Ergenekon ve çeteler!...
Kim, neden bu soruşturmaya ya da operasyona “Ergenekon”adını vermiş bilmem de; herhalde Dünyada, sağcısı, solcusu, İslamcısı, işadamı, mafyası, askeri, polisi, öğretim üyesi bir olup bir çete kurduğu, aynı dava dosyasında yer aldığı bir başka soruşturma olayı yoktur.
Evet, neden “Ergenekon”?
Nedir “Ergenekon”?
Ünlü Ergenekon Destanı’yla bu soruşturmanın ne ilgisi var?
Ya da bu ünlü destanla, bu ünlü soruşturmayı bileştirirsek, nasıl bir tablo ortaya çıkar, bir bakalım.
Ergenekon destanı, Göktürkler’in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası’nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır. Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum, başta Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk olmak üze tüm yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler, emekli tuğgenerel Veli Küçük ve mafya babası Sedat Peker önderliğinde birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler.
Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler.
Emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin ve Susurluk sanığı Yaşar Öz’ün de aralarında bulunduğu düşman kuvvetleri gelince vuruşma da başladı. Günlerce savaştılar.
Sonuçta Türkler, bu savaştan galip çıktılar. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri konumundaki Gazeteci Vedat Yenerer, Doç Dr. Emin Gürses ve daha niceleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: "Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur" Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar" deyip artlarına düştüler. Başlarını gazeteci İlhan Selçuk ve yılların politikacısı Doğu Perinçek’in çektiği düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türkler’in başında İl Kağan vardı. İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu. Türkler’in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler.
Bu ülkeye Ergenekon dediler. Dediler demesine de yüzyıllar sonra, her ideolojiden, her meslekten, her konumdan insanların gözaltına alınıp, tutuklanacağı bir operasyona da bu ismin verileceğini nerden bilsinlerdi? Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un birçok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti. Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Bu kararı duyan Hrant Dink davası sanıklarının avukatı Kemal Kerinçsiz Doç Dr. Ümit Sayın, Mustafa Balbay ve niceleri kara kara düşünüp çareler aramaya başladılar. Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki: "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tengri’nin yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu…
Bu yol; Türkler’in kurtuluş umudu; İlhan Selçuk’un, Doğu Perinçek’in, Veli Küçük’ün, Sinan Aygün’ün Susurluk sanıklarının, öğretim üyelerinin, emekli güvenlikçilerin ve hatta Akın Birdal suikastı sanığı Semih Tufan Günaltan’a, seri katil olduğu iddia edilen Durmuş Anuçin’e varıncaya kadar, sağcı, solcu, İslamcı, çete, mafya herkesin korkulu rüyası olur…
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler’in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Kutlarlar, kutlamasına da… Düşman durur mu? İşçi Partili Ferit İlsever, Serhan Bolluk, Susurluk sanığı Sami Hoştan, Türkler’in bu toparlanmasını ve güçlenmesini bir türlü hazmedemezler. Bu ekibe kimler katılmaz ki?.. Emekeli general Hurşit Tolon, Eski yüzbaşı Zekeriya Öztürk, eski uzman çavuş Muhammet Yüce, Kahraman Şahin, Erol Ölmez, özel büro sorumlusu Erkut Ersoy, emekli kurmay albay Mehmet Fikri Karadağ, Hüseyin Görüm, Oğuz Alpaslan Abdülkadir, Hüseyin Gazi Oğuz, Sevgi Erenerol, Abdullah Arapoğlu, işadamı Levent Kara, Ümit Oğuztan , Vatan Bölükbaşoğlu…
Ergenekon’dan çıktıklarında Türkler’in kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türkler’in Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler’in buyruğu altına girdi.
Bu durum; Doğu Perinçek, Veli Küçük, Sedat Peker, İlhan Selçuk, Şener Eruygur, Danıştay saldırısı sanığı Alparslan Arslan gibi birbirlerine hiç benzemeyen , devletin gizli belgelerini eline geçiren, devlet içinde gizlice örgütlenmiş, darbe heveslisi kesimleri harekete geçirir. Onlar harekete geçer de, devlet uyur mu? Sabahın köründe evler basılır, bürolar aranır… Onlarca kişi gözaltına alınır, tutuklanır. Binlerce kişi listelenir, takibe alınır… Bunun adı da “Ergenekon”dur…