- 1293 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEMLEKETİM
Her yaz geldiğinde yüreğim de bir sızı duyarım. Memleketim de
memleketim!
Sizlere memleketimi kendi gözümden anlatmak isterdim. Dinlemek ister
misiniz?
Memleketim Karadeniz sahilinin en doğusunda yer alır. Sahile kadar,
iki yanı sıra sıra yüksek yeşil tepelerle süslenmiştir. Gözümüzün
gördüğü her yerde renge renk çiçekler, meyve ağaçlarından yayılan
kokularla, hayalin yaratamayacağı, insanın tasvir edemeyeceği bir
güzellik sembolü buraları. Yeşilin çeşitli tonları karşısında insan
adeta sersemleşiyor. Meçhul derinliklerden gelen çağlayanın sesi
insanı mest ediyor. Dereler yeşil tepelerin eteklerinden nazlı nazlı
akıyor. Sanki tabiat bu güzellikleri burası için hazırlamış, süslemiş
de yerleştirmiş diyorsunuz.
Sahilden içerlere doğru gidildiğinde, yol kenarlarında düz alanlara
rastladığınız olur ama arazi genellikle meyillidir. Bu meyilli
yamaçların üstünde insan duramaz dersiniz, ama meyilli yamaçlarda
kadın, çoluk çocuk, ellerinde sepetleriyle kâh çay, kâh fındık
toplarlar. Buna adeta ekmeğini topraktan çıkarma denir.
Yolu bir noktada dere keser, üstündeki köprüden geçerken söyle bir
aşağıya baktığınızda derenin berrak suyu köprünün altında çağlayarak
aktığını görür ve işitirsiniz. Yol artık dere kenarından devam eder.
Sahilden baktığınızda durgun nazlı nazlı akar dediğimiz dereler;
kayalara çarparak, çağlayan ve köpürerek akan dereler olduğunu
görürsünüz. Yol yavaş yavaş yükselir, yükselirken de, derenin
çağıltısı sizden uzaklaşır. Artık gözünüz yoldadır. Yolun kenarları
renge renk çiçeklerle doludur. Yol boyunca sağınız solunuz adeta bir
meyve bahçesidir. Burada meyvenin her türlüsünü görmek kabildir.
Elması, armudu, eriği, kirazı, hurması, karayemişi, dutu üzümü... Bu
meyveler her evin bahçesinin olmazsa olamazıdır.
Yol bir yandaki kavaktan karşı taraftaki kavaklara sarılmış nazlı
nazlı sarkan asmalardan oluşmuş kemerlerin altından geçerek ilerler.
Yol ilerledikçe gökyüzüne uzanıyormuş gibi olursunuz. Gözünüz
gökyüzüne takıldığında havanın bulutlu olduğunu görürsünüz. Ama
buralar da hava daima bulutludur. Güneş ışıkları bir türlü çıkarmak
istemez. Kim bilir güneş olsa, bu dereler, bu vadiler, bu fındık
ağaçları, ya da çay bahçeleri güneşin parlak ışıkları altında ne güzel
görünecekler!
Yol sizi tepelere doğru çıkarırken ormanların yeşillikleri üstüne
sisler, bulutlar bir perde çekmiş gibi gelir. Bazen de güneş bir
ışıldak gibi bir tarafı ışıklar saçarak aydınlatırken, o zaman kısa
bir an içinde yeşil zümrüt gibi bir derinlik, yeşil ile gökyüzü arası
renginde beyaz köpüklü dereler, sarı, mavili, eflatunlu ve beyazlı
çiçekler görüsünüz. Gözlerimiz bu cazip güzelliğe doymadan, insan ruhu
bu tabii güzellikler karşısında pür neşe halde hayallere dalmışken,
güneşin ışıkları bir den kesilir, sonra yağmur başlar. Buralarda
yağmurun ne zaman yağacağı belli olmaz. Biz durmadan yukarılara
yükselmeye devam ederiz. Yolun yamaçlarından çağlayanlar döküldüğünü
görürsünüz. Hemen her adımda bir çalı kıpırdar, bir koşuşturmadır
gider.
Bir noktadan sonra aracınızı durdurup bakmak isteğinize karşı
koyamazsınız. Bu cennet bahçenin yeşil çağlayanları, kuşların tatlı
ötüşleri, çiçeklerin bin bir çeşit renkleri karşısında, siz
kendinizden geçmiş halde bu ahengi dışarıdan seyrederken, bir de
bakarsınız içine girmişsiniz. Aşağıda köpükler saçan, daima çağlayan
ve uğuldayan bir dere. Karşı yamaçlarda koyumu koyu ağaçlar, ağaçların
arasında bacasından duman tütmese farkına dahi varamayacağınız evler
görüp, sonra umutsuz bir sükût... Bu umutsuz sükûtu ancak ağaçların
dallarına gizlenmiş bir kuşun ara sıra gönülleri şenlendiren tiz ve
tatlı ötüşüyle büyü bozup yeniden yola koyulursunuz.
İlerde bir düzlüğe açık bir alana geldiğinizde; yan tarafımızda
dizlerimize kadar gelen otların arasında mavili sarılı çiçekler, bakıp
da iç geçirmemek olur mu? Ya o zıplayan buzağılar, otlayan ineklere ne
demeli... Sen geçerken durup sana ’bu yabancı da kim’ diye bakarlarken,
sende arabadan inip onlara dokunmak yabancı olmadığını onlara anlatmak
istersin. Ama nafile seni hatırlamazlar.
Bu üzüntüyle giderken bir de bakmışsın evin bahçesindesin. Artık
hülyalardan sıyrılıp bir oh çekerek ’ben geldim’ diye bir nara
atarsın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.