- 3541 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRTEN SEVGİ !
Gazetelere, halkı derinden etkileyecek bir cinayet haberi daha düşmüştü : Seksen yaşındaki Ahmet dede , yetmiş yedi yaşındaki eşi Ayşe nine’yi, başına tek kurşun sıkarak öldürmüş !
Olayın Doğu Bölgemiz’de geçiyor olması, yine çok değişik yorumlara neden oluyordu. Oysa olayın iç yüzü kimsenin tahmin edemeyeceği şekildeydi.
Ahmet dede, iki gözü iki çeşme, ağlayarak anlatıyordu savcıya..
’ Yirmi yaşlarında gencecik bir kızdı köyümüze geldiğinde. Yeni öğretmen olmuş, ailesi İstanbul’da yaşayan, hali vakti yerinde zengin bir ailenin kızıydı. Ailesini de karşısına alıp, gönüllü olarak gelmiş bizim köye.’
Koyu renkli kasketini elleriyle apışarasında tutuyor, diğer elindeki beyaz mendille sık sık terini silme gereği duyuyordu. Pamuk gibi de olsa halâ biraz saçları vardı başında. Gençlikteki görüntüsünden, Ayşe öğretmeni etkileyen yakışıklılığından fazla bir şey kaybetmemiş gibiydi. Yüzü bile fazla buruşuk değildi. Esmer, yağız , iri bir adamdı Ahmet dede. Fakat o heybetli, iri adam, bir bebek gibi ağlıyordu şimdi savcının karşısında.
’ Ben çobanıydım köyün. Çok kişi gibi ben de okuma yazma bilmezdim. Çoğumuz Türkçe konuşmayı da bilmezdik zaten. Eski okul diye bildiğimiz ahırdan bozma yer de kapalıydı o köye geldiğinde. Daha ilk gördüğümde çarpıldım ona. Uzun, kumral saçları vardı, omuzlarından sarkan. Gözlerinin yeşili, zümrüt gibi parlıyordu. Pek kısa boylu da değildi hani. Bizimkiler gibi kapalı giyinmemişti ama, yakışıyordu ona giydikleri. Söylediklerinden fazla bir şey anlamayan o insanlara bir bakışı vardı ki, ateş gibi, sıcacık. Anne gibi, bacı gibi sevecen.’
Savcı , bütün gününü ona ayırmaktan çekinmemeye kararlıydı. Olayın aslını o da çok merak ediyor ve can kulağıyla dinliyordu. Her beş dakikada bir terini ve gözyaşlarını silmesine rağmen, destansı bir aşk masalını anlatır gibi, tane tane anlatıyordu Ahmet dede.
’O ahırdan bozma yeri, onun da desteğiyle yeniden okula çevirdik. Boş zamanlarımın hepsini ona yardım ederek geçirdim ben de. Gördüğümde, en yakınımı görmüş gibi oluyor, hayran hayran bakışlarımı ondan gizleyemiyordum. O da bana çok yakın davranıyordu. Korkmuyor, çekinmiyor, bizden biri , çok sevdiğimiz bir yakınımız gibiydi sanki. Hepimiz çok sevdik onu ama ben biraz da başka türlü sevmeye, âşık olmaya başlamıştım. İşe bakın şimdi. Ben çoban, o öğretmen.
Kısa süre sonra derslere başladı. Köyü ev ev birlikte dolaşıp, çocukların okula gelmesini sağladık. Kız çocuklarını göndermeye bile zor da olsa razı ettik insanları. O ailesinden gönderilen paralarla ve maaşıyla hep yardım etti, hem çocuklara hem de okula. Bir ara annesi, babası, kardeşleri bile köye geldiler. Kitaplar, dergiler , okul araçları getirdiler. Onlar başka türlü insanlar. Bizim burada, özellikle İstanbul’lulara karşı kötü düşünceler hâkimdi. Onlar hepsini değiştirdiler. Dostluğun, insanlığın, insanları sevmenin ne demek olduğunu öğrettiler.
Size inanamayacağınız bir şey daha söyleyeyim mi ; sonunda bu öğretmen kız, benim aşkıma karşılık verdi. Beni dünyanın en mutlu insanı etti. Okuma yazma bile öğretti. Evlendik onunla. Dünyanın en mutlu çiftlerinden biri olduk. El birliğiyle köyün çocuklarının okuması için yıllarca çırpındık. Ben de dışarıdan, orta okulu, liseyi bitirdim. Hatta açık öğretime girerek üniversite mezunu bile oldum. Köyden, onun öğrencilerinden, nice okumuş insan yetişti. Doğu’nun örnek köylerinden biri oldu köyümüz. ’
Birden yeniden hüzünlendi Ahmet dede. Bu defaki hüznünün başka bir anlamı vardı.
- Ne oldu şimdi, ne güzel işte, ne kadar güzel işler yapmışsınız, mutlu olmuşsunuz , diye sordu savcı.
’ Ne kadar severdi çocukları. Ama Allah ona çocuk doğurmayı nasip etmedi bir türlü. O da daha çok sevdi öğrencilerini. Kafasına takmamaya çalıştı. Ama içine atmış belli ki..’
- Peki Ahmet dede, böyle bir insana nasıl ve niçin kurşun sıktın ? Delirdin mi, aklını mı oynattın sen ?
’ Hasta oldu Ayşe’m. Kan kanseri. Aylarca sürdü acısı. Gözüne bir damla uyku girmiyor, acı çekiyor ve bağırmak, inlemek zorunda kalıyordu. Bana sürekli yalvarıyordu, onu acılarından kurtarmam için, öldürmem için. Nasıl yapardım, bunca yıllık hayat arkadaşıma, Ayşe’me nasıl kıyardım , kendi ellerimle hayatına nasıl son verirdim ? Bana insanlara kıyılmaması gerektiğini en çok o öğretmişti. Yalnız bana değil, bütün köylüye de öğretmişti. O geldikten sonra, özellikle bizim köyden dağa çıkmaz olmuştu kimse. Şimdi ben kendi ellerimle böyle bir işi nasıl yapardım ?
- Ama yapmak zorunda kaldınız değil mi ?
’ Maalesef öyle ’dedi, göz yaşlarındaki kalanların hemen tamamını, kuruyuncaya kadar akıtmaya kararlı bir şekilde. ’ O gün yine çok ağrısı varmış. İlâçlar falan kâr etmiyor. Hiçbir şey acılarını dindirmiyordu. Ağlıyor, yalvarıyordu. Bir anda karar verdim. Son defa sarıldım ona ve öperek tetiği çektim.
Çünkü ben onu, öldürebilecek kadar çok seviyordum !’
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Yazı etkileyici.
Okunaklı ve apaçık.
Abartı da yok.
Kanser sancılarının ne derce dayanılmaz olduğunu herkes bilemeyebilir. İnsan bazen ölümü istemektedir.
Elbette ki sebep ne olursa olsun insanın eşini katletmesi hata ve büyük günahtır. Bu da yazarın değil Dedenin günahıdır.
Bu konu yoruma açık değildir. Ölüm hakkı vermemiştir Allah'u Teala. Ama yalan dünya olabiliyor işte.
Yazarı Tebrik ederim.
Mehtap Yıldız
yani tepkim ölümü çare olarak görüp seçen insanlaradır....oysa unutmamak lazımki, ölümden öte hiç ölmeyen bir ölümsüz dünya var....
bu mesaj önemli.....selamile.....
ne alakası var şimdi, anlamadım doğrusu... çok sevmişte karısını ondan öldürmüş bey amca...böyle saçma bir çözüm, akla, mantığa asla sığmayan bir tedavi yöntemi olmuş....
yaşatmak için ölünürde, öldürmek için sevildiğini ilk defa duydum....hayata pes diyen bir öğretmen,onu büyük bir Aşkla almış bir adam ve sonunda bin pişman olan yine bir adam...
bir koyun veya bir hayvan değilki karşısında acı çeken...çekipte sıksın kurşunu vursun anlından veya kalbinden...
kaldıki hayvana dahi insan kıyamaz kurşun sıkmaya...
canına kastettiği kişi,canından çok sevdiği bir insan....
yani akıl kıtlığı inanılmaz boyutta....
hem zaten kanıtlanmış şöyle bir şeyde varki, hastalıklarda ve özellikle kanser tedavisinde, şiddetle sevginin şifa getirdiği ifade edilir ve uygulanması ağır basar....öldürene kadar, ölüm gibi sevseymişya karısını....
bence bunun adı sevgi değil,bunun adı kolaya kaçmak olmuş....ama ölüm o kadar kolay mı...??
duamla.....
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 1/20/2010 2:05:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
yazı yayına verilince görücüye çıkar...okuyucu yazarın görmediği yönü yakalar ve düşüncesini yazar..bu..bir paylaşımdır..
yorum.... şiir ve yazının makyajıdır.....bazan çok yakışır bazan mecrayı değiştirir...kabul edip etmemek...yazanın ve yorumlayanın tercihine kalmıştır...bence yorum çoğunlukla yapıcı yönde olmalı...ters düşen durumlarda özelden iletişim olmalıdır...saygılar
Böylesi sevdalar^hâlâ var ve yaşanıyor. Çünkü bizler şahitiz bu büyük sevdalara. Özellikle de köylerimize. Benim dedem, babaannemi severek alıyor. Evleniyorlar ve babaannem kemik hastalığıan yakalanıyor. Günlerce, aylarca yataktan kalkamaz duruma geliyor. Beli bükülüyor, yürüyemez hale geliyor. Dedem, babannemi, sırtına alıp kilometrelerce uzaklıktaki kasabaya sırtında, haftada iki defa götürüp getiriyor yılalrca uğraşıp tedavisini yaptırmaya çalışıyor. Tabi imkansız bir hastalık olduğu için babaannemi kaybediyoruz ve kısa bir süre sonra dedem de ölüyor.
Ben onların sevdasını hep örnek alışımdır kendime.
Hüzünlü ama çok özel bir hikaye idi Fikret bey. Saygılar
üzümkarasına cevabınızı okumadan da ahmet dedenin aslında öldüğünü tahmin etmiştim.
arkadaşım böyle sevgiler öyle nadir ki,
böyle kadınlar varmı - sevdiği çoban olmasına rağmen seven,
böyle erkekler varmı-çoban olmasına rağmen sevdiği için okuyan geliştiren kendini,
ve birlikte el ele ölüme dek sürdüren sevgilerini-meyveleri çocukları olmamasına rağmen.
işte hep deriz ya RAĞMEN sevmek.
yok dost yok böylesi sevdalar.biz kadınlar duygusalız.şimdi günlerce hayıflanırız neden diye ,neden bizim sevdamız böyle olmadı .biz nerede hata yaptık diye.
ama biliyorum ki tek benim çabamla olmuyor yada benim sevmemle .insanın ruh ikizi dediği kişiyi bulması gerek.oda bu milyonlarca insanı barındıran dünyada mümkün mü bilmiyorum.benim bulamadığım ruh ikizimi bir gerçek.
her insanın bu dünyada yapması gereken bir görev var neden bu dünyaya geldiği ,varoluş nedeni yani.ayşe teyzeyle ahmet dedeninkiler o köye bilgi getirmek miş.el ele yapmışlar bunu.benimki ne onu ölmeden bilmek isterdim.hala bir arayış benimki.
var oluş nedenimi aramak tek amacım.
:))) teşekkürler.çok güzel bir hikaye
çok güzel bir öykü Fikret ağabey, yüreğine sağlık. öyküyü okuyup bitirdiğimde oscar wilde'nin şiiri geldi aklıma. Saygılarımla.
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.