- 1118 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
GİYİN SOYUN
GİYİN SOYUN, SOYUN GİYİN
Tebliğ adlı şiir kitabı yayımlandığında sağcı basının kışkırtmasıyla A. Kadir, Sansaryan Han da dört günü aç – susuz olmak üzere, toplam on yedi gün kalır ve yargı önüne çıkarılmadan sıkı yönetimce sürgüne gönderilir. Aynı Sansaryan Han’ın siyasi tutukluları arasında üç hafta kalanlardan biri de, bir lise öğrencisidir. Suçu Sınıf adlı kitabı okuldaki arkadaşlarına önerip satmış olmasıdır. Yıllar sonra aynı öğrenci, Ömer Faruk Toprak’a Adana Bahçe’den Harman Zamanı adlı bir roman dosyası yollar. Kendi anlatımıyla, “ Artık Yürüyüş’e yazılarını gönderen şair namzeti değildir.” Ve onun tuhafına asıl gidecek olan, bu olayı Sınıf’ın şairinin de uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen anımsıyor olmasıdır; “ Harman Zamanı’nı niye yayımlamıyorsun? Bence pekala başarılı bir romandı” diye sorar çünkü… Sansaryan Han’daki işkence hücreleriyle genç yaşta tanışmış olan “ Lise öğrencisi “, bunu duyunca yaşadığı şaşkınlığı, Sınıf’ın şairinin ölümü ardından yazdığı yazıda dile getirir.
“ Gönderdiğim yazıları onunda okuduğunu bilmiyordum, bu vesileyle öğrenmiş oldum; sırtı sıvazlanmış eski bir çırak gibi sevindim, göğsüm kabardı.”
Burada “ bir çırak gibi sevindiğini “ söyleyen Attila İlhan’ın, “ usta “ olarak gördüğü ad, 1940 toplumcu kuşağın en güçlü seslerinden biridir. Öyle ki o ses için, “ Rıfat Ilgaz’ı kaybetmek Türk toplumcu sanat hareketinin yarısını kaybetmek gibi bir şeydir” demekten kaçınmamıştır. Yine Attila İlhan, “ Fedailer Mangası” olarak andığı o cesur kuşağın demir başı olarak görür Ilgaz’ı…
“… Sanki kuşatılmış bir fedailer mangasıydı bu, umutsuz olduğunu önceden bildiği çetin bir savaş veriyor; teker teker eksiliyor, tuz parça oluyor, yine de özgürlüğün erkekçe şarkısını söylemekten vazgeçmiyordu. Diktanın baskı aygıtı mükemmeldi. Siyasi polis, işi gücü bırakmış şairlerin peşine düşmüştü. Sanat, sözcük, imge ve uyak evreninden, anlaşılmaz bir yanlışlıkla gün günden uzaklaşıyor; sıkıyönetim mahkemesi Emniyet Müdürlüğü’nün merdivenleri, bitmez tükenmez sorgular, karanlık hücreler, ceza evleri ortamına yerleşiyordu…”
Rıfat Ilgaz, “ gözü toplumda, kulağı halkta” olan bir şairdir. Yapıtları hangi yaşa seslenirse seslensin, tuttuğu taraf “ ezen” e karşı ödünsüz bir duruştur. Gözünü toplumdan ayırmayan aydın duruşudur onun duruşu. İlk kitabı olan “ yarenlik” te “ Son Sigara” adlı şiir bir “ çöpçü” ye yazılmıştır. Şiirde ayakkabı satan bir dükkanın vitrini önünde bekleyen Çöpçü Ahmet’ e seslenir şair.
“Teki aylık kazancını geçer
Bir çift ayakkabı karşısında
Kötü şeyler düşünmezsin
Biçimine hayranlıktır duyduğun
Unutursun su içinde yüzen ayaklarını…”
Ve Alişim şiiri… Ilgaz’ca bir duyarlılık ile, Ilgaz’ca bir hüzün doludur. İş kazası sonucu sakat kalan bir işçiye seslenir bu kez şair.
“Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
Beklesin mızrabını
Sağ yanın yastık ister Alişim
Sol yanın sevdiğini
Ama kızlar da emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak ! “
Onun Yarenlik adlı şiir kitabını okuyan ve çok beğenen Behice Boran, Rıfat Ilgaz ile ilgili şu saptamayı da yapmaktan kaçınmaz:
“ Rıfat Ilgaz, halk şairi, köy şairi olmak gayretinde değil ; fakat kendisi halktan olduğu için, halkla beraber yaşadığı, duyduğu için ve sanatının da ehli olduğu için şiirlerinde temiz, güzel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat Ilgaz “ halka inmek “ gayretinde olan zoraki köy şiirleri yazan, halk şiirinin kalıbını alarak halk şairleri olduklarını sananlardan çok daha fazla, onların erişemeyeceği kadar, bu günün halk şairi oluyor. Rıfat Ilgaz müreffeh bir zümrenin değil, fakat bir günden öbürüne yaşabilmek için didişen, böyle üzüntülü günlerin akşamında bazen “ gününü gün etmek için, şöyle bir demlenen “ halkın şairidir. “
Çocukluğunu geçirdiği Kastamonu da, seksen yaşındayken bir sokağa adı verilince, “Rıfat Ilgaz Sokak “ yazan tabelanın önünde dururken şunları söyler : “ Şöyle kasılalım biraz!... Artık bir sokak sahibi olarak!... Bir dikili çöpüm yok… Evim, köyüm yok ; ama bir sokağım var… Mülkiyet duygusu güzel şeymiş!...”
Yarenlik te yer alan Böyle mi Olacak Ölümüm? adlı şiirinde ise, ölümü ardından sevinecek olanları söyleyecektir Ilgaz :
Alacaklılar kadar olmasa da
Yinede üzülenler bulunacak :
Çaycılar, kahveciler, işkembeciler…
İlk taksiti bekleyen terzi
Kızacak kefil bırakmadığıma
Ve Kapalı çarşıda
Rehine bıraktığım palto
Boşuna bekleyecek kurtuluş gününü.
Mahallemizde ise, sokaklar içinden rahatça geçip gidemeyen bir şaire rastlarız :
Korkusuz gezebilsem sokaklarını
Bu mahalle hoşuma gitmeyecek değil
Bakkal köşe başındadır
İki aydır kalem sürülmedi
Öğretmen Rıfat Bey’in hesabına
Toplam çizgisi çekildiği halde
Borcu silinmedi
Nasıl geçersin önünden…
Devlet dairesinde masabaşı işi kapmış olan bazıları, akşam sevgilileriyle yada eşleriyle düşledikleri yatak fantezilerini yazmak üzere önlerindeki kağıtlara küçük küçük notlar okurken, yani mesai sürerken, yani güneş tepedeyken, Laleli’deki esnafa olan borcunu ödeyemediği için “ Fedailer Mangası’nın demirbaşı “ şöyle haykırır :
“Evlada gündüzleri, Ordu Caddesi !”
1944’te yayımladığında Sınıf, birkaç açıdan dikkate değer bulunmuştur!... Birincisi adı Sınıf ; burada hangi sınıf kastedilmektedir ? İkincisi kapağı ; neden kırmızı renkte? Üçüncüsü yayıncısı ; neden Devrim Kitapevi ?
Sondan başlayalım. Kitabı yayınlayan İhsan Devrim, yayınevine kendi soyadını vermiştir, o kadar …
Gelelim kastedilen sınıflara ve kapaktaki kırmızıya…
Kitapevi raflarında yalnızca yirmi beş gün kalabilen Sınıf, yetkililerin büyük ilgisiyle karşılaşır ! Kitap kapışılır adeta siyasi polis tarafından… Toplatılan bu kitap, yazarına da altı aylık bir hapis cezası getirir beraberinde. Verilen ceza, dönemin ilgili yasasına göre verilebilecek en ağır cezadır. Gözünü kırpmadan ibreti- alem bir kıyıma gitmeye kararlı yargıcı bilgilendiren bilir kişiler, Sınıf’ın hiçbir edebi değeri olmadığını ve yazarının da hasta ruhlu olduğunu belirtirler !
Peki neydi Sınıf’ın suçu ?
İçi yoksul öğrencilerle dolu diye, yada içindeki bütün öğrenciler yoksulluktan dolayı aç ve çıplak diye bir sınıftan dolayı hiçbir yöneticinin ve iktidarın yargılanmadığı bir ülkede bunu yazanın yargılanması tuhaf değil mi?
Bir öğrenci seçelim o sınıfın içinden, adı Remzi olsun, Remzi, mahallede ne iş olsa üç kuruş kazanmak için koşturmak zorunda olan bir çocuk olsun. Derse uykusuz gözlerle gelsin, öğretmenin anlattıklarını dinleyecek gücü olmasın. Onun öğretmeni de görsün bu durumu…
“ Hasta ruhlu” şairimiz bakalım neler demiş öğrencisi Remzi için yazdığı aynı adlı şiirinin sonunda :
Benim bilgili becerikli çocuğum
Kalktığın zaman tahtaya
Yüzünün kızarması neden?
Ayağında sağlamca bir papuç
Sırtında bir ceket yok diye mi?
Ne var bunda sıkılacak
Utanmak bize düşer çocuğum!
Eğer çalışmadığın içinse,
Bildiklerin sana yeter,
Notun önceden verilmiş,
Bilmediğin şahıs zamirleri olsun!
Sonra Yaşadıkça dedi Rıfat Ilgaz, Devam dedi…
Yaşadıkça da Mustabey’i yazdı. Mustabey’in fırınları vardı, zengindi. Zengin olmadan önce sürdürdüğü yaşamla, zengin olduktan sonraki arasında yer alan uçurumu anlattı. Ne oldum delisi zenginlerle dolu bir toplum tablosu çizdi. Fırınlar zinciri kurmadan önce önemsediği toplumsal sorunlarla şimdi hiç ilgilenmediğini yazdı. 60 artığı, 78 artığı, 2004’teki eski tüfek holding sahiplerini yazdı 1948’de, Mustabey’di adı…
Ona, “ Boş oturmamışlar Mustabey / Ne fırınlar yapmış herifçioğulları, / Senin fırınlar halt etmiş yanında, / Kapısından girilir / Bacasından çıkılırmış… “ dedi. Hitler faşizminin toplama kamplarındaki fırınlarının kapısından insan olarak girenlerin, bacasından duman olarak çıktıkları bir dünyanın, gününü kurtarmaktan mutlu çevresinde olup bitenlere duyarsız insanları yerdi. Sınıf’ta “ Biraz kalınlaşınca / Bir apartman dikersin Beyoğlu’na
Emek Apartmanı “ dediği insanların adı değişti sadece Yaşadıkça’ da… O ödünsüz savaş, sürüyordu; o onurlu duruş, sürüyordu. Ne zaman ki dördüncü kitabın adına Devam dedi, iktidar “Dur “ dedi “ Yeter bizle uğraştığın!”
Ilgaz usta, alaylı söyleyişine devam ediyordu çünkü. Aman Dikkat! Adını verdiği şiirinde o keskin mizah söylemiyle, düzenin adamının nasıl olunacağını öğütlüyordu :
Bir vurup da ağzından
Almak isterlerse lokmanı,
Daha önde sen ikram et
Ne işinden, ne gücünden,
Ne gününden, ne gecenden,
Sana düşmez şikayet.
Aç gözünü Araboğlu
Akşam soyun
Sabah giyin!
Aman bozulmasın oyun:
Soyun giyin,
Giyin soyun!
Devam’ın toplatılma nedenlerinden biride, Ilgaz’ın Filim adlı şiirde iç çamaşırı giymeyen fabrika işçisi kızlardan bahsetmesidir; eyvah, kitap müstehcen öğeler içermektedir ! Oysa, ustanın söz konusu şiirinde, fabrikada çalışan işçilerin iç çamaşırı alacak kadar bile paralarının olmadığı vurgulanmaktadır. Ankara Ticaret Odası’nın 2004 yılında yayımlanan
“ Hayatsız Kadınlar Dosyası” adlı fuhuş raporunda çarpıcı gerçekler su yüzüne çıkmıştı. Neydi bu gerçekler ?
Türkiye’de 56 genel ev bulunmakta ve o genel evlerde kayıtlı yaklaşık 3 bin hayat kadını çalışmakta… Toplamda ise tescilli hayat kadını sayısı 15 bini geçiyor… İstanbul, Ankara ve İzmir’de 30 bin kadınsa vesika almak için sıra bekliyor. Araştırmada altı çizilen noktalardan biri, fuhuş yapma yaşı 15 ile 40 arasında kabul edildiğini ve bu yaş aralığında ülkemizde 17 milyon bayanın bulunduğunu düşünürsek yüzde oranları daha da korkunç bir hal alıyor… Bu hesaba, travesti, transeksüel ve eşcinsel fuhuş da dahil değil… Fuhuş sektöründe dönen para ise 3-4 milyon dolar civarında… Kadınların yüzde 30’u kocası, yüzde 10’u baba, anne, ağabey gibi diğer yakınları, yüzde 4’üde beraber oldukları erkekler tarafından satılıyor.
Yoksulluktan dolayı iç çamaşırı alıp da giyemeyenlerin yaşadığı yılların üstünden elli yıl geçmiş… Artık o kadar zengin ( ! ) bir ülkeyiz ki, herkes iç çamaşırı giyebiliyor… Ama değişen bir şeyler elbette var : Bugün Türkiye’de bazı kadınlar, zorba sistemin acımasızlığına zırh gibi bürünmüş bazı erkekler karşısında, yoksulluktan dolayı iç çamaşırlarını çıkarmak zorunda kalıyor…
Rıfat Ilgaz ne yazık ki, yine haklı!
Aynı şiirde, Film’de, Kara sevda gibidir işsizlik / çeken bilir! / derken Sevda’ların işsizlikten bacaklarını açmak ve düzenin “ Giyin soyun; soyun giyin!” oyununun oynamak zorunda kalmasını istemiyordu…