- 741 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gelecek Korkusu
Temel’le Fadime, bir gölün kenarında oturmuşlar ve sohbet etmektedirler.
Fadime;
-Ula Temel! Biz evlenince seninle tüm dertlerimizi paylaşacağız değil mi?
Temel;
-Bizim derdimiz yok ki!
Fadime;
-Şimdi yok ama, evlenince olacak!
Hani ne demişler; bir kadının gelecek endişesi, evlene kadar sürer. Bir erkeğin gelecek endişesi ise, evlendikten sonra başlar.
Ülkemizde sistemden kaynaklanan güven sorunu, insanlarımızı daha henüz bugününü yaşamadan, yarının derdine düşürmektedir.
Psikologlar, insanın iki etken altında ruhsal sorun yaşadığını söyler. Birincisi; geçmişten gelen, geçmişte yaşanan olumsuzluklar nedeni ile, yarım kalan işler sonucu yaşanan sıkıntılar.
Keşke şöyle söyleseydim!
Keşke böyle söyleseydim!
İkincisi gelecekle ilgili;
Nasıl bir işte çalışacağım?
Nasıl bir insanla evleneceğim?
Arabam ve evim olacak mı?
Ya deprem olursa, sel basarsa bana ve geride kalanlara kim bakacak?
Ya aç kalırsam….
Geçmiş ve gelecek sıkıntısı, insana içinde olduğu anı yaşatmamakta, içinde olduğu zaman diliminin kıymetini unutturmaktadır. Dolayısıyla, bu durumdaki insanlar yaşadığı anın, o esnada yanındaki kişilerin değerini bilememekte, o anki vazifelerinin farkında olamamaktadır.
Ekonomik ve siyasi istikrarsızlık, terörizm, hortumlamalar, çete olayları, soygun, rüşvet, adaletsizlik, zamlar, enflasyon, trafik keşmekeşi, adliye kavgaları, mafya kurşunlamaları, paparazzi kahramanlarının yaşamları... insanların, “gelecek endişesi”ni alabildiğine körüklemektedir.
Ülkemizde gelecek endişesi şartları öyle oluştu ki, adeta birbirimizle savaşır olduk. Hiç kimse mevkisine, makamına, parasına razı değildir. Onun var, benim neden yok hasetliğinde, insanımızın gözünü adeta hırs bürüdü.
Yaşadığı hayata razı olmayanlar; kanunları, toplumsal ve ahlaki değerleri görmezden gelmekte, üzerine basıp yükselmeyi düşündüğü şeyin aslında, insani değerler olduğunu fark etmemektedir.
Tıpkı yarış atlarına döndük.
Sistem ve siyasiler seyisimiz,
Avrupalı dostlarımız ise, ganyan bayi..
Tüm dünya kuyrukta; kime oynayalım, kim kazanır!
Acaba önümüze gelen fırsatların farkında mıyız? İnsan olmanın zevkine vardıracak fırsatları kovalıyor muyuz? Bir küçük gülümsemeye muhtaç insanları, merhaba demeye hasret gözleri arıyor muyuz?
Paylaştıkça çoğalan, yaşadıkça artan sevgi ve bilgi içimizde var mı? Hangi marka deterjanla yıkasak acaba kalplerimizi?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki, karşımıza bir kez çıkar. Ve asla geri gelmezler.
Kendini güvende hissetmeyen, geleceğinden emin olmayan insanlar bu fırsatları asla kavrayamazlar. Fırsatları şans olarak değerlendirirler. At yarışları, loto-toto kuyrukları hayaller kadar uzar gider..
Toplumla, devletle ilişkilerimiz şartlara bağlı. Ne kadar cumhuriyet, ne kadar demokrasi, ne kadar insan hakları şartlara bağlı!
Bir başkasının kişisel alanına kadar özgürlük denildi ama; birilerinin çemberi esnek, kimilerinin çemberi yarım, kimilerinin ise çeyrek!
Japon yazar Masumi Toyotome’nin yazdığı, ‘Üç Türlü Sevgi’ adlı kitabında, sevgiyi üçe ayırarak anlatıyor.
Eğer Sevgisi: ‘Eğer şunu yaparsan…’
Çünkü Sevgisi: ’Seni çok seviyorum, çünkü bana kazandırıyorsun..’
Rağmen Sevgisi: ‘Her şeye rağmen, seni sen olduğun için seviyorum’
Biz ise; kazanıyorsak, maaş alıyorsak, iş buluyorsak sever olduk ülkemizi..
Bir de partimiz iş (!) başındaysa, keyfimize diyecek yok!
Demokrat olmak, cumhuriyetçi olmak, Atatürkçü olmak, insan olmak, her şeye rağmen bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarını, değerlerini, ayyıldızlı bayrağı sevmektir.
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" "Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce, sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken, tabaklar içinde çorbalar gelmiş ve arkasından da bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş, "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."
Yaşamak istediğimiz hayat, hepimizin hayali..
Yaşamak zorunda kaldığımız hayat ise, hepimizin gerçeği..
Hayallerine inanan, inancını eyleme dökenler gerçeği yakalayabilirler.
Diğerleri; olup biteni anlamadan, ellerinde ki boş kaplarla sadece seyrederler.
Hüseyin PAŞA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.