- 1277 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Çok Üşüyorum Fazla Battaniyen Var mı?
Çok Üşüyorum Fazla Battaniyen Var mı?
-Emine Abla, yarın cezaevi görüşmesine gidiyorum, dostumuza ileteceğin bir şey var mı?
- Selamımı söyle canım. Elimden bir şey gelmiyor, Allah sabır versin. Para verebiliyor musun?
- Evet, bende battaniye ve yorgan götüreceğim. Çok üşüyormuş. Dün telefon etti, "çok üşüyorum fazla battaniyen var mı?" diye. Artık tek kişilik yatağına da kavuşmuş, sesinde sevinç vardı.
-Anlamadım!.. Daha önce çift kişilik yatakta mı yatıyormuş, bu ne lüks!?
Acı gülüşler…
-Nerdee ablacığım! Sen İmralı’da yatan Apo mu sandın? Bir senedir tek kişilik yatakta nöbetleşe yattılar.
-Aaa! Ne demek o?
-Ya, hiç sorma. Neler çekti garibim. Üşütmüş de…Böbrekleri iltihaplanmış…Gece yarısına kadar biri, sabaha kadar da diğeri sırayla yatmışlar. Yatak yokmuş.
-Var mı böyle ceza evi ya?
-Var abla. Havran Ceza Evi. Gece üşüdüğünü söyledi, telefonda. Yattığı yer pencere kenarıymış. Üstelik camı da kırıkmış. Çerçeveleri de bir parmak aralıkmış. Gece çok soğuk giriyormuş. Battaniye gerecekmiş, ayaz girmesin, diye içeri.
-Allah Allah!.. Öyle şey mi olurmuş!.. Cezaevi yönetimine versin bir dilekçe.
-Abla sen ne diyorsun? Yemeklerini bile kendileri pişiriyorlar, olmayan da borç yazdırıyormuş, tahliye olunca o borcu ödeme zorunluluğu var.
-Hoppalaa! Yani devlet mahkûma yemek vermiyor mu? Bu nasıl şey yahu!.. Dostumuzun çeki karşılığı çıkmadı diye mi bütün bunlar?
-Ya sorma hiç sorma… İki hafta gitmedim de içim acıdı. Gardiyana borç yazdırmış hep. Sigara, ekmek, şeker, çay vs…
- Hadi sigara özel, kişinin zevkidir. Ekmek ve çorba da mı vermiyor ceza evi?
-Vermiyormuş abla. Ben onu tam bir buçuk sene ziyaret ediyorum. O da elimden geldiğince işte… Kirlilerini alıp, bir karton sigara alabiliyorum… Neyse az kaldı be ablacığım, şubatın ilk haftası çıkacak.
-Yahu, bu adam, cinayet işlemedi… Askere kurşun sıkan bir terörist değil. Abdi İbekçi cinayetini gerçekleştiren bir katil zanlısı da değil. Ne Hırant Dirk ne de Papa’ya suikast düzenledi. Alt tarafı 20 bin TL. Çeki gecikmeli ödeyecek oluşu ile özgürlüğü kısıtlandı. Peki, bütün mahkûmlar mı bu şekilde?
-Evet, abla, diğerleri de aynı durumdalar…
Komşum ile aramızda geçen bu konuşma sonrası Türkiye’deki ceza evlerini kısaca bir araştırdım.
Türkiye’de 384 cezaevi var ve kapasitesi 97 bin kişi. Temmuz ayının verilerine göre bu cezaevlerinde yatanların sayısı 112 bin 450 tutuklu ve hükümlü var. Kısacası hınca hınç dolu olan cezaevleri şişmiş durumda ve obezleşmiş durumdadır. Bu yetmezmiş gibi, koridorlar, merdiven altları, kapı arkalarına dahi yatak ve şilte atılmış durumda…
Bir yatakta 2 ve 3 mahkûm nöbetleşe yatmakta ve yemeklerini ellerindeki maddi imkânlarla yemektedirler. Tuvaletlerin hijyenik olmayan görüntüleri, koğuşların rutubetli ve havasızlığı, normal bir insanın kalamayacağı cezaevleri şartlarının bu hali içler acısı…
Mahkûm arkadaşım ve koğuş arkadaşlarının bir umudu vardı. Kandil’den gelen ve pişman olan teröristlerin tutuklanmaları halinde erken tahliye olacakları umuduydu. Basından gelen her yeni haber onların özgürlük hayallerine her gün bir “şafağa az kaldı” çentiklerini atmalarını sağlıyordu.
Ama nerdeee?.. Hayallerine su döken haber tez gelmişti.
Zılgıtlarla, zafer işaretleriyle sınırdan giriş yapan PKK teröristlerine seyyar mahkeme anında kurulmuş, sanık durumundaki, Mehmetçiğin kanına bulanmış postallı katiller o anda tahliye edilmişlerdi.
Adaleti dengesizce dağıtan ve sağlayan şimdiki siyasi yönetim cezaevlerindeki mahkûmlarımızı sükût-u hayale uğratmıştır.
Peki, AB standartlarına uymuyor diye İmra’lı canavarının yenilenmiş, klimalı, son model beş yıldızlı 12 cm daha küçük, diye çığırtkanlığına ne demeli? Hem de beş milyon dolara mal olmuş lüks bir ceza evinde yatmak için 30 bin masum Türk insanını mı öldürmek gerekiyor?
Bu nasıl adalet, bu nasıl sağ yönetim sistemi?
Anımsıyorum da Cem Uzan mikrofonlarda “Allahsız- Kitapsız” diye mitinglerde konuşmuş, konuştuğuna pişman ettirilecek bir tutuklama ve iflaslar peş peşe ardından gelmişti. Son konuşması da “Daha canım acımadı” diye kulaklarımda sesi, iz bırakmıştı.
Osman Bey, Gaziantep semalarına haykırmıştı.
“Meşe ağacı nerenize girdi sayın… Ha… S…r!” diye, ağzımız bir karış açıkta kalmıştı. Ben şimdi dünyada ilk siyasi bir başkanın siyasi bir başbakana görsel basın ve medyanın önünde cüretkârca, pervasızca, fütursuzca, şovenist bir silahşor gibi beden diliyle ve sözle hakaret etmesini “dünya rekorlar kitabına” geçeceğini düşünüyorum. Bu hakareti sıradan bir vatandaş söylemiş olsaydı, yanına kar mı kalırdı? Kim söylemiş?
İmralı canavarına “Sayın…” Diye hitap eden bir belediye başkanı söylemiş…
Ergenekon adı altında, içeride hala “suçumuz ne” diye dava gününü bekleyen Atatürkçü, Cumhuriyetçi, öğretim, ilim ve bilim adamlarımızın cezaevlerindeki durumuna AB neden ses çıkartmıyor?
Duyduk ki Apo yenilenmiş cezaevi şartları değişene kadar “dışarı çıkmama, konuklarla görüşmeme” eylemi yapacakmış.
Rahmetli doktor abim Sedat İçgören’in bir şiir kitabı vardı. Adını “HA… Sİ… BO…” diye isimlendirmişti.
Şimdi avazım çıktığı kadar hecelemek istedim ama almış olduğum terbiye izin vermedi. Ben en iyisi mi, bir dostumun e-mail ile bana ilettiği fıkrayı yazıp, sinir katsayımı düşürmek için meditasyona başlayayım.
“…Yıl 2050. AB Komisyon Başkanı odasında otururken, yardımcısı içeriye heyecanla girer:
- Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB’ye alacak mıyız?
AB Başkanı:
- Yok, canım, henüz olmaz. Git, duyur, tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçeyi yasaklıyorum.
- Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?
- O zaman söyle Kıbrıs’ı versinler…
- Efendim onu da 40 sene önce verdiler zaten...
- O zaman söyle Güneydoğu’ya özerklik versinler.
- Aman efendim, Türkiye’de Güneydoğu mu kaldı, 2020’de bağımsız devlet oldu ya orası zaten.
- O zaman söyle (sözde) Ermeni soykırımını tanısınlar.
- Efendim, sadece Ermeni soykırımı değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus, Ukrayna, Moldova soykırımını bile tanıdılar, hatta Çanakkale savaşından dolayı İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda soykırımını bile tanıdılar ya… Nasıl unuttunuz?
- Hmm o zaman söyle kokoreç yasaklansın.
- Aman efendim, onu yemeği 2008’de bıraktılar
- İsa aşkına, ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın, yakamasınlar.
- Ooooo Beyefendi. Hatırlayacaksınız… Cumhuriyeti el birliğiyle yıkınca toplu kına yaktılar. Kına bu sarfiyata dayanamayıp bitince de kına yakmayı bıraktılar yıllar önce.
AB Başkanı düşünüp taşınır ve;
-EEEE... ALMAMAK İÇİN BİR SEBEBİMİZ KALMADIYSA - DAĞITIN O ZAMAN
AVRUPA BİRLİĞİNİ...”
Sonuç:
Türkiye’deki cezaevlerinde yatmakta olan 112 bin 450 mahkûmun 3 bin 898’i kadın 2 bin 900’ü çocuk mahkûm varken; sayıları 50-60 binleri bulan, davaları görülmemiş tutuklumuzla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir alay davanın kaybedilmesine neden oluyor. Ve Türkiye milyonlarca Euro tazminat ödemeye mahkûm oluyor. Peki, kaybeden kim, kazanan kim oluyor böyle bir durumda?
Aşağıya tükürsen sakal, yukarıya tükürsen bıyık mı oluyor?
Hayır efendim!..
Ananı öpen kadı efendi olursa, kimi kime şikâyet edeceksin ki?
İmralı’daki mahkumun “şartlar düzelene kadar” eylem yapacağını söylemesi karşısında, tüylerim sinirden diken diken olmuşken; halen tutuklu olan arkadaşımın "üşüyorum fazla battaniyen var mı?" sözleri içimi acıtmıştı.
Sevgi ve ışıkla
Emine Pişiren/Bursa
19.Ocak.2010
YORUMLAR
İmralı’daki mahkumun �şartlar düzelene kadar� eylem yapacağını söylemesi karşısında, tüylerim sinirden diken diken olmuşken; halen tutuklu olan arkadaşımın "üşüyorum fazla battaniyen var mı?" sözleri içimi acıtmıştı.
kaleminizi hep sevdim...
anlatımlarınız ise vurucu...
kutluyorum ...
Çok güzel bir konu ve iyi bir anlatımla dile gelmiş.
Keşke 384 cezaevi yerine 384 okulumuz daha olsaydı. Gerçi eğitimin suç işleme üzerinde ne kadar etkisi olduğu da tartışılır hale geldi ya.
İmralı ile diğer yerlerin kıyaslamanız da güzeldi ve acı verici bir manzaraydı.
Neden suçlu bu kadar çok acaba. Nüfus 70 milyon, suçlu sayısı 112 bin, ilginç. Suça iten sebepleri ve çözüm yollarını gerçek suçlulardan anket yapmak, eğitim odaları düzenlemek gerek. Onları tutuklu yada hükümlü bulundukları yerde üretici haline getirmek gerekli diye düşünüyorum.
Yazarı kutluyorum.
Aydınlık bir yürekten
güzel ülkemin acı bir manzarası.Utanmalıyız,hepimiz.Başta ,yönetim yetkisini einde tutanlar...Gerçi güzel bir yüreğin sesi ,sağır kulaklarda ne kadar etkin olabilir ki! Dilerim olur da ben bu cümlenin utancı altında ezilirim.Kalemi güzel insan tşklr yüreğimizi tekrar dağlanmayı anımsattığın için.Çok çabuk unutanlardan olduk ulusça.Ve biz sürekli unutuyoruz.Unutarak kaçıyormuyuz ne utançlarımızdan?