25
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2410
Okunma
Yaşam kabüllenmektir.
Yıl 1979, aylardan Temmuz, Antalya sıcağının kavurucu etkisi tüm bedenimizi esir almış bir haldeyiz, Demre yolunda. Direksiyonda ben, yanımda Ömer bey. Sert virajların, daracık yolun korkusuyla yavaş yavaş ilerliyor, bir yandan da doğanın güzelliklerinden nasipleniyorduk. Manzara muhteşemdi doğrusu, neme lazım..
Hani derler ya; bazen kuşunda taşa çarptığı olur, bizimkisi o misal. Bir anda kendimizi bir trafik kazasının ortasında buluverdik, hız düşkünü bir trafik canavarının hışmına uğradık adeta. Kazanın oluş şeklini uzun uzadıya anlatmaya ne gerek, bizim canavar virajı alamadı, önce yolun yamacına sonrada savrularak bizim araca vurdu. Al başına belayı oldumu şimdi..Tam bir can pazarı , panik anıydı yaşadıklarımız. Ölüm yoktu çok şükür ama yüzümüz gözümüz , bir çok yerimiz, yara bere içerisindeydi. Allahtan ilk yardım çantamda gereken her şey vardı. Bagajı açtığımda Ömer beyin hala arabadan inmediğini farkettim. İşte bu öykünün başlangıcıda bu andı..
Ömer bey; kırkbeş kırkaltı yaşlarında, bense henüz yirmi ikisine yeni girmiştim. Tanışıklığımız; ikimizde İstanbul’da kendi işimizle iştigal ediyorduk, Unkapanında dükkan komşusuyduk.. Gıda üzerine çeşitli ihtiyaç maddelerini fabrikalardan toptan alıp, Anadolu
’nun bir çok yerlerine pazarlıyorduk.. Arada sırada, müşterilerimizi ziyaret etmek vede tahsilat yapmak için şehir dışına çıktığımız oluyordu, bu sayede yurdun bir çok yerlerinide görme imkanlarımız doğuyordu, bu yolculuğumuzda bunlardan biriydi..
Arabadan inmiyordu, öylece boş boş bakınıyordu, görünürde öyle çok önemli bir yara bereside yoktu, hatta arkaya dönüp, bana baktı sessizce, bir ara travma geçiriyor zannettim, öylece bakışıyorduk..
Bu arada şunuda belirtmek isterimki; Ömer bey, aşırı derecede Allah korkusu olan, fakat islamın gereğinin hiç birisini yerine getirmeyen bir müslümandı.. Ne namaz, ne niyaz, ne oruç ne zekat hak getire misali.. Fakat: Öyle güçlü bir takvası vardı ki; o takvaydı onun tüm hayatını düzene sokan düzenli kılan. Karıncayı bile incitmez derler ya o misal. Kul hakkına sonuna kadar değer veren, bir kuruşun bile hak olduğuna tüm yüreğiyle inanan, açları muhtaçları doyurup, kapısına gelipte el açanlardan sadakayı asla esirgemezdi.. Dul ve yetimleri gözeten, hatta her ramazan ayında yüzlerce yetimi giyindirip yüzlerini güldüren, iyilikten hayırdan yana bol bol ihsanlar eden, evine vede işine tam tamına sadakatla bağlı bulunan bir adamdı..Allah korkusuydu onun hayatının tüm düzen vede nizamı..
Bir anlık hafsalamı toparlayıp, kapısına yöneldim. Kapıyı açarak hadi baba in artık, başımızın çaresine bakalım dedim. Bir anda suratı kıpkırmızı kesilmişti; başını öne eğdi, bu hal utanç haliydi, çok üzgündü. Ömer bey altına kaçırmış, pantolonunun her tarafı ıslanmıştı.. Durumu anladığımda, hadi baba zannetki su döküldü in aşağıya deyip kolundan tutarak dışarıya çektim. İndi; mahcuptu, önce yüzümüzü yıkadık, sonrada elimizden geldiğince yaralarımızı sardık..
Kaza ekibi gelmiş, tutanaklar tutulmuş ve arabamız Antalya sanayiye çekilmişti.. Kendimizde bir otele yerleştik. Aracımız üç dört gün içerisinde tamir edilerek bize teslim edilecekti.. Anlaşılan en az üç gün buradaydık.. Günlerimizin nasıl geçeceği değildi düşüncemiz, İstanbul’daki işlerimiz aksayacaktı..O gece hiç bir şey sormadım, fakat içimden hep sormak geliyordu, çokmu korktun diye. Korkunun koskoca adama bu denli tesir edeceğini düşünemiyor, hep başka bir nedeni olmalı diye meraklanıyordum..
İkinci günün akşamı, sakin bir çay bahçesinde kahvelerimizi yudumlarken, bakışlarımdaki merağı anlamış olacak ki; kendisi konuyu açtı. Evlat dedi; korktuğumdan değildi o an yaşadıklarım. Ölüm hak bir gün elbet benimde
başıma gelecek diyerek devam etti.. Bu bendeki hal, çocukluğumdan beri devam ediyor, çocukken başımdan talihsiz bir olay geçtide; bir türlü çaresini bulamadım bu illetin. Nedeni ise uzun hikaye; kısacası bu benim müzmin hastalığım. Aşırı heyecan anlarında, korku hallerinde, yer ve mekan neresi olursa olsun, bu hal vukuu buluyor, bende olabildiğince mahcupluk yaşıyorum...
Doğrusu nedenini çok merak etmiştim. Sormadan durmam mümkün değildi. Baba anlat ne olursun merakta bırakma beni, bakarsın bir çaresi olur, nedeni neydi diye bir kaç kez ısrar edince anlatmaya başladı..Üzülüyordum o anki haline..
Hepimiz köyleri biliriz az çok diye söze girdi. Çocuktum o zamanlar köyde yaşıyorduk, ilk mektep ikiye gidiyordum. Köy yeri işte; çocuğun ne evde oyalanacağı bir oyuncağı, nede onu evin içerisinde tutacak bir nedeni vardır.. Eli iş tutanlar işte güçte, çocuklar ise bağda bostanda, akşam olunca , gün kararınca her kes eve, yemekten sonrada yatağa, üç çocuk bir yatakta ne ilgi ne sevgi öylesine büyüyüp gidersin işte..Bu arada Ömer beyin sağ omuzunun aşırı düşük olduğu çarptı gözüme , baba omuzunun nesi var? Hiç yaaa; çocukken attan düştüm de omuzun parçalandı, kırıkçıya götürdüler oda tam yapamadı herhalde böyle yamuk kaldı işte dedi gülümsedik..
Başladı yeniden anlatmaya. Bir gün beş on çocuk, köye yakın bir alanda bir kaç eşeği kovalamaya başladık, oysa ben eşek binmekten çok korkuyordum, bu korku attan düştükten sonra hasıl oldu bende. Bu korkunun etkisinden olacak herhalde bende küçük bir buzağıyı kovalamaya başladım, kuyruğundan yakalamıştım ki; ikimizde yere yuvarlandık , hemen bir hamlede üzerine bindim, çocukluk işte , yaramazlığın ne demek olduğunu hangi çocuk bilirki? Bilse zaten yaparmı? Ne olduysa o an oldu, kocaman iki el, beni havaya kaldırmasıyla yere vurması bir oldu.. Bir türlü toparlanıpta kaçamadım, tüm arkadaşlarım kaçışmış buzağının sahibi beni yakalamıştı; üzerime oturmuş kemerini çözüyordu, bense öylece korku dolu gözlerle bakıyordum, bağırmak istedim bir türlü bağıramadım, sanki sesim kaybolmuştu..
Baba bu anlattığın olay hangi şehrin hangi köyünde oldu, peki yakınlarda, görünürde hiç kimsecikler yokmuydu? diye sorduğumda boş ver evlat bizim köy işte; nerden bileceksin, hiç kimselerde yoktu olsaydı müdahale ederlerdi herhalde ’ Eeee sonra ne oldu ?’ Ne olacak adam çıkardığı palaskayı ikiye katladı, ayağa kalktı, ben yerde o ayakta ha bre vurmaya başladı.. Yüzüm, gözüm, kafam, sırtım artık nereme gelirse acımasızca , zalimce vuruyordu.. Kendime geldiğimde pantolonumun ıslaklığını gördüm. Anladımki korkudan çişimi yapmışım.. Toparlanmam epey bir zaman aldı, her tarafım acıyordu, üstüm, başım, elim ayağım hep toz toprak içerisindeydi, pantolon dersen yarısı çişli, birde annemden dayak yiyeceğim diye korkuyordum. Allahtan annem bir şey söylemedi, bende; adam beni tekrar yakalar döver diye evdekilere hiç bir şey anlatmadım. Gerki yıllar sonra bu illete çare ararken rahmetli babama söylemiştim...
Peki baba seni döven o adama ne oldu, nerde şimdi? Öldü, mezarlıkta, nerde olacak; bana en çok koyanda, rahmetli babamla mezarları yan yana bitişik yatıyorlar, babamı her ziyarete gittiğimde, onunda mezarını görüyor, o günü yeniden yaşıyorum adeta..İşte o gün bu gün halim bu evlat, mesele bundan ibaret diyerek sözünü bitirdi.. Bitirdi bitirmesine ama ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.. Elimi omuzuna koyarak; teselli mahiyetinde, baba; tanıştık tanışalı sen bana evlat, bense sana baba diyorum, madem mezar komşusu olmuşlar, babacığazına dualar okurken hiç o zavallıyada dua okumayı, onu oracıkta affetmeyi düşündünmü? " Sadece insanların günahları affedebilme gücü vardır " iyilik yap; ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmezse ehli sen olursun dedim...
- Vallahi hemen hemen her seferinde aklımdan geçmiyor değil, ama bir türlü içimden gelmiyor, ona dualar okuyup onu affetmek, ne yalan söyleyeyim..
-Ya, baba bir daha gidişinde bir denesen ne olur, senki; Sen Allah korkusunu iliklerine kadar yaşayan bir adamsın, her şeyde bir hayır vardır ne kaybedersin, Allah affetmezse etmesin, gel sen affet gitsin.. " Affetmek zaferin zekatıdır der sevgili peygamberimiz " gibi sözler ettiğimde gözlerini benden kaçırdı, bende üzerine fazla gitmedim sustum ve konu kapandı...
Aradan bir kaç yıl geçmişti, Ömer bey bir gün bana; evlat hani yazın köye gitmiştim ya, bu sefer adama bol bol dualar okuyup seni affettim diye mezarına defalarca seslendim, sanki toprak titredi, onu gerçekten affettim.. İnşallah Allah da affeder, çünkü cahildi, çünkü zalimdi, çünkü ölmeyeceğini zannediyordu herhalde; onada yazık dedi...
Bir kaç ay sonra Ömer bey kendisinin yaptırmakta olduğu inşaatın ikinci katından beton zemin üzerine düştü, kaza işte.. Ayaklarının ikiside kaval kemiğinden kırılmıştı, omuzu ise sapa sağlamdı..Aylarca tedavi gördü, amaliyatlar geçirdi, hastahanede yattı.. İlk ziyaretine gittiğimde tüm acılarına rağmen kulağıma eğilerek; Evlat inşaattan düştüğümde hiç bir şey olmadı. Beni en çok inşaattan nasıl düştüğüm değil, bu olay hayrette bıraktı, iyileştim galiba biliyormusun dedi, gülümsedik..
Ömer bey inşaattan düştükten sonra bir daha o halle halleşmedi, bir daha o mahcubiyeti yaşamadı. Kendine güven gelince de hacca gitti geldi.. O gün bu gün dört dörtlük bir mümin, dini vecibelerini hakkıyla vede layıkıyla yerine getirerek; o mihval üzre yaşayan bir kul oldu rabbine..Şimdilerde ise, huzurlu vede mutlu bir emeklilik hayatı yaşıyor.. Camide sık sık karşılaşıyor, eski günleri yad ediyoruz.. Allah ondan razı olsun. Darısı tüm iyilerin vede iyilik severlerin başına Amiiin...
" Beşeriyet tanrısallığa uzanan bir yoldur, ibadetinin ne olduğunu söylemeye gerek varmı " Acı akıllı adamların hocasıdır, der bir bilge .. Bir insanda görülen ameller ve takvadan başka, bir de onun cevher gibi güzel olan gizli amel ve takvası vardır.. Bakış gücü olmayanların nazarları görülen amellerdir, halbuki biz onlara bakmıyoruz, biz insanın içine içindeki sırra bakıyoruz diyen kullardan oluruz inşallah...
Hikmet bu olsa gerek, yaradanın inayeti Ömer beyi en büyük dertten kurtardı, ona hidayet kapılarını sonuna kadar açarak, takvasının karşılığını bol bol ihsan eyledi..
"Sokakta giderken kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığım zaman, beni deli zannedeceklerini düşünüp gülümsüyordum" Çünkü aklımdan Ömer beyin sonsuz takvası geçiyordu, ruhum gülümsüyordu...Okuduğunuz için teşekkürler..Hoşça kalın Allaha emanet olun...
Yunus Karaçöp
yudumyunus
18.01.2010