MADALYANIN ÖTEKİ YÜZÜ
MADALYANIN ÖTEKİ YÜZÜ
Alkışlamaktan ellerinin yandığını hissetti, insana haz veren bir yanma idi. Büyük emeklerle ülkeye Milli bir sporcu kazandırmıştı. Gözünün ucuyla da bana bakıyor. Ben de alkışlıyor muyum? Bu kez de kızı altın madalya kazanmıştı. Madalyayı kızı değil de, kendisi kazanmıştı. O zaman anladım, insan çocuğuyla özdeştir.
Madalya töreninden sonra ailesiyle birlikte, beni arabasıyla evine götürdü. Uzun süre yarışmalara davet edilmiştim, hiç fırsat bulamamıştım. Bu kez bir programın olmadığı için gitmiştim. Şimdi de evde yemeğe davetliyim.
Eve girdiğimizde kendimi sanki bir müzeye girişmiş gibi hissettim. Madalyalar, kupalar, plaketler, jimnastik malzemeleri, çekilmiş fotoğraflar. Harikasın Özlem dedim. Hiçbir tepki vermedi. Yarışmadaki yorgunluğuna yordum. Bir taraftan da sayma sallantısı olanlar gibi, madalyaları, kupaları, plaketleri saymaya başladım. Özlem oralı bile değildi. Yemeğimizi neşeli bir kutlama havasında yedik. Özlem sanki yoktu. “Kız yarışmada yoruldu, izin verelim de odasında dinlensin.” dedim. Kız o anda bana minnettar bir bakışla teşekkür etti. Çay faslına fotoğraf albümler, gazetede çıkan haberlerden derlenmiş, koca bir klasör gazete kupürü, gece geç saatleri bulduk.
Ertesi gün ofise geldiğimde, arkadaşımı masanın başında Rodin’in adamı gibi düşünürken buldum. Oysa erkenden gelir bilgisayarındaki klasik müzikleri açar, sonra oyuna tutuşurduk. Bana sorar :
- Mozart,
- Bilemendin.
- Beethoven.
- Bildin.
- Vivaldi
- Bilemedin
- Bach
- Kardeşim ben senin gibi klasik müzikçi değilim. Ama teşekkür ederim. Senin sayende
bu güzellikleri keşfettik.
- Peki bu kim?
- Bilmem, bu pek klasik müziğe benzemiyor
- Rodrigo, Rodrigo’nun gitar konçertosu. İspanya iç savaşında barikatlarda
dinleniyordu.
Bilgisayarına yüklediği klasik müziklerle bize müzik ziyafeti çeker. Sadece sanatçıları sormaz, hangi parçanın çaldığını, hatta müziğin dakikasını bile söylerdi. Melodilerden aldığı zevki, bu oyunlar bütünler, güne güzel başlardık. Oysa bugün ne müzik açmış, ne de çay hazırlamış, gelir gelmez kendisini masaya atmıştı.
- 1 -
Günaydın Ziya, bir problem mi var.
Yok bir şey
Var var
Benim kız sporu bırakmak istiyor.
Neden, ne güzel başarıdan başarıya koşuyor. Her çocuğun başaramayacağı bir olay.
Mahir, arkadaş sen bilirsin onu yetiştirmek için neler çektim.
Arkadaşım iki çocuğunu spor ve müzik eğitimi aldırır. Yıllarca onları dershanelere, spor solanlarına götürür, getirir. Yarışmalar, konserler koşturup dururdu. Yurt dışına, Balkanlar, Avrupa, Dünya Jimnastik yarışmalarına gönderir. Güzel düşünceleri vardı. “Günümüz insanı; amatör de olsa, bir enstrüman çalabilmeli ve bir spor dalında uğraşmalı” derdi. Bu amaçla oğlunu ve kızını jimnastiğe başlatmış. Oğlu sürdürememiş bırakmış, kızı başarılı bir şekilde devam ediyordu. Oğlu bir müzik okulunda keman dersi alıyor. Başarılı bir müzisyen adayı gibi.
Benden yardım ister gibiydi. Bir de benim konuşmamı ister misin? Dedim. Gözünde bir sevinç ışıdı.
- Bana karşı biraz tutuk. Seni sever, dinler belki.
- Deneyelim, Kardeş.
Akşam mesaiden sonra, arkadaşımın evine gittik. Yemekten sonra, çayımızı içtik.
Özlem’e seninle konuşabilir miyim? Dedim. Özlem’in odasına geçtik.
- Güzelim, dünkü başarından sonra, hayal kırklığı yaşıyorum. Sana imrenmiştim.
- Ah! Mahir Amca, Her şey görüldüğü gibi güzel değil. O gördüğün madalyanın gülen
yüzü, arkasında ise ağlayan bir yüz var. O yüz benim yüzüm.
- Af edersin güzelim, pek anlayamadım, biraz açar mısın?
- Sporun içine bir giren pişman bir de girmeyen. Çocukluğumdan beri neler
çekmekteyim. Sırf annem, özellikle de babam mutlu olsun diye nelere katlandım.
Merakla dinliyorum. Sporun bir zevk işi olduğunu düşünüyor, belki de amatörlükle karıştırıyordum. Ağlamaklı bir hal almış, çok acı çektiğini belirten bir hali vardı. Devam etti.
- Spor da müthiş bir şiddet vardır. Sadece bu olsa, öp başına koy. Sömürülmekte var.
Çoğu zaman ağlayışlarımı sevinç gözyaşları sandılar. Bu şartlarda çocuğum için bile
düşünemiyorum.
- 2 -
- Nasıl yani?
- Bu güne kadar babadan bir fiske yemedim. Spora başladığımdan beş yaşından,
bugün 18 yaşındayım, vücudumdaki morluklar hiç geçmedi. Penseyle sıkarcasına
etlerimi sıktılar. Tokatların ise hattı hesabı yok. İnsanın sevdiği spor mutlu etmesi
gerekir, oysa ben hiç mutlu olamadım.
- Babanın bundan haberi var mı?
- Annem beni yıkadığında morlukları görürdü. Ben de gizler, şuraya buraya çarptım.
Derdim. Sonra genç kız olunca, banyomu kendim yapıyor, morlukları görünce
ağlıyorum. Bunlar önemli bir şey değil, cinsel tacizler, tecavüzler bile yaşayan
arkadaşlarım var. Ama hep gizli kalmış.
Adeta afallamışmış, aptala dönmüştüm. Anlatılanlar yenilir yutulur şeyler değildi. Basına da sızmadığına göre, bütün bu rezaletler bu çocuk gibi saklanmıştı.
- Ailene niçin söylemedin?
- Söylemediysem bile hissettirdim. Bir çok sakatlık atlattım, iyileşiyorsun, dayağın izleri de geçiyor. Ama rüyalarından atamıyorsun. Çoğu geceler tekrar yaşıyorum. Dayakla yetişmiş bu insanlara anlatmak, oldukça güç. Dayağın cennetten çıktığına inanan bu insanlara nasıl anlatılır. Ailede, okulda, askerde dayak görmüş bu insanlar, dayağı eğitimin bir parçası sanıyor.
- O eskidendi.
- Şimdi de devam ediyor. Bizim lisede bile hala öğrencileri döven öğretmenler var.
Ağabeyim daha işin başında bu şiddetten kaçtı.
Şaşırmadım. Her gün gazetelerde buna benzer haberler duyuyoruz. Ama sporda şiddet pek duyulan bir şey değildi. Şimdi bu kızın ıstırabını anlamaya başlamıştım.
- Özlem güzelim, şu sömürü olayını da biraz açar mısın?
- Aldığımız ödüllere, el koyarlar. Sana şu metal parçasıyla yetinmeni isterler. Ya da birazcık ucundan gösterirler, gerisini cebe.
- İlginç, peki Gençlik Spor Bakanlığı’nın bu konuda bir mevzuatı yok mu?
- Mevzuatı kim takıyor.
- Peki basın, bu konuyu basınla kamuoyuna duyurmayı deneyen kimse olmadı mı?
- Basın, Spor camiasıyla kardeş kardeş geçinir, birbiri beslerler. Kendilerine savaş
açanları bu iki kardeş yaşatmaz. Spor yaşamını bitirir.
......
İçerden çıktığımda çok kötü olmuştum. “Arkadaşına içerde hareketsiz kaldım, seninle biraz hava alalım” dedim. Söze nereden, nasıl başlayacağımı bilemedim, uzun süre sessiz yürüdük. Arkadaşım huzursuz olmuştu.
- Meraktan öldüreceksin beni! Ne oldu?
- 3 -
Özlem’in betimlemesi çok güzeldi. O geldi aklıma. “O gördüğün madalyanın gülen
yüzü, arkasında ise ağlayan bir yüz var. O yüz benim yüzüm.”
- Ziya dedim. Sen bu madalyaları görünce ne hissediyorsun.
- Kendim kazanmış gibi gururlanıyorum.
- Peki bu madalyanın arkasında ne var biliyor musun?
Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Bir şey anlamaya çalıştı.
- Bıkmış mı? Hanımefendi!
- Bıkmak değil, Arkadaş, bıkmaktan da öte.
- Ötesi neymiş?
.....
Uzun uğraşlardan sonra, Arkadaşımı ikna ettim. Kafasını sallayarak, çık çık yaptı.
- Ben kızı ikna et, diye seni getirdim. Sen beni ikna ettin.
- Şimdi yengeyi de aramıza alarak ortak bir karar vermeliyiz.
Benim de dahil olduğum aile meclisinde, alınan karar doğrultusunda, önümüzde birkaç
kritik yarışmadan sonra, jübile yaparak sporu bırakacaktı. İsterse antrenörlük, hakemlikte yapabilecekti. Üniversiteye sınavsız geçebilecekti. Evi bir müzeye dönüştüren bütün madalyaları el birliğiyle topladık. Bu sadeliği herkes sevdi. Ayrılırken, Özlem boynuna sarıldı. Bu hareket aileyi daha çok ikna etti.
Jübilesi yapıldığında o kadar sevinçli bir hali vardı, anlatmak imkansız. Babasına eğildim. “Özlem’i hiç böyle sevinçli gördün mü?” Dedim. “Yıllarca kıza Doping yapmışız, kendimizin başarısızlığını kıza yüklemişiz.” dediğinde, bütün ailenin sırtından bir yükün kalktığını anladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.