- 1158 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
291 - EL HÂFID
Onur BİLGE
Vakit ilerlemiş, yağmur yavaşlamış, hava kararmak üzereydi. Levent, Orçun’u alarak dışarıya çıktı. Giderken de akşam yemeği için bir hazırlık yapılmamasını söyledi. Bir süre sonra da ellerinde kocaman paketlerle geldiler. Kızarmış piliçler ve bir büyük tencere dolusu pilavla... Okulun yakınındaki restorandan almışlar. Yanlarında gelen garsonu tanıdım. Pilav tenceresini, servis tabaklarına boşalttı, tencereyi alarak gitti.
Onlar gelinceye kadar; Ahmet, İhsan’ı ekmek almaya yolladı. Duygu’yla Neşe marul salatası yapmaya başladılar. Masalar birleştirildi, örtüleri serildi. Sofra kuruldu. Getirilenler açıldı, tabaklara kondu; salata, masalara paylaştırıldı, ayranlar dağıtıldı. Ekmekler, alelacele dörde taksim edildi. Doğru dürüst bir şeyler yiyemeyen, çoğu zaman simitle tostla geçiştiren çocuklar, iştahla yemeye başladılar. Yine de diğerlerinden şanslıydılar. İyi veya kötü ama en azından temiz şeyler yiyorlardı.
Garson, alışılmıştan farklı, yaşlı bir adamcağızdı. Restoran’ın sakin olduğu bir gün, Orçun ve Neşe’yle üst katta yemek yemiştik. Bize hizmet ederken, Orçun onu lafa tuttu. Hal hatır sordu. Akşama kadar ayakta kalmaktan, merdiven çıkıp inmekten yorgun düşüp düşmediğini falan sordu. Derken, sohbeti ilerletti. Hayat hikâyesini öğrendik.
Duygu, her zaman en sofraya en son gelendir. Birkaç lokma yer, kalkar bir şey getirmeye gider. Yemek bitmeden çay koyar. Yine ikide birde kalkıyor, bitenleri yeniliyor veya eksikleri getiriyordu. Bir ara çayı demlemek için yine aşağıya inmişti. Bir iki dakika sonra:
“Ay!..” diye bağırdığını işittik. Ahmet başta olmak üzre hepimiz yerimizden fırladık!
“Ne oldu?” diye sorduk, değişik şekillerde.
“Yanıyordum!.. Çaydanlık devrildi! Allah muhafaza etti! Hastanelik olacaktım!” dedi.
Ahmet, onun yapacağı işe devam ederken biz Duygu’yu yukarıya çıkardık. İlk odaya girdik. Baktık, göğsüne dökülmüş, kızartacak kadar yakmıştı ama dayanılmayacak kadar değildi. Yine de soğuk suyla ıslattığımız havluyla serinlettik. Bir süre sonra da yanık merhemi sürdük. Aşağıya inerken ceketini almamış olsaymış, fena halde yanacakmış. Kaynar su, içine pek geçmemiş. Dökülür dökülmez ceketi tutup, öne doğru çekmiş ve hemen çıkarmış.
“Durumu nasıl?” diye seslendi, Define:
“Allah korumuş! Ucuz kurtulmuş!” dedim.
“Her zaman dua ediyorum. ‘Ya Hâfız! Cümlemizi koru, muhafaza et!’ diye. O ismi hürmetine korumuş. Dualarım önüne gerilmiş.” diye kendi kendisine konuşarak gitti, yerine.
Yemek bitmek üzereydi. Yine de bazılarımızınki tabaklarda kaldı. Yerlerimize döndüğümüz zaman bizde iştah miştah kalmadı. Neşe de yarım bıraktığı yemeğe elini süremedi:
“Ne diye dua ediyordun, dede? Allah’ın hangi ismiyle?” diye sordu.
“Ben mi? ‘Ya Hâfız!’ diye...”
“Hafız, Kuran’ı ezbere okuyabilen, değil mi?”
“Ona da hafız denir. Hıfz kökünden gelen bir kelimedir. Hafız da Kuran’ı, aklında muhafaza ediyor ya...” Mahir:
“Susun, biraz. Yemek duası okuyacağım. Sonra anlatırım, o ismin özelliklerini.” diyerek, elerlini kaldırdı ve okumaya başladı. Duasını etti, hepimiz:
“Âmin!” dedik.
Çocuklar hızla sofrayı toplamaya başladılar. Hemen gelip, yerlerine oturdular. Yemek zehir oldu! Çayı nasıl içecektik? Fakat insanoğlu çok şeye katlanabiliyor. Ölüm de olsa; acıkılıyor, susanıyor. Yemek de yeniyor, içecek de içiliyor. Mahir:
“Neşe! Allah’ın, emirlerini dinlemeyen, büyüklenen, herkese yukarıdan bakan, başkalarının haklarına tecavüz eden zorbalar var ya... El Hâfıd; Allah’ın, onları rezil ve perişan eden, anlamına gelen bir ismidir. ‘Alçaltan’ demektir. Vakı’a Suresi’nin ilk ayetlerinden birinde, galiba üçüncü ayetinde, kıyametin alçaltıcı ve yükseltici olduğunun bildirilmesi halinde geçer. Kıyametin alçaltıcılığı ve yükselticiliği Allahtan olduğu için dolaylı olarak da olsa Kuran’da geçen isimlerden sayılır. Zıddı, ‘Er Rafi’ olup, ‘yükselten’ anlamına gelir.
Allah; nefsinin heva ve heveslerine kul olanlarla isyan edenleri, bu dünyada da o dünyada da alçaltır. O’nun alçalttığını, kimse yükseltemez! Nemrut, Firavun, Ebu Cehil, alçalttıklarındandır. Allah; dereceleri genişleten, aşağıya indiren, düşürendir.”
Pek çok zalim hükümdarı bu ismiyle rezil etmiş; şan, şeref, mevki ve izzetten mahrum bırakmıştır. Onları, cehennemde de, zillet ve azap beklemektedir.
İnsanlar; iman, takva, iyi amel ve güzel ahlâkla bir yerlere kadar yükselirler. Bazen hak ettikleri bazen de sabırları deneneceği için yükseldikleri yerlerden indirilirler.” diyerek, El Hâfıd ismini etraflıca açıkladı. Bu sırada Orçun söze karıştı:
“Az önce bizimle gelen garsonu gördünüz, değil mi? Altmış beş yaşında... Sabahtan akşama kadar ayakta! Ne zaman halini hatırını sorsam: “Allah’a hamd olsun! İyiyim, hayatımdan memnunum!” der ve ilave eder: “Allah, burada versin! Orada Vermesin! Râfi’ ismiyle tecelli etsin, İnşallah!” diye avuçlarını açarak alçak sesle dua eder ve ellerini yüzüne sürer. Çok dikkat ettim. Hep böyle yapar. Neden, biliyor musunuz? Bu adamcağız, vaktiyle halı tüccarıymış. Hani o Bünyan halılarının kapış kapış gittiği yıllarda...” der demez, her kafadan bir ses çıktı.
Bir uğultudur başladı! Herkes hayretler içinde kaldı! Orçun devam etti:
“O kadar çok para kazanmış ki ihracata başlamış. Yurt dışına ipek halı gönderiyormuş. Çekirgece dört tane apartman yaptırmış. Makam arabaşı gibi bir arabası varmış. Kendisi de kullanmazmış. Özel şoförü varmış. Hem de üniformalı... Hizmetçileri, uşağı... Bursa’da sayılı zenginler ne kadar zengin, hayal edin! İşte o kadar zenginmiş.
Para fazla gelince oradan buradan çekiştirmeye başlamışlar. Biri gelmiş, kumara götürmüş, biri gelmiş meyhaneye... O pavyon senin, bu bar benim gezerken kızı bir kaldırım mühendisine kaçmış. Oğlu, okumaya diye Amerika’ya gitmiş, bir İtalyan ile yaşamaya başlamış. Okulu mokulu asmış. Derken hanımı böbrek hastası olmuş. Felaketler üst üste gelmeye başlamış, işi sekteye uğramış. İki yıl içinde apartmanın üçü de elinden gitmiş. Bir tanesi, hanımının üstüneymiş. O kalmış. Onun da tedavisi sırasında iki dairesi satılmış. Bir gün, sevgilisi olan sekreterine son kez telefon etmiş. Sesinde, veda eder bir ifade varmış. Kız şüphelenip, evine gitmiş. Hanımına:
“Refik Bey’in durumunu beğenmedim. Kendileri nerede acaba?” diye sormuş.
Hanımı, odasında olduğunu söylemiş. Kız, telaşla koşarak odasına doğru yürümüş. Hanımı da arkasından... İçeriye seslenmişler seslenmişler, ses yok! Hafif bir inilti geliyormuş. Bir avuç uyku hapı içmiş, sonra da pişman olmuş ama hali kesilmiş. Son bir çabayla, durumunu duyurmaya çalışmış ve başarmış. Anlamışlar, kapıyı kırmışlar, girmişler, bakmışlar ki yarı baygın vaziyette!.. Hemen ambulans çağrılmış, hastaneye kaldırılmış. İlk müdahale yapılmış. Müşahedeye alınmış.
Orada iki kadın... Biri karısı, biri sevgilisi... Duyan iş arkadaşlarından gelenler olmuş. Birisi ağzından bir laf kaçırmış. Karısı duymuş, kızla birbirlerine girmişler. Aynı gün adamda sevgilisi de karısı da ayrılmış. Hastanede yapayalnız kalakalmış. Bereket, arkadaşları aralarında para toplamışlar, masrafı ödemişler, çıkarmışlar; birinin ofisinin arka odasına yerleştirmişler. Bir süre orada, o şekilde idare etmiş. Sonra da bir arkadaşının havlu fabrikasına işçi olarak girmiş. Oradan oraya derken, nihayet bu restoranda garson olarak çalışmaya başlamış.”
“Nereden nereye!” dedi, Define.
“Düşmez kalkmaz bir Allah!” dedim. Duygu:
“Aman Ya Rabbi!” dedi.
“İnanmıyorum!” dedi, Ahmet.
“İnan ki öyle! Refik Bey anlatırken, Neşe’yle ben de duydum. Yeminle söyledi. Yalan söyleyecek bir adam değil. Akıllanmış ama daha o zaman iş işten geçmiş!” dedim.
“Refik Bey mi?” dedi İhsan.
“Düşmüş ama beyefendi bir adam o. Patronu bile ona ‘Refik Bey’ diye hitap ediyor. Görmüş geçirmiş.” dedi, Neşe. “şimdi pişman olmuş, beş vakit abdestinde namazında...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 291
YORUMLAR
Allah; nefsinin heva ve heveslerine kul olanlarla isyan edenleri, bu dünyada da o dünyada da alçaltır. O’nun alçalttığını, kimse yükseltemez!
evet cok dogru.
Nereden nereye!”
_ “Düşmez kalkmaz bir Allah!”
bir seyin kiymetini bilmezsen böyle olur.
ortada kalir insan.
Allah düsürmesin kimseyi
insanlar dogruyu hep bir beladan sonra mi buluyor diye soruyor insan kendine.
güzel bir hikayeydi yine herzaman ki gibi.
yüregine emegine saglik
sonsuz sevgimle