- 1128 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
292 - ER RÂFİ
Onur BİLGE
Allah, bir zamanlar o garsona da Râfi ismiyle tecelli etmiş, belki nimetin şükrünü yapamadığı belki de nefsi arzularına gem vuramadığı ve Allah’ın emirlerini, gerektiği şekilde yerine getiremediği için zıddı olan Hâfıd ismiyle tecelli etmişti. Dedim ki:
“Görünüşte, Allah ona, Hâfıd ismiyle, aslında Râfi ismiyle tecelli etmiş. Belki büyük bir dünyevi kaybı olmuş ama mukayese bile edilemeyecek kadar uhrevi kazanç elde etmiş. Allah onu, halı krallığındaki tahtından indirmiş, kendi katında taçlandırmış. Aslında, elinden tutmuş, günah bataklığından çıkarmış, yukarıya kaldırmış, yıkayıp arıtıp derecesini yükseltmiş ki artık o günahlardan rahatsızlık duyuyor, Allah’ın adını ağzından bırakmıyor.” Orçun:
“İnsan hayatında, maddi anlamda adam olmak ve manevi anlamda da Salih bir kul olmak dışında nasıl yükselme olabilir acaba?” dedi.
“Düşünsene! Bir tarafından bir tarafına dönemeyen, ayakları yere basamayan, omurgasını doğrultamayan, yerinden kalkamayan aciz bir yaratıkken; Allah, bizi o halden çıkararak emekler hale getirip, ayağa kaldırmadı mı? Sıralamaya, yürümeye, koşmaya başladık. İsteseydi, yılanlar gibi yerde sürünür halde bırakırdı.
Hasta oluyor, yatağa düşüyoruz. Şifa veriyor, ayağa kalkıyoruz. Maddi yönden zayıflıyor, yoksul düşüyoruz. Rızkımızı arttırıyor, kalkınıyoruz. Bahşettiği akılla, cahilken bilgi edinerek maddi ve manevi yönde aşama kaydediyor, yükseliyoruz. Ne kadar az şükrediyoruz!” dedim. Define:
“Kötü işler yapmaktayken tövbe ederek arınıyor, yüceliyoruz. Allah’ı yüceltiyor, O’nun tarafından yükseltiliyoruz. Mümin olmanın bir ayrıcalığı vardır.” dedi. Mahir:
“Allah, dilediğini indirir, dilediğini yüceltir, yükselttir. Fakat biz de dua edip, yardım istemeliyiz.” diyince, Neşe:
“Bu isim de Kuran’da geçiyor mu?” diye sordu. Mahir:
“Er Rafi’, Kuran’da, Ali İmran Suresi’nin, yanılmıyorsam 55. ayetinde geçiyor.” diye cevap verdi. Dede, üşenmeden kalktı, aşağıya indi ve odasından not defterini alıp geldi. Gözlüklerini takarak aradı, buldu ve:
“Ondan başka, Mü’min Suresi’nin 15. Ayeti’nde de bir kere, ‘Rafi-ud-derecat’ olarak; on üç kere de ‘Yükseltmek ve türevleri’ halinde geçiyormuş.” dedi. Mahir:
“Allah, Rafi ismi gereği, gökleri direksiz yükseltmiştir ve bazı hayvanları gökyüzünde gezdirir; Hafid ismi gereği de bazılarını ve gölgelerimizi yerde süründürür. Hazreti İsa’yı katına yükselten, Efendimizin şanını yücelten O’dur. Kullarının durumlarına göre derecelerini yükseltir, alçaltır.” dedi. Define tok bir sesle:
“Allah, nefsine uyanları, cehennemin en alt derekelerine alçaltır; salih kullarını cennetin en üst derecelerine yükseltir. Hazreti Yusuf’u, kuyudan ve zindandan çıkaran, Mısır’a sultan yapan O’dur. La Rafie illallah!” diyerek konuyu kapatmaya çalıştı ama bu konu, kapanacağa benzemiyordu. Işıl:
“Çocuklar! Benim dayım, başarılı bir müteahhitti. Bulunduğu yere sıfırdan gelmişti. İnşaatlarda beton zeminde, çimento kâğıtlarının üzerinde yatmış, çalışmış çabalamış, apartmanlar dikmişti. Evlendiğinde, gecekondudan başlayarak muhtelif evlerde oturdu. Sonra altıncı katta bir daire aldı. En sonunda da, İstanbul gibi bir yerde, denize nazır bir site yapıp, on üçüncü katına kadar çıktı. Orası, dubleksti. O kadar güzel döşenmişti ki adeta kral dairesiydi. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi. İçinde bir ay bile sağlıklı yaşayamadı. Felç oldu. Ne inebildi, ne çıkabildi, oraya çakıldı kaldı! Ha yer evde yatmış, ha gökdelende... Bereket çok çekmedi. Bir yıl kadar sonra öldü.” dedi.
“Allah rahmet eylesin!” “Taksiratını affetsin!” “Başınız sağ olsun!” “Hüküm Allah’ın!” “Veren Allah, alan Allah!” gibi cümleler, birbirine karıştı. Dedim ki:
“Dünyevi yükselmeler geçicidir. Maddi âlemde, her yükselmenin bir alçalması vardır. Kaçıncı kata kadar çıkarsan çık, yerin altına ineceksin! Kaçınılmaz son!”
“Çok doğru!” dedi, arkadaşlar. Define:
“Allah katında yükselmeye çalışalım! Mühim olan o! Burada, öyle de olur, böyle de... Bakın, benim yaşadığım yere! Küçük bir odacık... Ne fark eder? Gökdelende de olsam, bir sedirlik yerde yatmayacak mıyım? Gözümü kapattım mı, gökdelen de bir, benim fakirhanede de... Ha, yatağım kuştüyünden değilmiş de süngermiş... İçinde yattığım zaman, gözümü yumar yummaz uyuyamayacak olduktan sonra neye yarar? Benim borcum yok harcım yok! Gece olup da odacığıma girdim mi, vurur kafayı yatarım, davul gibi şişerim! Oh! Gel keyfim, gel!” diyince, Ahmet dayanamadı:
“Davul gibi şişer de zurna gibi de öter. Dayan dayanabilirsen, horultusunun sesine! Yanındaki odada ben yatıyorum. Acıyan, bana acısın!.. Söylüyorum, inanmıyor. “Ne horlaması be? Ben hiç horlamam! Pamuk gibi uyurum!” diyor." dedi.
“Öyle dedim, dedim de... Bu var ya bu! Ahmediko! Bir gece teybe almış, sabah kalktığında bana dinletti. Duygu da var yanında. “Kim ulan, bu ayı? Mağarada kış uykusuna yatmış gibi inini titretiyor!.. Greyder mi ne?” dedim. “Senin bu geceki horlaman...” demez mi!.. Bir aklım varmış, başımdan çıktı!.. “Bu ben miyim, ulan!..” demişim, bir vurmuşum, sakat dizime! Nasıl canım yandı!.. Bunlar yerlerde! Gülmekten yarılıyorlar!..” Neşe, gülerek:
“Benim babam da horluyor. Televizyonun başında uyukluyor. “Kalk baba, yerine yat! Haydi, odana git! Bak üstün açık, üşüyorsun.” diyorum. “Televizyon seyrediyorum, kızım!” diyor. Üşümesin diye üstünü örtüyorum. “Dokunma, bana! Şuracıkta biraz şekerleme yapayım dedim, keyfime turp suyu sıktın! Bana rahat yok mu bu evde yahu!” diyor. “Üşüyüp hastalanacaksın! Uyuyan üşür!” diyorum. “Sen üst örtmüyorsun ki! Kundaklıyorsun!” diye kükrüyor. Bilmem kaçıncı uykusunda ne televizyonu seyrediyorsa...” dedi. Mahir:
“Benim amcam da dişlerini gıcırdatır. Dayanılmaz bir ses çıkar! Gıcır gıcır... Bitirmez de... Bütün dişleri kaplama! Gıcırdatmaktan birbirini yemiş, hepsi mahvolmuş!” dedi. Işıl:
“Ben de gıcırdatmaya başlamışım. Birkaç yıldır... Sinirden oluyor, o! Demek ki baban da sinirli! Tedavi olmalı. Çok sinirli olduğum zamanlar daha çok gıcırdatıyormuşum.” dedi.
“Evet, haklısın. Amcam çok sinirli... Sakinleştirici alıyor. Bana mısın demiyor, yine de! O da yükseldiği yerden indi bir ara. Bakkal dükkânından marketr... İşi büyütmüştü. Stoklamak için mal alırken hırs yapmış. Yetmedi, bir de depo yandı! Hani bazı mallar karaborsaydı ya... Yağ, karbonat, ampul falan... O zamanlar onda, onlardan tonlaydı. Tam piyasaya süreceği zaman yangın çıktı. O sıra komple yandı! Arada bir küçücük ev kurtuldu. İşte o zaman, iflas edince depresyona girdi.”
“O stoklamalar nedeniyle karaborsa oldu o tüketim maddeleri. Yazık bu zavallı halka! Zaten gelirleri ne kadar ki! Her yerde kuyruk! Bir paket yağ için yarım saat bekliyorlar.” dedi, Orçun. “Kusura bakma ama aradığını bulmuş.”
“Neden kusura bakacağım? Haklı söze ne denir? Babam da çok söyledi, ona! Dinlemedi. “Yapma, etme... Fakir fukaranın hakkı var!” ne dediyse, kâr etmedi! Burnunun dikine gitti! Allah’ın parmağı var da gözüne mi sokacak! Buldu belasını, oturdu aşağıya!”
“Şimdi ne iş yapıyor?”
“Hiç... Boş gezenin boş kalfası... Kaldırım mühendisliği yapıyor. Bizde kalıyor. Yiyor içiyor, yatıyor, diş gıcırdatıyor, kalkıyor ahlayıp vahlıyor!”
“Diş gıcırdatılacak birisi varsa; o, aslında!”
“Gıybete girdiniz, çocuklar. Farkında mısınız?” diye uyardı, Define. Mahir, onarma çalıştı:
“Allah ıslah etsin! Cennetine, cemaline layık kullarından eylesin! Onu da cümlemizi de...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ -292
YORUMLAR
_ “Dünyevi yükselmeler geçicidir. Maddi âlemde, her yükselmenin bir alçalması vardır. Kaçıncı kata kadar çıkarsan çık, yerin altına ineceksin! Kaçınılmaz son!”“ evet.
Allah, dilediğini indirir, dilediğini yüceltir, yükselttir. Fakat biz de dua edip, yardım istemeliyiz
evet dua ve sükür etmeli daima yaradana.
tek dert karsisinda degil.
yine cok anlamli güzel bir öykü.her yazdigin gibi
yüregine emegine saglik.sevgilerimle