- 916 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Aşikâre Bir Düşünüşsün Sen Ruhumda
Yorgun bir ömrün aşina salıncağındayım, yıldızlar indiriyorum göklerinden
Yorgun bekleyişlerin yaslı güvertesindeyim, sürgünüm aşkın nöbetlerinden
Avuçlarımda büyüyor kangrenli yokluğun, hicran damlıyor yar gözlerimden
Bekleyişin menzillerinde bitkinim yar, aşkın geçerken yorgun hücrelerimden
Çığlıklar ektiğimiz bir yaşamın kayıp günlüklerine gölgemizi süreriz arada bir, içsel fırtınalarımızın kesilmesi için. Her yangın soluksuz bir gün paralanışı gibi utançlı bir edayla gülümserken içimize, biz gönlümüzdeki ufka yürürüz durmadan, aşkın çelişkili damarlarına sevgimizi ekmek için. Bir devriâlemin kıyı kentlerine rüzgâr inerdi o an, soluğumuzu kendi dalgamıza verince. Ay yamalı bir gecenin sağdıcıydı, içimizdeki düş ormanlarına biz gözyaşlarımızı dökünce gölgeli bir mevsimin ıslak hançerlerini içimizde hissederdik.
V/eda/sına kendimizi kaptırdığımız bir yağmur mevsimiydi şakaklarımızdaki hüzne çarpan yel. İçimizdeki izbe sokaklara eşkıyalar dol/ardı, yanaklarımızdaki sevinç polenlerini uzaklara götürürken sel. Madımak işkencelerin kentlerine güneş doğmazdı, biz yüreğimizdeki sözcükleri birbirinden ayıramazken. Tensel hissedişlerin kıyı kentlerinde arardı ellerimiz sıcaklığını, zaman kendini sorgulardı o an, ağlamaktan kamaşmış gözlerimizdeki yorgun denizlerden gemiler geçerdi.
Peri Masalları’nı depremler sallardı, biz kangrenli avuçlarımızı aşka uzattıkça. Sonsuzluk ovalarında ruhumuzun şarkılarını okudukça bir ihtimalin şavkı düşerdi içimizdeki yorgun dağlara. Susardı gönlümüzdeki kinli ağıtlar, sıcak titreyişlerin nöbetlerine tutulurdu an’lar ve biz göklerin zelzelesini yerin damarlarına gizler, sustururduk zamanı, tüketirdik göğsümüzü aşka verdiğimiz hicranı.
Her yangın, uzaktaki düş sandallarına sıçramak istedikçe sevdanın kürekleri salınırdı nasırlı avuçlarımızda. Gölgeler silinirdi ayın ışıklarla dans ettiği sulardan ve an içimizdeki en hazin yalnızlık olurdu. Susardı içimizdeki o aşılmaz öfkeli geçitler, gönlümüzdeki derya aşkın en sonsuz ovası olurdu. Yüce bir devrin hesapları birikirdi yürüdüğümüz mevsimlerde, düşerdi seven gönlümüze yağmurlar ve ıslak bir düşün camına yaslanarak hayatı izlerdik.
Evet gül bakışlım, gün geldi hücrelerimizi birbirine karıştırdık, gün oldu kendi içimizdeki nehirleri tersine çevirdik ve her özlemde bizi birbirimize yaklaştıran bir vedanın sözleri olduk. İncitilmemiş hiçbir günah çalmazdı oysa kapımızı, yağmalanmış bir bedenin telinden geçerek söz olurduk türkülere. Tılsımlı fısıltıların düş artıklarıyla beslenen kuşların yorgun ayaklarının gökyüzünde bunun için kanadığını bilirdik. Sezgilerle dağılan bir sesin etrafına bunun için gece üşüşürdü ve her düşünüş bunun için sessizliği kucaklamıştır.
Ahraz bir ömür süreriz yine de gönlümüzün yasak mabedinde. Hayali öpüşlerimizdeki mor sözcükler aşka dokunamadıkça hep içten içe kanamıştır. Ben sana baktıkça içimdeki derin nefeslenmelerin artçı dalgalarına gizlenir, seller basan gönlümü yine aynı iç çekişlerle avuturdum. Kendini ıslatan bir sağanak altında aşkın şemsiyesine gülümsedikçe göz, yanaktan süzülür sevda denilen o kaygan köz. Yağlı urganlar sıkar yüreği, içli bir şiirin nakaratıyla tümcelendikçe öz.
Ruhumuzun kayıp hazinelerine güneş yanıkları yerleşince sihirli düşlerin kapaklarını açmaya yetmez yüreğimizin kilitleri. Her yalnızlık bastonuna dokundukça yaşlı ellerimiz, içimizde bir yürek kanar ve kanadıkça tutunacak dallar arar. Kırgın bir masayı tersine çevirirse zaman, devşirilmiş umutlarla sallanır ipte çoğu an yaşanılan. Kırık bir dil olur içimizdeki heyecan, kanar aşk, kan damlar sevginin sallandığı halattan.
Sözler süründüğümüz alınlarımıza vurunca şafak, biz imgelerin valsiyle aşardık yabanıl dağları, sırtımızdaki sevda yaralarıyla. Avuçlarımızda saklanırken şafağı gözlerdi aşk ve bir ömrün hercai kavuşmaları göğsümüzde kanlı bir hançer gibi parlardı. Ilık bir rüzgâr olurdu yaşamak, vurdukça göğsümüze dudaklarımızdaki türküler bir efsane gibi kaybolmayı dilediğimiz dağlarda isyankâr yangınlarla büyürdü. Üşürdük gece üzerimize yağınca. Örtünürdük yıldızları, kendi içimizde kaybolmuşluğumuzun ufkunu gözlerdik inadına sevdalı bakışlarımızla.
Kıyısına hüzün çöreklenen vedaların sularında bir ayın şavkı yansır ve bir adam içsel döngülerini avucunda saklayarak atar aşkın voltalarını. Umutla karıştırılan sevda çeşnilerinin kalaysız çanaklarında inadına lezzet vardır, hüzündür tartışmasız mayası. Yüreğini verdiğin sevgi kazanları kaynadıkça benim açlığım artar, dudaklarından dökülen sevgi şırasıyla şölen olurdu özlemli kollarında mutluluğu kaşıklamak.
Rüzgârlarla bağladığımız gönül sızılarımızın karanlık deltasında bir ışık çarpar gönlümüzün yorgun gözkapaklarına, aralanır düşlerimizin virane köşeleri ve sarılırız o ışıktan sızan hayat belirtilerine. Hep yorgun bir şafak esnemesiyle kıvrılırız gün ruhumuzun hüzzam yaralarını sarar iken. Kılıflar aradığımız yaşanmışlık deltalarına rüzgâr eser, buz kendi ırmağını geçerek kıyısını düşler ve aşk, keşkelerin kapsüllerindeki mermiler gibi göğsümüze işler.
Zorla varılan menzillerin kapısına bir şiirin ismi asılınca, yaşama asılan yüzümüzdeki meçhul aydınlıklara saklanır ay. Üç gölge yürür karanlıklarda ve üç yürek sancılanır ay doğumuna sancıyla sarıldığı anlarda. Sızlayan yürektir, ağlayışlar biçaredir ve şarkılar bir şiirin ismiyle bütünleşen bir anlam klasiğidir. Uzak düşünüşlerin kıyılarında vuruluruz her gün yeni bir aşka, kokusunu yüreğimizden silemediğimiz yaşam yangınlarıyla asırlardır kavrulduğumuz bir güneşin yanık tenli yamaçlarına tırmandıkça avuçlarımız kanar, sorgulu bir ömrün gölgesinde mutluluk hep anlık yakarışların kapsüllerini yutar.
Yaşama mayalanmış katkıların ateşlerine verince göğsümüzü bir mutluluk ısısı yayılır bedenimize, o an üşümüşlüğümüz gider. Sonsuzluk dağlarında güneş erken doğar her sabah, soylu sevilerin kentlerine yağmur zamansız iner. Güneş kurutur damlayı, damla toprağa gizli bir yolculukla siner. Gözümüzün esmer güzüne turnalar kanat açar, her kanat vuruş yaşamak andını asırlardır dilden dile biçimler.
Seni sevmek hüzzam bir Eylül’dü. Ben sevda sarısı saçlarının yangın mavisine üşüşen bir düş sağanağıydım, ıslak dudaklarından damlayan aşkı avuçlarımda biriktirirdim. Saçlarının kokusunu değişmezdim özleme, sensizlik kırık yüreğimin bordasına sinmiş öfkeli bir denizin tuzuydu. Seninle birlikteyken içimizdeki coşkuların düzüne koşarak inerdik birlikte ve yaşanacak bir ömrün iklimlerinde nehirlerime inen asi bir ceylan bakışısın ve ben ömrümce o bakışların yörüngesinde kalacak aşığınım.
Selahattin Yetgin
Bu şiirin hikayesi:
Sevda dem/lenişleriyle bağdaş kurduğumuz bir hayatın esmer ovalarında içimizin kanlı s/öz/cükleriyle tırmalarız gecenin korkak dallarını. Kırık bir mevsim sancısıdır yüreğimizdeki sol yön tab/ela/sı, gönlümüzdeki sorgularla harcarken yaşanası anları. Her adımda özleme yürümek ister, her sarılışta aşkı kavramak isteriz. Ömür kitaplığında biriktikçe takvim yaprakları söyleyecek sözümüz azalır ve dudaklarımızdaki susku göğsümüzdeki yangınları azdırır.
YORUMLAR
merhaba..
herbir paragrafta ayrı güzel anlatmışsınız teşekkürler güzel yüreğinize..
dostça söylemek istediğim.. her paragraf sanki bir yazı başlangıcı ve yazının uzunluğu anlam bütünlüğünü biraz bozuyor sanki..
en güzeli ise en son paragrafta zaten anlatmak istediğinizi oldukça başarılı anlatmışsınız...
saygıyla
eflatun