- 574 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Ben Değilsem, Sen Sen Değilsen, Biz Kimiz?
Konfüçyüs ‘ün bir sözü üzerinde defalarca düşünmüştüm.
“ Kendini affetmeyen bir insanın bütün kusurları affedilebilir.”
Ve sormuştum kendime;
“Acaba bu sözü neden, neye dayanarak ve hangi insanlara göre söylemişti?” diye…
İnsanın doğasındaki var olan asi direnişleri, onun en büyük korkusu ile yüzleşmesine engel olmaktadır. Sünger gibi yüreğinin bir başkası tarafından keşfedilip, kuşatılacağı ve ezileceğini düşünür. Bu nedenledir ki, kendiyle çelişkileri, korkularını ve aktif olmayan yapısının anlaşılacağı kaygıları ile içe kapanır. Bu nedenle kaplumbağa gibi kendi kabuğunda yaşamaktan mutlu olur. Ve saklar kendini, gizemli olmakla korkmak arasında köprüler kurar. Böylece onu “güçlü” sanan sosyal doğası ile baş başa görürüz. Olduğu gibi görünmekten korkan insanın bu güç kalkanları altında ne kadar da ruhu rutubetlenir, fark etmez önceleri…
Gölgeler altında serinlediğini sanır. Korunduğunu sandığı o kabuk bir gün görünmez bir el ile açıldığı zaman şaşırır. Aşkın elidir bu…Hani incineceğini sandığı, inançlarının sarsılacağını sandığı, benliğini naftalinleyip sakladığı o kabuğu çatlatmaya ancak aşkın sihirli eli değince gerçekleşir.
Naftalinlerin kokusu salınınca havaya, ürkek yüreği gerçek kimliği ile çelişir, bastırdığı duygular saman alevi gibi tutuşur. Önceleri tutkuyla havalandırdığı benliği aşkın ateşiyle ısınması ile mutlu olur. Daha sonra yangınlar başlar. Korkusu ile kısa süreli bir yüzleşme yapmıştır, ama Aşk acıtır canını…
Güvenli duyduğu kabuğuna yeniden çekilir, kırılmaktan korkuyordu ya, kırılmıştır işte.
Aşkın karşısında tam teslimiyetle savunmasız kalmıştır. Aşkın o yan etkileri ile insan beyninde bir değişim başlar. Bir anda cenneti cehenneme, cehennemi de cennete çevirebilir.
Halbu ki, insan her aldığı darbelerle, aldığı risklerle, yanılgılarıyla, hatalarıyla kucaklaştığı ölçüde kendi kabuklarını kendi kırmalı… Nasıl ki yaraya tuz basmakla kan kayıpları önlenebiliyorsa… Yanıla yanıla yanılmamayı, hata yapa yapa hata yapmamayı, acı çeke çeke acı çekmemeyi öğrenmeli…
Kırdığı kabuktan dışarı benliği özlemini duyduğu efsaneyi yaşamasına neden olur. Ruhunu özgür kılarak, kara kış iklimlerinden ıraklaşarak baharları soluyacaktır. Çünkü özgür kalan ruhun sevgiye ihtiyacı vardır. Az önce kırdığı kabuğun altında ezilmekle, yorgun düşen ruhun tek gıdasını neden esirgeyelim ki?
Özgürken aşk çalsın yürek kapısını, kabuklarımızın içinde tutsak ettiğimiz benliğimizi kurtaran AŞK değil, kendi irademizle kıralım ve aynadaki KENDİMİZLE yüzleşelim.
Aksi halde hata yapmaktan korktuğumuz an hiçbir şey olamayız…
Peki;
“Ben” ben değilsem,
“Sen” sen değilsen;
O halde BİZ kimiz?
Sonuç:
Hiçbir şey olmamak adına kendimizle yüzleşmekten korkmamalıyız.
Sevgi ve ışıkla
Emine Pişiren/Bursa
21.Ocak.2010
YORUMLAR
Zevkle okudum. Beynimde südüm yazınızı. Güzel bir beyin jimnastiği ile gidiyorum...
Selamlar...
emine pisiren
Sabırla okuduğunuz için yazımı...Teşekkür ederim.
Sevgi ve ışıkla
.. noktası eksik kalmış söylenecek sözler kalmadıgında.. mükemmele yakın haddim olmadan tabi.. kaleminizin
mürekkebi koyu olsun..
emine pisiren
Yol biter de söz biter mi gönül dostu?
Sayfama uğramanız, yorumlamanız mutlandırdı beni...
Teşekkür ederim
Sevgi ve ışıkla
emine pisiren
Yorumunuza teşekkür ederim.
Sevgi ve ışıkla