- 1043 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUZUYU KONUŞTURAN ŞAİR
KUZUYU KONUŞTURAN ŞAİR
“Seçme Şiirler” başlığını koyduğum bir şiir defterim var. Daha doğrusu defterlerim var: Tam üç cilt… Kırk beş yıla yaklaşan şiir okuyuculuğum serüvenimde beğendiğim şiirleri bu defterlere not etmişim. Gerçi defter demeğe bin şahit ister: Ciltleri bozulmuş, yaprakları sararmış ve yıpranmış kâğıt yığınları… Yıllardır cildi sağlam, oldukça hacimli bir defter alıp temize geçmeyi düşünüyorum ama oldukça uzun ve çetin bir iş… Hem o defterler hayatımın antik eserleri gibi geliyor bana. Temize geçip de eskileri yırtıp atarsam tüm hatıralarımı da yok edeceğim hissine kapılıyorum. Düşünsenize bu defterimin ilk sayfasında, ilkokul birinci sınıftayken 23 Nisan Bayramı’nda okuduğum bir şiir var. İlk dörtlüğünü aşağıya aldığım bu şiiri mutlaka siz de okumuşsunuzdur veya en azından okuyan birinden dinlemişsinizdir:
Gelince nisan
Sevinir insan
En büyük bayram
Yirmi üç nisan
Benim şiirle tanışmam bu dörtlükle başlamıştı. Katıldığım o ilk millî bayramı, öğrencilerden ve halktan oluşan bir topluluk önünde kürsüye çıkıp şiir okuyuşumu, kalbimin küçücük göğüs kafesimi parçalarcasına atışını hâlâ dünmüş gibi hatırlıyorum. Özellikle kürsüden inerken işittiğim alkış seslerini ve babamın yanıma gelip beni alnımdan öpmesini…
Gelelim sadede… Sonunda bir ay evvel şiir defterimdeki eserleri yine “Seçme Şiirler” başlığıyla bilgisayarıma aktarmaya karar verdim ve her gün fırsat buldukça beş – altı şiiri temize geçiyorum. Dün yine böyle çalışırken Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın beş dizelik bir şiirini bilgisayar ortamına aktardım ve sonra ilk defa görmüş, ilk defa okumuş gibi bu dizelere baktım, baktım, baktım… Kendi kendime:
“Vay anasını!” dedim. “Türkçe’m benim ses bayrağım, deyip de 20. Yüzyıl Anadolu Türkçesine ses bayrağı olan şairin dehasına bak! Kuzuyu bile konuşturmuş.”
Evet, yanlış duymadınız; Dağlarca kuzuyu bile konuşturmuş. Hem de Türkçe… Şimdi bu beş dizelik şiiri aşağıya yazayım da siz de dinleyin kuzuyu.
KINALI KUZU AĞIDI
Kara koyun kuzular kuzulamaz
Me deme!
Kara koyunun kuzusu, kınalı kuzucuk!
Görür görmez yüzünü, bekle azıcık;
Meme deme!
Şiir dehası bir sanatçının bu kısa, sevimli ve harikulade şiirinde ne var?
Neler yok ki?
Her şeyden önce, şiir edebiyatta “tekrir” (yineleme) denilen sanatın harika bir örneği… ”Kuzu, koyun, kara” sözcüklerinin tekrarlanmasıyla oluşuyor bu sanat.
Ayrıca şair “z,k” ünsüzlerinin bulunduğu kelimeleri seçip aliterasyondan yararlanarak eserinde bir iç ahenk oluşturuyor. Birinci ve üçüncü dizelerdeki her sözcüğün “k” ile başlaması ayrı bir incelik… Şiirdeki bir başka dâhiyane buluş ise ikinci ve beşinci dizelerdeki sözcüklerinin tümünün kuzu sesi olan “me” ile bitiyor olması… Şiirdeki en büyük güzellik ise “kuzuyu Türkçe konuşturmuş” dediğim son dize. Bu dizedeki “meme” sözcüğü hem bir kuzunun “mee, mee” diye melemesi, hem de bir bebeğin annesinden süt emmek içim “meme” demesi olarak yorumlanabilir.
Şiir hakkında şu ana kadar yazdıklarım bu eseri ses ve söz sanatlarıyla bezenmiş içi boş bir süslü metin olarak göstermiş olabilir. Ancak Dağlarca her eserinde biçim mükemmelliği kadar içeriğe de önem verir.
Onda; bir nesnenin, bir canlının, bir varlığın en farklı, en önemli özelliğini görme ve şiirine yansıtabilme yetisi vardır. Eğer bir koyunun doğum yapmasına şahit olduysanız Dağlarca’nın bu olayı en can alıcı niteliğiyle ve özlü biçimde anlattığını çok iyi anlarsınız.
Hiç unutamıyorum: Çocukluğumda annem bize taze süt içirebilmek için evimizin bitişiğindeki küçük damda birkaç koyun beslerdi. Koyunlardan biri yavrulayacaktı. Biz tüm aile bu olayı merak ve heyecanla bekliyorduk. Derken o gün geldi çattı. Bir koyunun kuzulamasına şahit olmuştum. Daha doğrusu babam, kuzu dünyaya geldikten sonra dama girmeme müsaade etmişti. Dama girdiğimde beyaz tüylü, kedi kadar ufak bir kuzucuğun yerde debelendiğini gördüm. Beyaz tüyleri yer yer kanlıydı ve anne koyun yavrusunun kanlı tüylerini yalamakla meşguldü. Otuz – kırk saniye sonra inanılmaz bir şey oldu ve henüz birkaç dakika önce dünyaya gelen bu yavru dört ayak üstüne kalkmaya çalıştı. Bir iki sendeledikten sonra doğrulmayı başardı ve bir içgüdüyle “me” diye meleyerek anasının memelerinden süt emmeye başladı.
O an insan yavrusunu düşünerek kuzuyla karşılaştırdığımı hatırlıyorum. Bebekler bu yeni doğmuş kuzu yanında ne kadar zavallı, ne kadar aciz yaratıklardı.
İşte Dağlarca bunu anlatmış: Bir kuzunun kuvvetini, çevikliğini, içgüdüsünü… Bir kuzunun doğar doğmaz bebeklikten çıkarak ayağa kalkabildiğini ve karnını doyurmak için anasından süt isteyebildiğini vurgulamış kısaca.
erturanelmas.megabb.com