- 1091 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÖĞRETMENİN VAKARI
Öğretmenliğimin henüz ilk yılıydı. Mesleğime aşkla heyecanla sarılmıştım. Öğrencilerime ilim, irfan, hak ve adaleti öğretmek için adamıştım kendimi. Görevim vatanımın neresine çıkarsa çıksın hiç önemli değildi. Vatan toprağı kutsaldı. Vatanın her yerinde görev yapmak için can atıyordum…
İlk tayinim; metropol şehir olan İstanbul Küçükköy İmam Hatip Lisesi’ne çıkmıştı. Evliydim, eşim çalışmıyordu ve altı aylık bir çocuğum vardı.
Aldığım maaşın neredeyse yarısı kiraya gidiyordu. Ev geçimi büyük şehirde gerçekten çok zordu. Evimi geçindirmek, çocuklarıma helal rızık yedirmek için elimden geleni yapıyordum ve çok çalışıyordum. Yükümden fazla derse giriyordum, yine de yetiştiremiyordum. Bazen çocuğuma süt, mama bile alamazdım. Sobada yakacak kömür, odun yoktu. Yokluğu iliklerime kadar yaşıyordum.
Bir öğretmen olarak takım elbisem yoktu. Takım elbise bir öğretmenin olmazından biriydi. Üniversite öğrencilik yıllarımda aldığım pantolon ve ceketler vardı; fakat takım elbisem yoktu. Her gün aynı elbiselerle okula gelmem öğrencilerimin bile dikkatini çekmişti. Bu öğretmenin hiç takım elbisesi yok mu? Diye söylenenlerin sözleri kulaklarıma kadar geliyordu. Öğrencilerimin elbisesi benim elbisemden kat be kat güzeldi ve de kaliteliydi...
Okulumuzun koruma derneği; öğrencilerin: “Bu öğretmenin takım elbisesi yok mu?” sözlerini duyar ve bu durumu araştırır. Evet, öğrencilerin söylediklerinin tamamı doğduydu ve yanlış yoktu. Öğrenciler eksik bile söylemişlerdi…
Benim durumumu öğrenen okul derneği, benim için, çok güzel bir takım elbise diktirmeye karar verir. Kaç beden elbise giydiğimi, benden habersizce öğrenirler. Çok güzel, siyah bir takım elbise diktirirler.
Günlerden bir gün, beni derneğe çağırdılar: “Hocam! Sizin çalışmalarınızı ve gayretlerinizi görüyoruz ve çalışmalarınızı takdirle karşılıyoruz. Durumunuzu biliyoruz; çam sakızı, çoban armağanı derneğimizin şu hediyesini kabul eder misiniz? Şayet kabul ederseniz bizi çok memnun edersiniz.” Dediler.
Ben: “Bu takım elbiseyi kabul edemem.” dedim. Bu cevap alışılmadık bir cevaptı ve şaşırdılar. Acaba neden kabul etmedi diye, kendi kendilerine bin bir soru sordular.
Düşünce dünyamda, öğretmenin bir vakarı ve haysiyeti vardı. O vakarı da ölünceye dek sürdürmeliydi. Takım elbiseyi kabul edip mihnet duygusu duyarak başkalarının duyguları, düşünceleri ve etkileri altına giremezdim. Ben, hayatımda kimsenin etkisinde kalmadan özgürce düşünmeyi ve özgür karar almayı öğrenmiştim. Düşünce dünyamı ve duygularımı hiç bir şeye feda edemezdim…
Haktan ve adaletten ayrılmayacağıma yemin etmiştim. Hediyelerin töhmeti altında ezilemezdim. Benim hayır sözüm kendime güvendi, kendimi tanımamdı. Günün birinde bir takım elbise alabilirdim; fakat hakkaniyet ve tarafsızlığımı kaybedersem bunu asla alamazdım. Öğretmenin vakarının bunu gerektirdiğini düşünüyordum.
Ben dernek yöneticilerine: “Benden daha çok ihtiyacı olanlar olabilir onlara verin” dedim. Bu hediyeyi kabul etmeyerek oradan ayrıldım.
Benim için dikilen takım elbiseyi, ihtiyaç sahibi birine vermişlerdi; çok güzel olmuş ve çok da yakışmıştı. Arkadaşlar arada sırada bana takılırlardı: “Bak senin takım elbise, adama ne de güzel yakışmış” diye…
Nisan/1995
İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.