arabesk bir temenni olacak belki ama "Allah yardımcın olsun" bak şarkı şöyle devam ediyordu "derdine derman bulsun, laf aramızda kalsın, sen âşıksın arkadaş"
Geçenlerde aynı dertten muzdarip kara kere kara sevdaya düşmüş bir dostuma nasihat ediyordum "bak kaçan kovalanırmış" birde bu taktiği dene diye. Veya kestirip at, içinde bir "Kızılelma" olarak kalsın. Bak demedi deme. Eğer elde ettiğin an sanma ki "onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine" olacak. Değilmiki gökten düşen hepi topu üç adet elma. Tecrübe ile sabit. Anladun oni ;)
Yok, be dedi, benzinin bittiği yere, gittiği kadar gitsin bakalım dedi.
Dedim o zaman sana helalinden "üç kul valla bir elham" hem de Türkçe mealinden. Kesmezse bir de Ayetel kürs-i benden bu kadar. Güldü!
Düşünsene mutfakta veya banyoda bir "karafatma" gördüğündeki heyecanını, paniğini, korkularını. Peki, hiç düşündün mü 1,5–2 cm lik bir karafatma'nın 175 cm lik senin gibi bir bir dev'e çektiği blöfün ardındaki yusuf-yusufçuk hallerini.
Masallarda olur ya, "Kafdağı”nın ardında bir yerlerde yaşarmış "dev" işte. Sen osun ve de karşında “karafatma”
Son olarak hüznüne ruhsatlı silahının barutu ıslansın, tetiği kırılsın, namlusuna kum dolsun
Not: Her ne kadar "karafatma" uniseks bir sıfat olsa da, hassas, alıngan ve kindar bayanların, böyle bir durumla karşılaştıklarında duruma göre "Arapkadri, karamurat, karabey, karaSerdar" sıfatlarını kullanmalarında bir beis yoktur
Şimdi, elimde hüznüme ruhsatlı bir silah olsa hiç düşünmeden dayar mıydım namluyu yüreğimin şakağına ve dahası umudun ellerini titretmeden çekebilir miydim o tetiği bilmiyorum.
Ez gurbane nam u nişane
Ez ji te pir hez dıkim
Cân…
( adına ve adındaki nişana kurban olduğum; seni seviyorum)
ayrı ayrı yerlerde olsakta biz kalemi susmayanlar.. hepimizin yüreğinin dili bir..
özellikle bu kısımlara bayıldım... okumaktan zevk aldım kalemlere bir yenisi daha eklendi benim için..
aramıza hoş geldin gönül dostu.. her mısran için yüreğine sağlık...