- 1040 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Arıcan
Gözümü ilk açtığımda kapalı ve daracık bir yerdeydim. Kımıldayamıyordum ve etrafım sarılıydı. Sadece kafamı ve çenemi oynatabiliyordum. Ayaklarıma dayanarak kendimi yukarı doğru ittim. Tam çenemin karşısında olan sargı gibi şeyleri ısırmaya başladım. İçinden çıkabileceğim kadar bir delik açtığımda zaten büyümüştüm. Etrafımı saran sargı çatladı ve ben dışarı çıktım.
Etrafımdaki sargılardan kurtulmuştum ama yine daracık bir yerdeydim. Tek farkı kendi etrafımda dönebiliyordum. Burası da kapalıydı. Dışarı nasıl çıkabileceğimi düşünürken, kafamın üstünde bazı gölgelerin hareket ettiğini gördüm. İçinde bulunduğum yerin her tarafı kalın sadece tepedeki gölgelerin dolaştığı yer inceydi. Yine ayaklarım ve kanatlarımın yardımıyla kendimi yukarı doğru itip, üstteki zarı ısırmaya başladım. Açtığım küçük delik gittikçe büyüyordu. Yorulunca durup bekliyordum. Arada birileri gelip açtığım delikten içeri bakıp gidiyordu. Sonunda deliği içinden geçebileceğim büyüklüğe getirdim ve büyük bir gayretle oradan dışarı çıktım.
Çok yorulmuştum. Bütün gücümle çıktığım yerin yanına tutundum ve dinlenmeye başladım. Arada birileri gelip beni itiyordu. Gayrı ihtiyari kanatlarımı çırpıyordum. Ayaklarıma bakıyor, etrafımda dolaşıyor, her tarafımı inceliyor sonra gidiyorlardı. Bunu niye yaptıklarını anlayamamıştım. Bir müddet sonra beni incelemekten vazgeçtiler. Erişkin arılar gelip benim her tarafımı temizlediler. Çıktığım petek gözünü de ben temizleyip, kırıntıları kovanın altına attım. İki gün boyunca erişkin arılar ağzıma bal ve polen vererek beslediler. İçinde larvaların bulunduğu gözlerin üzerinde durmam gerekiyormuş. Böylece üşümezlermiş. Durdum. Karnım doydukça güçlendiğimi hissediyordum.
Etrafıma göz gezdirmeye başladım. Hemen yanımda benim çıktığım gibi bir yerden başka biri daha çıkmaya çalışıyordu. Nefes nefese kalmıştı ve arada dinleniyordu. Uzun uğraşmaların ardından dışarı çıkmayı başardı. Anlaşabileceğim ve benim gibi yeni çıkmış bir arkadaş buldum diyordum ki, çok geçmeden yanıldığımı anladım. Çıkanın bir kanadı yarımdı. Ona da çarpıp kanatlarını çırpmasını sağlıyorlardı. Birkaç çarpmadan sonra emin oldular. Üstelik ensesinde kahverengi bir kabarık vardı. İyice incelediler ve yaka paça tutup çekiştirerek götürdüler. Bir daha da görmedim kendisini..
Diğerlerinin girip çıktığı ışık gelen yerden ışık gelmez oluncaya kadar kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde dolaştım ve etrafı inceledim. İçinde kurtçuklar bulunan petek gözlerinin üzerinde duruyordum arada. Bu duruşum kurtçukların hoşuna gidiyordu sanki. Larva deniyormuş bu kurtçuklara. Ben ayrılınca benim yerime başka bir arı gelip larvaların üstünde duruyordu. Herkes çalışıyor, muhakkak bir şeyler yapıyordu. Birileri akışkan bir şeyi ağızlarındaki hortumlarla petekle gözlerine boşaltıyor, birileri bacaklarında renkli şeylerle gelip onları bu gözlerin içine dolduruyordu. Bana yedirdikleri de bu akışkan şeydi. Merakla baktığımı görünce, birisi “ Onun adı baldır, renkli olanlar da polendir.”, dedi. Daha genç olanlardan bazıları peteklerdeki kurtçuklara ağızlarından çıkardıkları ve arı sütü denen beyaz bir sıvı veriyor, kimileri petek gözü örüyor yahut içinde büyümüş olan kurtçukların olduğu peteklerin ince bir zar şeklinde örerek üstünü kapatıyordu. Alt kısımda iste başkaları büyük bir gayretle temizlik yapıyordu.Sadece diğerlerinden boyca biraz büyük olanlar iş yapmıyordu. Bunlar erkek arılarmış.
Işık gittikçe azaldı ve bütün arılar içinde yavru bulunan peteklerin etrafında toplandı. Ben de ister istemez yaklaştım. Ağzımızdan çıkan nefes bizi ısıtıyordu. Devamlı ama yavaş bir şekilde ortaya doğru ilerledikten sonra bu defa dışa doğru ilerledim. Hava soğumasına rağmen ısınmıştım Herkes öyle yapıyordu. Böylece aynı oranda ısınıyorduk. İçerideki hava bozulunca birileri yüzünü ışık gelen yere dönüp kanatlarını çırpıyordu devamlı olarak ve içeriye temiz hava giriyordu. Nedense artık ışık gelmiyordu oradan. Gece olunca ışık gelmezmiş.
Yarı uykulu yarı uyanık küme içinde devamlı ama çok yavaş bir harekete dışarıdan ışık gelinceye kadar uydum. Birinin beni itiştirmesiyle uyandım. Yapmam gerekenleri söyledi. Bana bir de isim vermişti. Arıcan diyeceklerdi artık. Bulunduğumuz yerin adı kovanmış. Benim gibi yenilerin hepsini kovanın altında ve köşede topladı. Sonra kuralları anlattı. Çok katı kurallardı. Kovanın yaşaması için ölmek dâhil her türlü fedakârlık yapılmalıydı. Dışarı çıkmamız yasaktı. İlk işimiz, kovanın altına dökülen atıkları, böcek ölülerini, polenleri toplayıp uçuş deliği denilen ışık gelen yere en yakın noktaya bırakacaktık. Oradan başkaları alıp dışarı atacakmış. Temizlik bittikten sonra da petek örmeye başlayacakmışız. Bir de kokuların ne anlama geldiğini kokutarak gösterdi. Ne çok koku çıkardı hayret ettim. Her koku başka anlamdaydı. En korkuncu kovana saldırı olacağını haber veren kokuydu. Bize bunu öğreten Sarıkanattı. Bu kokuyu çıkarır çıkarmaz diğer arılar üzerimize geldi. Neyse eğitim amaçlı olduğunu öğrenince geri gittiler. Sarıkanata da kızmışlardı. Ya şu anda bir saldırı olsaydı diyerek.
İkinci günün sonunda erişkinlerden birisi artık acıktığımda peteklerden bal ve polen yiyebileceğimi söyledi. Söyledi derken, bal ve poleni söyleyen gibi bunu sesle yapmadı. Hareketlerle söyledi. Gariptir kimse hareketlerin anlamını söylememişti ama ben anlamıştım. Acıktıkça gösterilen yerdeki baldan yedim. Bal ve suyu hortumlarıyla çekip karınlarında getirirken, polenleri bacaklarındaki özel yerlere toplayıp getiriyorlarmış. Baktım benim ayaklarımda da vardı. Erişkin arılar boş durduğumu görünce bal ve polen istediler. Belli miktarlarda alıp erişkin arılara verdim. Çıkardıkları arı sütünü peteklerdeki kurtçuklara verdiler. Bu arada arı sütünün nasıl yapıldığını anlattılar. Gayet rahatlıkla yapabildim. Petekten çıkışımdan altı gün geçmişti. Artık bundan sonraki altı gün boyunca yavruları beslemek benim görevlerim arasındaymış. Bu beyaz ve tatsız bir şeydi. Midemden değil başımdan geliyormuş.
Aradan on iki gün geçmişti. Temizlik bittikten sonra Sarıkanat yine bizi topladı ve petek örmeyi gösterdi. Önce karnından bir madde çıkardı, arka ayaklarıyla onları alıp ön ayaklarına getirdi oradan da ağzına koyup çiğnedi. Biz çiğnemesinin bitmesini bekledik. Ağzından çıkardığı balmumunun kıvamını gösterdi. Hemen örülmesi gerekmiş. Yoksa donar kalırmış. Tekrar çiğnesek de olmazmış artık.
Petek çeşitlerini de anlattı. İlk bakışta hepsi aynı gibi görünse de, içine anamızın yumurtlayacağı petekler farklı, polen konulacak yahut bal konacak peteklerin eğimleri, dipleri her şeyden önemlisi duvar kalınlıkları farklıydı. Hepsini öğrendikten sonra hepimiz farklı yerlerden başlayarak petek örmeye başladık. Yarışıyorduk. Sarıkanat arada gelip kontrol ediyordu. Ölçüsünü ön ayaklarımıza göre ayarlıyorduk. Zaten beş tane gözümüz vardı en ufak eğriliği görüp anında düzeltiyorduk. Yanlış yapma imkanımız da lüksümüz de yoktu. Her şey ölçüyleydi.
Yine akşam oldu ve her yan karanlık oldu. Yine kümeye katılıp ısındık.
Sabahleyin petek örmek için hazırlık yapıyordum ki, Sarıkanat hepimizi topladı ve bugün uçuş dersimiz olduğunu söyledi. O söylemeden hiç kimse uçmaya çalışmayacak ve onu taklit edecektik.
Hayatımızda ışığı göreceğimiz ilk gündü bugün. Sarıkanatın peşine takılıp dışarı çıktık.
İlk anda gözlerim kamaşmıştı dışarı çıktığımızda. Sonra alıştım ışığa. Üzerinde durduğumuz tahtanın adı uçuş tahtasıymış. Biz dersi dinlerken, erişkinler bal, polen getiriyor ve tekrar getirmek için gidiyorlardı. Onlara engel olmamaya çalışıyorduk ama bayağı kalabalıktık. Arada inerken çarpıyorlardı bize. Haklılardı hem mideleri doluydu hem de yorulmuşlardı.
Sarıkanat yaptığımı iyi takip edin tekrar yapmayacağım dedi. Bütün dikkatimizle onu izledik.
Uçuş deliğine içeri girecekmiş gibi gitti. Neredeyse içeri girecekti ama girmedi. Geri geri uçuş tahtasının kenarına kadar geldi. Sonra gözleri uçuş deliğinden ayrılmadan biraz havalandı ve tekrar kondu. Sonra kenara çekilip, ilk olarak kim deneyecek dedi. Ben hemen öne çıktım. İyice izlemiştim ve bir an önce dünyayı tanımak istiyordum.
Onun yaptığı gibi uçuş deliğine içeri girecekmiş gibi yaklaştım, ardından geri geri en kenara kadar gidip beş santim kadar yukarı doğru uçup tekrar kondum. Sarıkanat “Aferin!”, dedi. İlk tebriği ben almıştım. Çok da heyecanlıydım ilk defa uçuyordum. Önce başarabilecek miyim diye tereddüt etmiştim ama şimdi kendime güvenim tamdı. Bizim kovanın yanında başka kovanlar da vardı. Sarıkanat, her kovanın kokusunun özel olduğunu söyledi. Başka kovanlara girmeye çalışırsak bizi ballarını çalmaya geldi sanıp öldürürlermiş. Bu sebeple bu kovandan başka kovana girmeye çalışmamalıymışız ve kovanın yerini kesinlikle unutmamalıymışız.
Sarıkanat, uçma yüksekliğini her defasında biraz daha yükseltti. Önce birkaç kişi başladı aynı hareketi tekrarlamaya. Sonra herkes aynı şeyi yapmaya başladı. Kovanın önü dans eden arılarla doluydu. Konanlar uçanlar gelenler gidenler. Tam bir curcunaydı. Sonra kovanın etrafında küçük bir daire çizdik, gözümüz hep uçuş deliğindeydi. Bu daireleri de giderek büyüttük. Bu arada çevremizi de görüyor, inceliyorduk. Kovanın yerini gözü kapalı olsak bile bulabilecek şekilde hafızamıza kaydettik. Hangi yoldan gelirsek gelelim uçuş deliğinin yerini bulabilirdik artık. Yorulmuştuk. Uçuş deliğine kondukça dinlenme süremiz uzamaya başlamıştı.
“Bu günlük bu kadar. Yarın gerçek uçuşa çıkacaksınız. Giderken nereden gittiğinizi unutmayın. Dönerken aynı yerden döneceksiniz.”, dedi ve içeri girdi. Eğitimimizin bittiğini anladık. Onun peşinden içeri girdik ve karnımızı doyurduk.
Sarıkanat yeni çıkan arılara derse başlamıştı. Ertesi gün heyecanım daha başkaydı. Nereye gideceğimi ve tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum. Arkadaşlarla konuşup, hepimizin erişkin arılardan birinin peşine takılmasını teklif ettiler. Tartıştık. Sonunda gruplara ayrıldık. Her grup üç dört kişiden meydana geliyordu. Sabah erkenden uçuş deliğinin kenarında bekleyecek ve giden erişkin arılardan birinin peşine takılıp, onun yaptıklarını yapacaktık. Sabah olunca planı uygulamaya koyduk. Bizden öncekiler de aynı şeyi yapmışlarmış. Benim grubum da sıra gelince bir arının peşine takılıp gittik. Erişkin arıya yakın uçuyor, ne yapıyorsa onu yapmaya çalışıyorduk. Önce çiçeklerin ortasına kondu. Bazılarına hortumunu uzatıp oradaki tatlı özü emdi. Bazılarından emmedi. Çiçekler bir süre bu özü üretirmiş. Biz emince de yerine tekrar üretmesi için zaman gerekiyormuş. Tabi bütün bunları, kılavuz olarak seçtiğimiz arının konuşmasından anladık. Öğrendikten sonra erişkin arıdan ayrılıp farklı çiçekleri araştırmaya başladık. Bulduğumuz özü emiyorduk. Ben daha çok götüreyim derken bayağı fazla emmişim.Çok ağırlaşmıştım. Hala öz emmek istiyordum ama uçmakta da bayağı zorlanmaya başlamıştım. Bunu kovana götüreyim sonra gelirim diye düşündüm ve yola çıktım.
Çok uzak değildi ama ben çok ağırdım. Bir ara kanat çırpamayacağımı ve düşeceğimi bile düşündüm. Düşersem karıncalara yem olurdum. Bir yere konup dinlensem mi derken, arkamdan gelen diğer kovanın arılarının yanımdan geçişlerini görünce canımı dişime takıp kovana kadar geldim. Uçuş tahtasına indiğimde birkaç defa yuvarlandım. Bu halimi gören erişkinler, güldüklerini göstermemek için sırtlarını döndüler. İçeri girerken nöbetçiler her zamankinden daha fazla koklayıp dalga geçtiler benimle. Olsun, bir defada hepsinden daha çok öz getirmiştim ya. Buna değerdi.
Getirdiğim özü bal peteklerinden birine boşaltıp tekrar yola çıktım. Akşama kadar diğerlerinden daha çok uçuşa çıktım ve daha fazla öz getirdim. Akşam olunca çok yorulduğumu fark ettim. Benim halimi takip eden Sarıkanat, kendimi bu kadar yorarsam kendisinden önce öleceğimi söyledi. İstikrarlı olmak ve bir standardı tutturmak yetermiş. Ertesi gün kendimi bu kadar yormamaya karar verdim.
Erişkinler bizlere tecrübelerini aktarıyorlardı. Varlığımız, yumurtalar, üç gün sonra yumurtadan çıkan ve kendilerini altı gün sonra pupa haline getirip kendini bir kozaya hapseden larvalar içindi. Korumamız gereken en önemli şey onlardı. Anamız ölebilirdi ama yavrular olmazsa soyumuz devam etmeyecekti. Bu sebeple kovandaki her şeyi korumak, öncelikle yavruları korumak birinci vazifemizdi. Zaten her şey birbirine bağlıydı. Bal olmazsa, polen ve su olmazsa yavrular olmazdı, biz olmazdık. Çünkü yaşama amacımız olmazdı. Kendimizi korumak ve yaşamak, yavruların yaşaması anlamına geliyordu. Ama gerektiğinde hayatımızı hiç tereddüt etmeden ortaya koyacak, kendimizi feda edecektik.
Ertesi gün hava çok sıcaktı. Pek çok arı kovanı serinletmek için yüzlerini dışarı doğru dönmüş, kanat çırparak Acaba ben de mi yapsam dedim ama söylenmeyen bir şeyi yapmamak kuralımız vardı. Yap denileni yapacak, yapma denileni yapmayacaktık. Sarıkanatın bize söylediği ilk sözlerden biriydi bu.
Bacaklarımdaki özel yerlere doladığım polenleri, yavru konulan peteklerin yanındaki gözlere boşalttım. Toplaması kadar bacaklarımdan gözlere aktarmak da uzun zamanımı almıştı.
Dünya kovanın içi gibi değildi. Dışarıda tehlikeler vardı. Bizim bir sürü düşmanımız vardı. Kuşlar, böcekler, bal seven diğer hayvanlar. Bu sebeple devamlı olarak tetikte olmalı ve etrafımızı kollamalıydık. Bir gözümüz yapacağımız işe bakıyorsa diğerleriyle etrafı gözetlemeliymişiz. Öyle de yapıyorum.
Dışarıda yeni çiçek alanları vardı. Su alanları vardı. Onları nasıl bulacağımız konusunda stratejiler anlattılar. Yükseklere çıkıp aşağıdaki çiçekli alanları görmeye çalıştık. Çok tehlikeliymiş ama arada böyle yapmak lazımmış. Bunu grup olarak değil de tek başına yapmak, bir arının hayatını riske sokmak demekmiş. Ertesi gün her şeyi göze alıp iyice yükseldim. Farklı olmalıydım. Uzaklarda çiçekler vardı. Oraya gittim. Başka arılar da vardı ama bizim kovandan kimse yoktu. Biraz öz alarak kovana döndüm ve rastladığım arılara kanatlarımla ve dönüşlerimle yönünü, uzaklığını ve yüksekliğini anlattım. Getirdiğim özün tadına baktılar. Birkaç arıyla birlikte tekrar gittik. Çok öz ve polen vardı. Üçüncü seferde çok daha kalabalık gitmiştik. Uzaktı ama verimliydi. Her gidişimizde sayımız artıyordu. Akşama kadar bol bol öz ve polen getirdik. Susuzluğumuzu küçük su birikintilerinin yanına konarak gideriyorduk. Karıncaları yakından ilk görüşüm bu su içme sırasında oldu. Çok acımasız duruyorlardı. Korktum. Onları gözetlerken suyu içip hemen uzaklaştım oradan. Son uçuşumda bayağı yorulmuştum. Bir larvanın üzerinde dinlenirken, yarın meclisin toplanacağını söylediler. Meclisi de erişkin arılar meydana getiriyormuş. Anamız emretmiş. Kovanın ortasında toplanıldı bizi ön taraflara almadılar ama söylenen her sözü en arkada olana kadar iletiyorlardı.
Konu kovandaki arı fazlalığıymış. Son çıkan yavrulardan sonra kovana sığmayacakmışız. Bu sebeple anamız oğula gitmek zorunda olduğumuzu söylüyordu. Oğul demek, kovandaki arıların bir kısmının kovanı terk edip, kendilerine yaşayacakları yeni bir yer bulmak için gitmeleri demekmiş. Giderken bir de yeni çıkmış ana verilirmiş yanlarına. Bu sebeple de derhal ana arı gözleri yapılması gerekiyormuş. İki veya üçe bölünürsek kışa kadar çoğalacağımız için yetermiş. Karar verilmişti. Ertesi sabah derhal kovanın aşağı tarafındaki yavru peteklerinden uygun olanları genişletip yükselttik. On iki tane büyük petek yaptık. Anamız gelip buralara yumurtladı. Bu yumurtaları da beynimizden çıkan arı sütüyle besledik. Normal besinle besleseydik bizim gibi olacaklardı..
Bu arada anamızla tanışma fırsatı da bulmuştum. Anamızı besleme sırası bizim gruba gelmişti. O gün dışarı çıkmadık. Anamızın peşinde dolaştık. İstediği zaman bal, su ve polen verdik ağzına. Önce biz ağzımıza alıyorduk vereceğimizi. Çiğniyor ve salgıladığımız salgıyla karıştırıyorduk. Sonra anamızın ağzına veriyorduk. Memnun kaldı. Ama sert ve taviz vermez biriydi. Çok güzeldi. Bizden büyük bir kafası ve kuyruğu vardı. Kanatları da daha büyüktü. Çok sevmiştim kendisini. Anamızdı neticede.
Kovandaki bütün çıtalara petek örülmüştü. Gözlerden çıkan yeni yavru arılar, çıktıkları peteğin gözünü temizler temizlemez anamız gelip kontrol ediyor sonra yumurtluyordu. Biz de birkaç gün sonra yumurtadan çıkan kurtçukları besliyor, belli büyüklüğe gelince de petekgözünün üzerini kapatıyorduk.
Aradan on beş gün geçtikten sonra yine bir toplantı yapıldı. Ertesi sabah yeni analar çıkacaktı. Kovandaki arılardan isteyenlerin kovanı terk edebilecekleri söylendi.
Ertesi gün kovandan gitmek isteyen arılar kovanın dışında kümelenmeye başladı. Hepsi de karınlarını alabildiğince bal doldurmuşlardı. Emdikleri bal en dıştaki gözlerde bulunan ballardı. İçeride de analar teker teker peteklerinden dışarı çıkıyordu. Ben kararsız kalmıştım. Gitsem mi kalsam mı diye ama sonunda kalmayı tercih ettim. Gidenlerin ne olacakları meçhuldü. Oysa burada bir kovanım ve anam vardı. Bal, polen ve su getirme görevimdi. Her şartta bu görevi yerine getirmem gerekiyordu. Kalmaya karar verdim.
Yaşlı arılar, çıkan anaları kontrol etmeye başladılar. Sağlıklı olmayan, kanadı veya ayaklarından noksan olanları hemen öldürdüler. Hastalıklı anadan kovana hayır gelmezmiş. Kural çok acımasızdı ama neslin devamı için de şarttı. Geriye altı tane taze ana arı kaldı. İlk çıkan ana, diğerlerinden büyük ve sağlamdı. Büyük anamızdan izin alarak dışarı çıktı. Dışarıda bekleyenlerle tanışıp uçtu. Bekleyen arılar da onun peşinden gittiler. Kovanımız biraz tenhalaşmıştı ama yine kalabalıktı. İkinci ve üçüncü sırada çıkan ana arılar sakat olduğu için öldürülmüştü. Dördüncü sırada çıkan ana arı da bir grup karnı bal dolu arıyla beraber gitti. Bir ana daha sayısı daha az bir grup arıyla gitti. Üçüncü gruptan sonra kovan bayağı boşalmıştı. Kalan ana arılar da öldürüldü.
Dış kenarlardaki yavrular da çıkmıştı. Hepimiz ancak ortadaki çıtaya kadar yer kaplayabiliyorduk. Kovandaki tüm arıların yarıdan fazlası gitmişti. Anamız bu kadar yeter diye emretmiş. Daha da azalacak olursak kovanı koruyamazmışız. Diğer kovanların arılarından başka, kızıl ve sarı arılar saldırırmış. Bu da kovanın sonu olurmuş.
Öğleden sonra uçuşdeliği nöbeti sırası bana ve bir grup arkadaşa gelmişti. İçeri giren her arıyı kokluyorduk. Bir kaçımız nöbete devam ederken içeri girmeye çalışan yabancı kokulu arıları dışarı atıyorduk.
Hava kararmaya yakın bir yabancı arı geldi. İçeri girmek istiyordu. Yalvardı, yakardı almadım ama çok acımıştım. Anamıza sormalarını istedim. Akşam vakti yağma olmazmış, bal getirmişse almamızı söyledi. Sığınmacı arı bal getirmişti. İçeri aldım. Anamızın yanına gidip teşekkür etti. Anamız da ona kovanımızın kokusundan sürdü. Artık kendi kovanına gitse de içeri almazlardı. O günden beri de iyi dost olduk. Bizden olmuştu.
Günler aynı işleri yaparak geçti.
Kış yaklaşıyordu. Hazırlık yapmamız emredildi. Ben erişkin bir arı olduğum için gençlere neyi nasıl yapacaklarını öğretiyordum.
Ağaçlardan reçine topladık. Balla ve mumla karıştırıp uçuş deliğine içeriye soğuk havanın girmemesi için özel tüneller yaptık. Küçültebildiğimiz kadar da küçülttük. Aynı şeyle kovanın bütün çatlaklarını kapattık. Kışa hazırdık artık. Sayımız bayağı olmuştu ama oğula gidecek kadar değil.
Kış uykusuna yatacak arılar bahara kadar yaşarmış. Yetişebilirsem baharı da görecektim. Kendimi eskisi gibi yormuyordum. Ama belli olmazdı.
Kışın geceleri uyuduğumuz gibi uyuyormuşuz. Nefeslerimiz kovanı yaşayacağımız kadar ısıtıyormuş. Uçuş deliğinin girişini de iyice küçülttüğümüz için içeriye çok az soğuk hava girermiş. İçerisinin havasının değişeceği zaman birkaç arı kanat çırpıyor ve havayı değiştirip kümenin en ortasına geliyormuş. Geçen bahara çıkan arılar anlatmış. Onların söylediklerini bize, biz de gençlere söylüyorduk. Böylece bilgi devamlı canlı tutuluyordu. Kümeler halinde kalıp birbirimizi ve yavruları ısıtıyormuşuz. Az da olsa ne olur ne olmaz diye anamız yumurtluyormuş. Bal ve polen yiyerek, uyuyarak bahara kadar yaşıyormuşuz.
En tehlikeli zaman bu zamanlarmış. Kovanlarında kışa yetecek kadar bal olmayan analar ne pahasına olursa olsun bal getirin diye emir veriyormuş. Bunun üzerine o kovanın arıları da diğer kovanlara bal talan etmeye gidiyorlarmış. Neyse ki bize bir iki küçük deneme dışında büyük bir saldırı olmadı. O denemeleri de en güçlülerimizi koyduğumuz uçuş deliği nöbetçileri anında geri püskürttüler.
Yaşlanmıştım. Baharı göremeyeceğim diye düşünüyordum. Ama mutluydum. Görevimi en iyi şekilde yapmıştım. Yaşadım. Dünyayı gördüm. Çiçekleri gördüm. Bal yedim polen yedim. Öğretmenlik yaptım, kovanı korudum, temizledim. Yapmam gerekenlerin hepsini yaptım. Yapmamam gerekenlerin de hiçbirini yapmadım.
Bence ben iyi bir arıydım.
En son anamız erkek arıları kovandan atın diye emir vermişti. Anamız döllenme uçuşuna çıktığı zaman bazı yumurtalarını saklıyormuş. O yumurtalar da erkek arı oluyormuş. Bu arılar da sadece döllenme uçuşunda görevli oluyormuş. Anamızın seçtiği beş altı erkek dışındakilerin hepsini dışarı çıkardık ve içeri almadık. Yalvardılar yakardılar fakat emir emirdi. Kovanın etrafında beklediler. Sonra da teker teker öldüler. Bu da onların göreviydi yapacak bir şey yoktu. Kovanda kalmış olsaydılar bahara kadar kovanda bal kalmazdı. Bizim yediğimizin iki katı yiyorlardı ve bal getirmemişlerdi. Kovandaki bal bahara yetmeyeceğinden hepimiz acımızdan ölürdük.
Dışarıda çiçekler kurudu. Hava soğudu. Arada sadece su getirmek için tek tük çıkmaya başladık.
Bir sabah anamız dışarı çıkışı yasakladı.
Kümelendik. Sadece kümenin içi tarafına gitmek için çok yavaş ve sürekli bir hareket halindeydik. Geceleri yaptığımız gibi yapıyorduk ama bu bütün gün süren bir hareketti. Bir de acıktığımızda azcık bal yiyorduk. Uyku zamanı gelmişti. Çok yaşlanmıştım. Belki de uykumda ölecektim.
Uyudum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.