Leyla
Mutlu olabilmek için yüzlerce sebebimiz olduğu yıllardı. Henüz herkesin evinde renkli televizyon yoktu. Sokak sakinlerinde Menkıbe hanımlara dizi izlemeye gitme alışkanlığı oluşmuştu. Dallas için neredeyse yer kapma savaşı yapılıyordu. Onlar bu hengâmede çokça heyecanla çekirdek çitlerlerken ben arka avluda Osman dede ile oturmayı tercih ediyordum.
Bir köşesinde portakal, öte tarafta kauçuk ağacı olan duvarın, geceleri ip asmalı ampuller sayesinde oluşturduğu görüntü muhteşemdi. Tahta divanla çevrili köşede bir tek bu diziler oynadığında oturabiliyordum. Onun dışında çocuklara yer yoktu, o divan büyüklerin malıydı. Kerpiç duvarın üstü kırık cam şişelerle döşeliydi. O dönemin hırsız alarmı sayılıyordu bu önlem.
Büyük Vita tenekelerinde yeşeren, renklenen çiçekler bayrakları gibidir o günlerin. Sardunyalar, kaktüsler adını bilemediğim envai çeşit çiçek duvarın kapı girişine kadar dizili dururdu. Yandaki taş köşkün bahçesindeki hurma ağacının bir dalı o bahçeye sarkmıştı. Osman dedenin dediğine göre bahçenin karşısındaki palmiye yan köşkün hediyesiymiş. Evvelki sene ölen köşkün sahibi Josef Bey ile Osman dedenin tavla maçları pek meşhurmuş. Ondan bahis açıldığında halen gözleri dolar Osman dedenin. Lambalı radyosu vardı ve genellikle Arap kanalları tercih etmekteydi. Sadece ajans dinlemek için günde üç kez değiştirirdi kanalı.
Çok küfürbaz olduğu için annemin onunla görüşmemden hoşlanmadığını biliyordum. Ama bir o kadar da çok eğlendirici bir kişilik olan Osman dededen mahrum kalmama da içi izin vermiyordu. Her yaştaki insana anlatacağı şeyleri vardı onun. Kimi zaman askerlik anıları, bazen eski aşkları kitaplaşırdı. Dostlarına hazırladığı şakaların ayrıntıları ise onun ne denli zeki biri olduğunun kanıtıymış meğerse. Çok canı sıkkınken bile, eskiden canı sıkkınken ne yapıp kendini nasıl eylediğini anlatarak zaman geçirirdi. Televizyonu bir tek dansöz çıktığında izliyordu. Başka bir işe yaramaz bu meret diye kızıyordu. Eskiden kahvehanede, şimdilerde azalsa da bu avluda onlarca kişiye anlattığı hikâyeleri şimdi bu meret yüzünden anlatamaz olmuştu. Böylesi durumlarda ben elbette çok önemli bir konuk edasıyla başköşeye kurulabiliyordum. Bu durum ikimiz açısından da önem kazanıyordu. Sıkılacaklar bundan da bıkacaklar biliyorum diyordu.
Bir keresinde cambazlı bir sirk geldiğinde de benden uzaklaşmış yine dönmüşlerdi. Gelip geçici heves bunlarınki derken, birdenbire sinirlenip basıyordu kalayı. Ben anlamayayım diye Arapça küfürler ediyordu ama çoğunun ne anlama geldiğini artık bilecek yaştaydım. Onun bu hallerinden en çok torunu Leyla anlıyordu. Sesini duyar duymaz koşuyor ve mutlaka ona iyi gelecek bir şey yapıyordu. Ya bir çay getiriyor ya da boynuna sarılıp dedeciğim diye şirinlik yapıyordu. Dizinin girdabından kurtulabilip dedesi ile ilgilenmesi Leyla’yı sevmemi bir kat artırıyordu.
O benim ilk aşkımdı. Arkadaşlarımın Mecnun şakalarına katlanmak çok zor olsa da benim bir şikâyetim yoktu. Kıvırcık uzun siyah saçları, titrek kara bakışları uzun yıllar gözümden silinmemişti. Ne yalanım olsun ki sonraki sevdiğim kadınların gözlerinde hep Leyla’yı aramışımdır. Kim bilir sırf bu yüzdendir hiç sarışın sevgilim olmamıştır.
O bakışı ya da benzerini bulabilmek için siyah göz şart gibi geliyor bana. Zifir saç, siyah bakış özledim seni…
26.01.10
Nadir