Bir Dosta Mektup(Cevaben-1-)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Merhaba dost,
Zaman ne çabuk geçiyor farkında mısınız? Hele, hele bizim yaşlarda. Daha dün akşam okuduğum son iletinizin üzerinden tam 10 gün geçmiş. Allah, Allah hâlbuki daha dün akşam okuduğuma o kadar emin(d)imki.(Şaka -1-) Gönlümüz bu diyarlarda bülbül beslemek ister lakin güdülecek develerden bir sıra gelse ahh, ah. Varın siz gene o güzel satırlarınızı dün postaya verdiğinizi farz edin.
İşte böyle, bir önceki iletimde “ağrı kesici” niyetine saydığım “dünyevi” mazeretlerin yarattığı hafakanların yan tesiri böyle inkıtalara sebebiyet vermekte. Nah yalanım varsa, okudum, baktım prospektifinde öyle yazıyor. (Şaka -2-)
Fizik olarak ikinci baharı yaşasam da, ruhen “hazan” mevsiminde olsam gerek, savrulup duruyorum boşlukta, sonbahar rüzgârlarında sararmış yapraklar misali, elimde olmadan. Boşluk mu “boş” yoksa ben mi, tereddüt içinde olsam da, meçhule savrulmadığıma olan inancımla teselli bulurum “züğürt ağa” misali. Belki de içini dolduramadığım için mi ne, bu kadar çabuk geçiyor zaman.
İtiraf edeyim ki, seviyorum “hazan” ı. Savurmuş olsa da, solmuş yapraklarını, bir kır kahvesindeki ahşap masanın üzerine, oradan bir çöpçünün süpürgesinin çalılarına doğru. Köklerine hiç dokunmuyor ya yeter. Kökümüz kavi “şükrolsun”, işte bu yüzden eninde sonunda merkeze dönüyoruz. Bu “enin” ve “sonun” maalesef ki zaman nevi inden bir sınırı yok. Kâh böyle; yirmi dört saate, on günü sığdırıyor, kâh koca bir yılın bir dakika kadar hatırı olmuyor. Hani bazen solmuş eski bir fotoğraf, bazen nihavent bir melodi can simidi olur ya insana, hırçın denizlerde boğuşurken dalgalarla. Bir dostun sesi de “düğün alayı” olur, kırk gün kırk gece, merkeze doğru otostop yaparken ıssız yollarda,
Daha evvelde bahsetmiştim bir yerde, teknolojiye olan mesafemden. Ne gariptir ki “nafaka” mı teknolojiye yakın komşu bir sektörden sağlasam da, iç dünyamdaki bu nankör kediye laf anlatamadım bir türlü. İçten içe hep soğuk durdum “metal, gres ve para” dan oluşan bu “ruhsuz” dünyaya. Bu arada, buradaki “gres” kelimesini sözlük manasından ziyade, mecazi manası, “kir, kara, kötü vs” olarak vurguladığımı da belitmiş olayım. İşte bu yüzden “cep telefonu” maceram haylice yeni daha “mega pikseli” bile yok (Şaka -3-), “internet” hikâyem kelimenin uzantısı kadar “net” değil “fluu”. Gözümde “msn” demek züppece bir sonradan görmelik çağrıştırıyordu, “feysbuk” unuda sevmiyor(d)um bu sanal dünyanın. Fakat an geliyor, teslim bayrağını çekmek zorunda kalıyor insan. Kalbin bile “pil” ile çalıştırıldığı bir dünyada, beyinlere “mikroçip” takılmasının artık bilim-kurgu filmi senaryosu olmaktan çıktığı bir dünyada fazlada “Don Kişot” luk yapmanın manası da yok aslında.
Hani derler ya “dünya küçük” diye. İşte bu gres yumağı; zaman, zaman insan tahayyül sınırlarını zorlayacak kadar daha da küçültüyor dünyayı. Bu sıkış-tıkış içinde, saçlarımızdaki olanca seyrekliğe rağmen, şakaklarımıza, sakallarımıza bulaşan olanca “ak” çalığa rağmen, çene altındaki ve göbek üstündeki olanca “selülit” fazlalığına rağmen ve hatta aradan geçen 25–35 yıllara rağmen, birileri tarafından “bu sensin İsmet, bu sensin” diye sobelenmek yok mu? İşte bu tarafını seviyorum teknolojinin. Saklambaç’ın böylesine de can kurban.
Geçenlerde iki ilkokul arkadaşımı buldum, okumuşlar biri mühendis birisi iş kadını olmuş, “msn” de konuşuyoruz, baktım monitör buğulandı, “ağladım İsmet” dedi ikisi birden, elinizin körü ya ben, ya ben. Bir ortaokul arkadaşım da sobeledi beni, kerata maliyeci olmuş, geç evlenmiş. Birde sevimlimi sevimli bebeği var, “profilinde” resmini gördüm dünya tatlısı. İnanmayacaksın ama bir ortaokul arkadaşıma rastladım “profesör” olmuş, cesaret edemedim selam vermeye.(demek bende okusaydım profesör olacaktım). Sonra, platonik aşkıma rastladım “eczacı” olmuş, evlenmiş benim gibi.(laf aramızda hala güzel mi, güzel). Lise arkadaşlarımı buldum. bir Atilla vardı okumuş, mühendis olmuş. Bizim işyerindeki mühendise de bir güzel hava attım “Bu Atilla bey var ya, işte benim liseden arkadaşım olur ha!” diye. Sonra asker arkadaşlarımı buldum, hani o bir dal sigarayı beraber tüttürdüğümüz “domuz gribine” inat bir nefes o, bir nefes ben.
Bu büyülü ortamın handikapları yok mu? Başımızda esen kavak yellerinin yerini fırtınalara, kasırgalara bıraktığı zaman dilimlerinde edindiğim tecrübelerle sabit, bir felsefem vardır. “Birisini tanımak istiyorsan önce mevki ver, sonra para iste” diye. Mevla’m çoğuna mevki vermiş gurur duyuyorum, lakin bekleyeceğiz başımız dara düşene kadar. Sizinde buyurduğunuz gibi “sanal ortamda yazıların rengi yok, jesti, mimikleri, kokusu yok!”
İstedikten sonra, kolayına kaçılmadığı müddetçe isteyen damak zevkine göre bir şeyler bulabilir bu gâvur icadın da. Tahminimce sizde “hazan” ı seviyorsunuz, benim gibi, yanılıyor muyum?
Gözlerinden öpüyorum, baki selam
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
Günün yazısını geç de olsa tebrik ediyorum.Gününde yoğundum,siteye bir kaç gün giremedim.
Teknoloji,biraz klasik kaçacak ama,hayra kullanıldığında,çok güzel.Eski arkadaşları kavuşturuyor,gurbettekilerle uzunca görüşme imkanı sağlıyor.
Yazınız gülümsetti okurken,saygılar.Tekrar günün yazısına tebrikler.
İstedikten sonra, kolayına kaçılmadığı müddetçe isteyen damak
zevkine göre bir şeyler bulabilir bu gâvur icadın da.
Neler bulmadık ki bu gavur icadında.
Son olarak sizi,damak zevkimize uygun bu yazınızı.
Başta da şiirlerinizi,yazılarınızı yüzlerce dostumuzu daha neler,neler...
Ortaokul çağımda minibüsle tıka basa şehre giderken dağın başında yol kenarında bastonuyla yürüyen bir ihtiyara rastladık.Yolculardan bir kısmı acıyıp şoföre dur bu zavallı ihtiyarı alalım arabaya dediklerinde onu tanıyanlar itiraz ettiler.
O falan köyden falan dededir.O arabalara gavur icadı diye binmez şehre yürüyerek gider gelir dediler.Durmadan devam ettik.
Bizde gavur icadı diye,yok güvenli değil diye korkup kıyısından köşesinden bakarken öyle içine girmişiz ki geçenlerde bir de baktım ki binlerce yorum almış,binlerce yorum yazmışız.Hayret ettim,şaşırdım.Bunları ben mi becermişim diye.Bir de her akşam sanki yapılacak ödevlerimiz var diye okul çoçukları gibi başından kalkamıyoruz.
Hiç de fena yapmıyoruz.İyi ki yapıyoruz.
Çok güzel bir yazıydı.Hoş anlatımlı.
Kutluyorum.
SAYGILARIMLA.
Ağyar
Saygı bizden dostum
Selamlar
Nasıl memnuniyetle okudum yazıyı bilemezsiniz.
Şakalar güzeldi.
Ben de yaklaşık 3 yıla yakın bir zamandan sonra aynı duyguları hissetmeye başladım ama yazmak için sizin kaleme ihtiyacım varmış demekk ki....
Şiir okurken de mutluyum ama yazılar ve hele de böyle yazıları okumak çok başka.
Güne gelen bu güzel duyguları kutluyorum.
Saygıyla.
Maalesef günümüzde teknolojiden kaçmanın imkanı yok artık. Her ne kadar menevi duygularımızı kısmen erozyona uğratsa da. "Mns" de sevgilimize binlerce kez, "Seni Seviyorum" diyoruz. O sözü söyleyen dudaklar tende hissedilmedikten sonra, dediğiniz gibi tadı olmuyor, rengi olmuyor. Bu vesileyle bu güzel yazınızdan dolayı ve Günün yazısı seçilmenizden ötürü sizi gönülden Tebrik ederim.
Ağyar
Saygılar, selamlar
Fazlasıyla renkli................sıcak..............ve bir o kadar gerçek.
sanal'a inat........
yüreğe sağlık..........
Ağyar
Saygılar, selamlar
Ağyar
Saygı bizden, selamlar
Bir merkezin etrafında oluşturmuş Yazar düşünce yörüngesini.
Merkezdeyiz bir de bakmışız hepimiz, sonra yine savruluyoruz hep beraber.
Peki öyleyse ölümler neden alabildiğine yalnız...karşılanacak?
Yazı tadında, fikir kuvvetinde, hayal gibi de munis yazıydı.
Sağolasın kardeş.
Ağyar
Saygılar, selamlar
Yok yok İsmetciğim ben hazanı değil güzel'i seviyorum.
Yazıda çok güzeldi. Tacettin kardeşim yazmış yapacağım iltifatları ( teskeremi verun komutanum ben gideyirum).
İltifat dedim dedim diye marifete tabidir. Hatıra binayen iltifat etmem hemşehrim bile olsan . Hele ha bu güne kadar hiçbir yazıma tek puan vermediğini öttükten sonra...:)
Ula her yazına 10 yada 8 verdum. Hiç utanma yok mu sende?
Haçan gene 10 vereceğum ama bilesun torpil içun değil. Seni gözum gormesun lakin yazilarunu seviyorum.
Aha sana yorum.
Selamlar.
Engin Tatlıtürk tarafından 1/17/2010 8:46:18 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ağyar
Selamlar
Sizinde buyurduğunuz gibi “sanal ortamda yazıların rengi yok, jesti, mimikleri, kokusu yok!”
SEVGİLİ AĞYAR....SENİN YAZILARINDA RENK VAR....JEST...VAR....MİMİK... VAR....KOKUSU...VE DOKUSUDA VAR....SAMİMİYET VE ÖZ VAR....OKURKEN YAZDIĞIN O ANIN İÇİNDEYİM.......YA YORUMLARIN..... TARA SİTEYİ ....BİR BENZERİNİ BIRAK YAKIN OLANI VARMI....TEBRİKLER YÜREĞİNE TEBRİKLER KALEMİNE
Ağyar
Saygılar, selamlar