- 1145 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NEFES___AŞK___VEDA
Dalgalar ayaklarını okşuyordu. Ne zamandır burada olduğunu bilmek istemeksizin, gözleri yarı açık, kımıltısız vaziyette kumsala teslim etmişti kendisini. Sırt üzeri uzandığı yerden kolları iki yana savruk bekledi, bekledi… Sanki ayaklarından süzülen duyguları denizi tamamen kaplamıştı. Deniz de anlıyor gibiydi onu. Önce usul usul, sonra kabararak yaklaşıyordu adeta. Gece olmak üzereydi. Yosunlardan başka hayıflanacak kimsesi yoktu kızın... Etraf sadece kendi duygularıyla boyanmış, renk renk haleler dönüyordu bıkmaksızın. Gizemli ve bir o kadar da büyülü bir geceye daha ilerleyen zaman bile “artık kalkmalı değil mi yerinden” diye sordu. Yanıt gelmiyordu kızdan… Yanıtları terk etmek içindi belki bu seremoni. Deniz ve ıslak vücudu, anlatıyordu her şeyi. Saçları, her dalga sonrası, dörtnala koşan bir kısrak gibi oynaşıyordu kumlarla.
Deniz de yürümek istermiydin, dedi nefes’i. Bu, O’nun sesinden başkası değildi. Uğruna suskunluğu tercih ettiği kişiden başkası değildi, nefes’in sahibi. Lal olmayı göze aldığı ve yitirdiği AŞK’ından başkası değildi… Yitirmek, mecburunum diyen sözleri adeta tokatlayan bir zalim gibi kaldırıyordu yaba ellerini birbiri ardına. “Mecburunum” diye bağırdıkça, yitirmişlik daha kararlı indiriyordu gerçekleri. Ve deniz, sızan kızıllıkla mavisini terk ediyor, gece bu dönüşümü belli etmek istemeksizin saklıyordu ay ışığını. Bulutlar cibinlik gibi pür telaş… Esintilerden korunaklı bir çember gibi yığılmışlardı birbirleri üzerine…
Yere ıpıslak uzanan şehla’nın kulağına, yine o keman ve piyano sesi düşmüştü işte… Dalgalar daha bir hızlanmış, orkestranın içli tınılarına ayak uydurmaya çalışır gibiydi. Yükseldi yükseldi, En hisli nağmeleri icra eden dev bir orkestrayı kıyıya sürükledi.
Çılgın bir şef elinde ki batonu ustalıkla ve şevkle hareket ettiriyordu. Kızın kalbine her defasında ilişen bir çentik gibi, boşlukta dans eden baton, kulağına o eriten tınıları nasıl işliyordu. İşte yine o parça dedi nefes’i. Yukarılara doğru buharlaşan bir anı kümesinin ağzından çıktığını görerek. Sevdiği adamla tek irtibatı olan, bu duygu yüklü nağmeler kalmıştı geride. Bir de içindeki “nefes”in anafora dönüşen o müphem Aşk’ı…
Artık geride kalan, bu!
“Bu yüzden” dedi kız. Denize iç lügatinden inciler saçarak. “Bu yüzden sana geldim. Sırrımı ifşa edeceğim sana. Sen dinleyeceksin beni. Yalnız sen. Belki cesaretimi toplarsam yürümeyi öğreneceğim tekrar. Sadece yürümek… Koşmak, mecalim ondayken mümkün gözükmüyor. Bunun içindir kımıltısızlığım. Deniz duy beni. Nefesim yetmiyor ondayken broşlarım. Duy beni. Tekrar etmeksizin anlayıver halimden.
Mecalim sende iken kımıltısız bırakma beni, dedim. Sen bari anla hal dilimden. Artık ağlamam sanıyordum. Kabuk bağladı çoktan yaralarım. Anladım ki çatlarmış en olmadık yerinden, sızdırırmış iplik gibi… Fazlası taşarmış gözlerden oluk oluk…
Ben kabuğu kandırdım zannederken, o beni yanıltırmış olmadık zamanlarda.”
Usulca kalktı yerinden… “ Artık gitmem gerekiyor” dedi.
Doğrularına adım atarken şu sözler döküldü dudaklarından…
“Hoşçakal nefis!”
Nefes bir anafor’a dönüşmek üzereyken… Terkedilmiş, tamiratı elzem bir kayığa, incecik bir lilyum gibi tutundu kız. Nazenin elleri kavradı kürekleri. O esnada eline batan bir kıymık uyandırdı rüyasından. Göğüs kafesi, içinde binlerce kelebeğin kanat çırpınışlarıyla inip kalktı. Kalbini yokladı, Nefesim dedi. Hala oradasın. Ve sıcak bir buseyi gönderdi, penceresinden köpüren denizin koynun da, sevdiğinin koynuna.
Hissetti mi sevdiği adam. Belki. Ama bir şey oldu adama. Deruni bir sızı koptu sevdiğinin yüreğinden. Herhangi bir zaman diliminde yüreğini acıtan sızı fay hattı çizdi sevdiği erkeğin kalbine. Ve sevilen adam, aniden şefin batonuyla irkildi. Yüreği titredi enstrümanların çıkardığı melodilerden… Batonun hararetli çizgileri iki yüreğin fay hattına dönüştü.
İncecik lilyum… Aşkına göz kırptı son kez. Son kez. Nefesim dedi. Zaman deli bir tay gibi koşmaktaydı, geriye bakmaksızın. Son kez nefes… Hoşçakal dedi, bütün ılıklığıyla… Üç noktanın önünde ki ünlem ve soru işaretleri kibarca çekildi. O üç nokta her şeyin şahidiydiler. En sona ilişen nokta, anafor oldu, bütün sayfayı yuttu. Geriye kalanlar buharın cama yansıyan buğusu gibi, incecik aktı okuyanın gözlerinden. “Gözlerimden akanları saklayacağım çünkü çok kıymetliler! Kıymetlim kadar, kıymetliler.”
Nefeslerin tüketildiği yerlere bir anıt gibi kondu iki aşkın ayrılık siluetleri. Mahşere kadar dili anlaşılmayacak bir kitabe işlendi anıta… Sadece rüzgârın çözeceği bir lisanla, simgeleştirildi aşkın alfabesi. Alfabeler boynu bükük bir kuğu gibi, ıssızlıkta asılı kaldılar. Artık mümkünü yoktu, duru sulara aksetmenin. Bir kere yazgı adıyla hecelenmişti Aşk hali. Sensizliğin ses haliydi bu. Yalın, belirgin ve bir tokat sesi kadar sahiciydi.
Tek mümkünüm sen iken, tek mümkünü “sen” olanlara karıştın. Düşsel bir ebruda sen kâğıda aksettikten sonra, ben peşin sıra gelseydim de fark eder miydi? Çerçeven olmuş sana bakarken, sen renklerle kâğıda kendini gizlemedin mi? Haydi deli rüzgâr es… Sevgilinin rengini boya üzerime. Hıçkırsam da fark etmez sevgili, ne rüzgârın eseceği var, ne gözlerimden inenler seni akıtır bana. Bir kere yazgı dedik. Kuğular kadar bükük boynumuzla… Elveda!
Bedia Belkıs BALCILAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.