- 1128 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DENEME ve MAKALE
DENEME ve MAKALE
Fransız yazar Montaigne’den (1533-1592) önce deneme diye bir yazı türü yoktu. İlk denemeleri yazarak bu türün kurallarını belirleyen odur. Ayrıca yaşadığı müddet zarfında denemenin en güzel örneklerini vererek yarattığı bu yazı türünü okuyuculara ve sonraki kuşaklara benimsetmiştir.
Montaigne bir yazısında: “Herkes çevresine bakar, ben içime bakarım. Kendimi yoklar, kendimi tadarım; bir şey iddia etmem, sadece anlatırım.” diyor. Bu sözler denemenin niteliklerini kesin çizgilerle ortaya koymaktadır.
Bu demektir ki deneme yazısı tamamen özneldir. Yani yazarın kişisel duyguları ve düşünceleri söz konusudur bu tür eserlerde. Denemeci, fikrini ispatlamaya çalışmaz; çünkü onun inandırıcı olmak gibi bir amacı yoktur. Bu nedenle birtakım belgeler göstermeye, kanıtlar öne sürmeye gereksinim duymaz.
Montaigne’in ‘çevresine değil de kendi içine bakması’ soyut konuları ele alması anlamına da gelir. Yani deneme genellikle ilmin kesin bilgiler veremediği “sevgi, arkadaşlık, ahlak, kültür, yalnızlık, mutluluk, çocukluk, yaşlılık…” gibi soyut konuları içerir. Fakat bu; “al eline kalemi, yaz aklına geleni” anlamına gelmez. Deneme yazarı genel kültür bakımından yetkin, edebiyata hâkim, kompozisyon fikri gelişmiş biri olmalıdır. Her şeyden önemlisi de kendisini okutacak zengin bir dile, akıcı ve olgun bir üsluba sahip olmalıdır.
Makale ise denemeyle taban tabana zıt bir yazı türüdür. Her şeyden önce nesneldir; yani yazarın kişisel duygularına ve düşüncelerine yer yoktur makalede. Yazar “ille de benim dediğim doğrudur” inadından uzak durur. Fikrini ispat etmek için okuyucuyu yanıltmaz; kelime oyunlarına ve demagojiye sapmaz. Yazar bir meseleyi irdelerken, bir fikri kanıtlamaya çalışırken belgelerden ve kanıtlardan yola çıkar. Ele aldığı konu hakkında (o konuda uzman değilse) geniş araştırmalar yapar; birtakım makaleler, kitaplar okur; uzmanlarla konuşur, röportajlar yapar.
Makale yazarı, yaptığı gözlemlerlerden ve incelemelerden, edindiği bilgilerden, topladığı kanıtlardan yararlanarak ele aldığı konu hakkında bazı sonuçlara ulaşır ve bunu okuyucularıyla paylaşır. Bu nedenle makaleler bilimsel yazılardır.
Yıllar önce bir edebiyat profesörünün dört sayfalık bir makalesini okumuştum. Sevet-i fünun’a mensup bir şairin 1860’ta mı, yoksa 1861’de mi doğduğunu araştırıyordu bu yazısında. Bu dört sayfalık makalenin sonuna ise üç sayfalık bir bibliyografya eklemişti hocamız. O zaman üşenmeyip listede yer alan eserleri saymıştım. Sonuç “Bu kadar da olmaz yani!” dedirtecek cinstendi. Edebiyat profesörü; günümüzde hiçbir eseri yeniden basılmayan, adı edebiyat tarihlerinde kalmış üçüncü sınıf bir şairin hangi yılda doğduğunu doğru tespit etmek için tam 83 makale, gazete ve kitap(!) okumuştu.
İşte makale yazmak böylesine ciddi ve zorlu bir uğraş gerektirir.
Okullarda bize gazetelerdeki köşe yazılarının birer makale, ilk sayfadaki yazının ise başmakale olduğunu öğrettiler. Külliyen yanlış… Köşe yazarları bir gün İstanbul’un trafik sorunundan söz ederken öbür gün millî takımın başarısından, sonraki gün ise Ergenekon soruşturmasından bahsedebiliyorlar; uzman olmadıkları ve hatta hiç araştırma yapmadıkları konularda ahkâm kesebiliyorlar. Gazetelerde yayımlanan bu köşe yazılarının yüzde doksan dokuzunun makale ile uzaktan yakından alakası yoktur; bu yazılar fıkra özelliği taşımaktadır.
erturanelmas.megabb.com