- 694 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Tarikata Bir Bakış.
Geçmiş asırlarda (Orta çağ.) ulaşım ve iletişim araçlarının günümüz hız ve imkânlarına sahip olunmadığı,
Hayat standartlarının ve gelir düzeyinin çok aşağılarda olmasına rağmen insanların mutlu, kanaatkâr ve itaatkâr olmasını,
O günün sivil toplum örgütü olan Tarikatların fertleri 4 alanda iyi motive etmesine dayandığını sanıyorum.
1- İnsanın nefsine karşı olan kötülüklerden korunma ve kollanma adına almış olduğu ahlaki öğreti ve onları yerine getirebilme adına aklı ve iradenin tasavvufi prensipler ile ıslah ve terbiyesi.
2- Allah (C.C) ile kul ilişkisinin, İman ve ibadetle (takva çizgisinde) düzenlenmesi.
3- Ferdin cemiyet içindeki hak ve sorumluluklarını, adli değerlerin ön plana çıkarılıp, ahiret inancı ve muhasebe duygusunun geliştirilmesi ile toplumsal değerlerin ön plana çıkarılması.
4- Fertlerin, devlet ile olan münasebetini, devlete itaatin dini bir platforma taşınmasıyla temin edilmesi.
Kendisi ve olaylar ile barışık,
Dışa karşı dinamik,
İçte imkânlaryla yetinen,
Üst yapıya karşıda mut-i (itaatkâr)ve saygılı bir toplum oluşturulmuştur.
Günümüz insanı,
Akıl ile irade,
Allah ile kul,
Toplum ile fert,
Devlet ile millet arasındaki münasebetleri,
Dünya ve ahiret,
Ruh ve beden, platformunda, motive edecek aksiyoner bir kurumdan mahrum olması sebebiyledir ki imkân ve nimetlerin çok üst seviyelerde seyretmesine rağmen,
Maalesef gerçek manada mutluluğu yakalayamamıştır.
Toplumsal ve ferdi barışı temin edemediği gibi, iradesiz, itaatsizlik ve kanaatsizliği ile de huzuru bulamamıştır.
Delilim;
İnanan insanların olaylar karşısındaki dik duruşu ile hayata bakış açısı,
İnançsız veya inancı zayıf toplumların basit zevkler ve değersiz şeyler peşinde koşmaları ve sıkıştıklarında ise teselliyi his ve duygularını iptal eden alkol ve benzeri uyuşturucuya teslim oluşlarıdır.
Tabi bunlar benim şahsi görüş ve tespitlerimdir.
Kabul etmemek noksan veya yanlış olduğunu düşünmek, hata veya günah değildir.
Herkese sevgi ve saygılarımı arz
YORUMLAR
tasavvuf yoldur hemde en nurlu yol daha niye kurcalarlar anlamam bir kaç leş kargası yüzünden bütün kuşlar tü kaka
değildir sanırım tarikat diye insanları sömürmeye çalışan vampirler yok da değil hai bunu önlemek bu bence zavallı insanlara
kanmamak adına en güzel yapılacak iş kuranı kerimi iyi öğrenmek hadisleri okumak fıkıh kitaplarını hıfz etmek yani dini iyi
öğrenmek gerekir diye düşünüyorum
efendim saygılarımla keyifle okudum...
Değerli Göktürkmen Bey Kardeşim.
İlginizden ve değerli yorum ve yol gösterici müdahalelerinizden dolayı çok teşekkür ederim.
Benim bu yazıyı yazmaktaki maksadım Tarikatları ön plana çıkarmak veya onların meşruiyet veya gayrı meşruiyetini tartışmak değildi. Sizinde temas ettiğiniz gibi toplumların yapılanmasında gelişmesinde sosyal hayatın değişim ve gelişiminin vazgeçilmez bir kurumu olan sivil toplum örgütlerinin müsbet bir yapılanma içine girmesi ve yaşanabilir bir toplum oluşturulması, insanların mutlu, huzurlu, sağlıklı sevgi dolu bir hayat yaşamalarını sağlayacak, yaygın eğitim vermesi gereğini anlatmaya çalışmıştım. Örnek olarak geçmiş asırlarda teknik, ticari, iletişim ulaşım ve bunlardan kaynaklanan hayat standardının düşük olmasına rağmen bugünün gelişmiş toplumlarından daha mutlu, daha huzurlu, daha sağlıklı hatta daha şahsiyetli ve haysiyetli olduklarını ve bu avantajlarını da o zamanın sivil toplum örgütü vazifesini gören tarikatların başarmış olduğuna dikkat çekmiştim. Maalesef bugünün insanı fiziki açıdan çok şeyler kazanmış olmasına rağmen ihmal edilen hatta bazıları tarafından yok sayılmaya çalışılan RUH ihmal edildiğinden insanların rahat ve çok şeylere sahip olmalarına rağmen mutlu, huzurlu ve Gönül zengini olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu konuyu dikkatinize arz edip kısa keserek temas etmiş olduğunuz Sünnetullah ve Sünnet’i Nebevi’ye kısa bir temas edelim.
Evet, sizinde söylediğiniz gibi, Sünneti peygamberi ve Sünnetullah kavramları başlı başına farklı şeylerdir.
Sünnetullah Allah’ın mahlukatı yaratmasındaki ilkelden mükemmele veya intihadan müntehaya giden yoldur.
Yani bir şeyin maddi alemdeki yaratılışındaki fiziki, kimyevi,Vb kurallar çerçevesindeki seyri, sosyal alandaki ise genelde doğal dediğimiz ruhsal, vicdani, akli, ahlaki ve adli olan zaman, mekan, mütekellim ve muhatabı değişmekle özde değişmeyen evrensel yaşam kurallarıdır. Sizin şerhinize yazmış olduğun zeylde beyan etmiş olduğum HER İNSAN PEYGAMBER TORUNUDUR. Ve her insan Sosyal hayatın temelini oluşturan SIDK, EMANET, FETANET, TEBLİĞ gibi dinamikleri hayatına ve hayata hakim kılmak zorundadır.
Değerli Kardeşim.
Sivil toplum örgütleri hakkındaki aşağıdaki görüşünüze katılmamak mümkün değil.
Fakat ne var ki kötü kullanılıp zararlı hale getirilebilen tek şey veya tek kurum Sivil toplum örgütümüdür?
İnsanoğlunun istismar ederek kötüye kullanamayacağı hiçbir şey gösteremezsiniz.
“Ne demektir 'Sivil Toplum Örgütleri' ? Neyi amaçlar ve hizmet eder, kim tarafından kullanııldığında yararlı, kim tarafından kulanıldığında zararlıdırlar ? Buradaki "kim" sorusunu isterseniz fert, isterseniz her hangi bir toplumsal oluşum için anlamanızı rica ediyorum. Daha açık söylersek, -belirleyen ve belirlenen- konum ve durumda olmaya göre, bunun yararı ve zararı üzerinde önemlice durmak gerekiyor...”
Ben yazımda kötüyü tarif değil iyiye dikkat çekmiştim. Size yazmış olduğum yazımın sonuç bölümünü teşkil eden aşağıya kopyaladığım son paragrafta sanıyorun ne anlatmak istediğim tevil ve tefsire ihtiyaç bırakmayacak kadar net tir.
“Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.”
Peygamberin tatbikatında hata olmayacağından bahsediyorsunuz elbette Peygamberler İsmet sıfatına sahipler. Beşeriyetlerinde günahsız oldukları gibi, Risalet ve Riyasetlerinde de hatasızdırlar. Zaten Kuranda Allah inanlara bu güvenceyi veriyor “ VEMA YENTİKU ANİL HEVA İNHUVE İLLA VEHYUN YUHA” 53/4
Yalnız sanıyorum aramızdaki fark ben kurumların olayların olması gereken yönüne bakıyor ve olması adına davet yapıyorum.
Siz ise istismar edilmiş yönüne ve istismar edenlere bakıp kurumları işlevsiz, tatbik edenleri ise tamamen hatalı görüyorsunuz.
Ama yinede teşekkür ederim.
Sayenizde çok önemli olan birçok konuyu yeniden gündemime almama vesile oldu.
Sevgi ve saygılarımla.
Necdet EREM tarafından 1/20/2010 4:40:54 PM zamanında düzenlenmiştir.
Değerli Göktürkmen Kardeşim.
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Necdet EREM tarafından 1/20/2010 4:40:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
"2- Allah (C.C) ile kul ilişkisinin, İman ve ibadetle (takva çizgisinde) düzenlenmesi. "
Konu burda kopmuştur... Tarikatların böyle bir işi düzenlemeye hakları yok, bu İslam'i Hristo-judadiktir(?!) : Ama asla ve kat'a İslami değildir. Ama ve yine; Sünnetullah'ı sadece Peygambere indirgeyerek ikincil anlamlandırmayı öncülleştirmek yanılsamasına gerek duyanlar, Takvayı da, çizgisini filan düzenleme hakları olduğu noktasına zaten kolaylıkla getirip/gelebileceklerdir !
Kul(luğ)un anlamı kaydırılır, Sünnetullahın anlamı kaydırılırsa, doğal ve doğrusal yönde olmak şekliyle anlayabileceğiniz kastıyla söylüyorum; Takva çizgisi filan belirleyiciliğini de, buna hakkımız var iddiasını da kanıksanmak anlamında normalleştireceksinizdir.
Esenlikler.
Göktürkmen tarafından 1/16/2010 2:32:46 PM zamanında düzenlenmiştir.
Necdet EREM
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunları adı, sanı, şekli şemaili çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Göktürkmen
Genel olarak size ve yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil, öncelikle bunu belirteyim ve fakat; bir kaç kavramın netleştirilmesi ve yanlış kullanımına mani olmak amacıyla şunları da belirtemem gerekecek.
Efendim, öncelikle Sivil Toplum Örgütlerinin ilk kullanıldığı zaman/mekanlar ve çıkış noktaları üzerinde durmak isterim. Bundan maksadım, ne anlama geldiğinin bunu savunanlar ve karşı olanlar tarafından dahi ayrıntılı olarak düşünülmemesidir.
Ne demektir 'Sivil Toplum Örgütleri' ? Neyi amaçlar ve hizmet eder, kim tarafından kullanııldığında yararlı, kim tarafından kulanıldığında zararlıdırlar ? Buradaki "kim" sorusunu isterseniz fert, isterseniz her hangi bir toplumsal oluşum için anlamanızı rica ediyorum. Daha açık söylersek, -belirleyen ve belirlenen- konum ve durumda olmaya göre, bunun yararı ve zararı üzerinde önemlice durmak gerekiyor...
Kavramın gerek İslami, gerek çoğunlukla İslami yapıyı oluşturan Güney ülkelerine dayatılması ile Kuzey ülkelerindeki uygulanma biçimselliği birbiriyle çelişiklik arzetmektedir!
Gelelim Peygamberlik makamı ve Sünnet kavramına... -Sünnetullah- kaynaklı olarak en doğru biçimde açıklayabilecek olan sözcük kavramın, Peygamberin sünnetine indirgenmesi ile Allah'ın kanunları demek olan "Sünnetullah" kelimesindeki anlamlarındaki gibi, iki farklı düşünceyle dizgelendiğinde sonuçlarınında değişik ve anlaşılırlığı bakımından yanıltıcı olacağını belirtmek/anlatmak istiyorum.
Sünnet, Sünnetullah ve Takva kavramlarını düzenleme ve dizgeleme meselesinde, Hz. Peygamber ve Asr-ı saadet döneminde bir sıkıntı ve yanlış uygulamanın söz konusu olması, gerek efendimizin paklık ve masumluğu , gerekse Cebrail A.S.'tarafından sürekli vahiyle bilgilendirlmeleri gerekçesiyle mümkün değildir, fakat; daha sonraki haleflik-seleflik meselesi ve İslam'ın fırkalara ayrılarak, Müslümanlara zarar verici boyutlara gelmesinde, İslam ümmetinin fırka ve tarikatlara ayrılmasında, yukarıda zikrettiğim Sünnet, Sünetullah ve Takva makamı yer yer ve hatta çoğunlukla birincil anlamından sapmış, konuyu bir din sınıfsallığa indirgeme yanlışlığına (Rubanlığa) dönüştürmüştür.
Bu nedenlerden ötürü yazınıza bir şerh düşme gereği duydum, cevabı yazınızlada konuyu açıklamanıza ayrıca seviniyorum, çünkü; şerhimize ve gerkeçelerine zeyl yazmak imkanı bulabildik...
Sonuç olarak kimsenin Peygamberce pak, masum ve yanılmaz olamayacağı, bu nedenle Sünnet ve Sünetullah kavramlarının birbirine çok yakın olmak anlamlanddırması benzerliği gibi ama; düşünme ve uygulamadaki içerik farklılığı nedeniye, Takva işlevini din kurallarına göre dahi düzenlemeye kalkmanın vebalinden ürkmek ve korkmak gerektiğini söylemek istedim !
Şimdilik bu kadar...
Umarım anlatmayı başarabilmişimdir. Saygılar efendim...
Göktürkmen
Bilgilerinize...
Necdet EREM
İlginizden ve değerli yorum ve yol gösterici müdahalelerinizden dolayı çok teşekkür ederim.
Benim bu yazıyı yazmaktaki maksadım Tarikatları ön plana çıkarmak veya onların meşruiyet veya gayrı meşruiyetini tartışmak değildi. Sizinde temas ettiğiniz gibi toplumların yapılanmasında gelişmesinde sosyal hayatın değişim ve gelişiminin vazgeçilmez bir kurumu olan sivil toplum örgütlerinin müsbet bir yapılanma içine girmesi ve yaşanabilir bir toplum oluşturulması, insanların mutlu, huzurlu, sağlıklı sevgi dolu bir hayat yaşamalarını sağlayacak, yaygın eğitim vermesi gereğini anlatmaya çalışmıştım. Örnek olarak geçmiş asırlarda teknik, ticari, iletişim ulaşım ve bunlardan kaynaklanan hayat standardının düşük olmasına rağmen bugünün gelişmiş toplumlarından daha mutlu, daha huzurlu, daha sağlıklı hatta daha şahsiyetli ve haysiyetli olduklarını ve bu avantajlarını da o zamanın sivil toplum örgütü vazifesini gören tarikatların başarmış olduğuna dikkat çekmiştim. Maalesef bugünün insanı fiziki açıdan çok şeyler kazanmış olmasına rağmen ihmal edilen hatta bazıları tarafından yok sayılmaya çalışılan RUH ihmal edildiğinden insanların rahat ve çok şeylere sahip olmalarına rağmen mutlu, huzurlu ve Gönül zengini olduklarını söylemek mümkün değildir. Bu konuyu dikkatinize arz edip kısa keserek temas etmiş olduğunuz Sünnetullah ve Sünnet’i Nebevi’ye kısa bir temas edelim.
Evet, sizinde söylediğiniz gibi, Sünneti peygamberi ve Sünnetullah kavramları başlı başına farklı şeylerdir.
Sünnetullah Allah’ın mahlukatı yaratmasındaki ilkelden mükemmele veya intihadan müntehaya giden yoldur.
Yani bir şeyin maddi alemdeki yaratılışındaki fiziki, kimyevi,Vb kurallar çerçevesindeki seyri, sosyal alandaki ise genelde doğal dediğimiz ruhsal, vicdani, akli, ahlaki ve adli olan zaman, mekan, mütekellim ve muhatabı değişmekle özde değişmeyen evrensel yaşam kurallarıdır. Sizin şerhinize yazmış olduğun zeylde beyan etmiş olduğum HER İNSAN PEYGAMBER TORUNUDUR. Ve her insan Sosyal hayatın temelini oluşturan SIDK, EMANET, FETANET, TEBLİĞ gibi dinamikleri hayatına ve hayata hakim kılmak zorundadır.
Değerli Kardeşim.
Sivil toplum örgütleri hakkındaki aşağıdaki görüşünüze katılmamak mümkün değil.
Fakat ne var ki kötü kullanılıp zararlı hale getirilebilen tek şey veya tek kurum Sivil toplum örgütümüdür?
İnsanoğlunun istismar ederek kötüye kullanamayacağı hiçbir şey gösteremezsiniz.
“Ne demektir 'Sivil Toplum Örgütleri' ? Neyi amaçlar ve hizmet eder, kim tarafından kullanııldığında yararlı, kim tarafından kulanıldığında zararlıdırlar ? Buradaki "kim" sorusunu isterseniz fert, isterseniz her hangi bir toplumsal oluşum için anlamanızı rica ediyorum. Daha açık söylersek, -belirleyen ve belirlenen- konum ve durumda olmaya göre, bunun yararı ve zararı üzerinde önemlice durmak gerekiyor...”
Ben yazımda kötüyü tarif değil iyiye dikkat çekmiştim. Size yazmış olduğum yazımın sonuç bölümünü teşkil eden aşağıya kopyaladığım son paragrafta sanıyorun ne anlatmak istediğim tevil ve tefsire ihtiyaç bırakmayacak kadar net tir.
“Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.”
Peygamberin tatbikatında hata olmayacağından bahsediyorsunuz elbette Peygamberler İsmet sıfatına sahipler. Beşeriyetlerinde günahsız oldukları gibi, Risalet ve Riyasetlerinde de hatasızdırlar. Zaten Kuranda Allah inanlara bu güvenceyi veriyor “ VEMA YENTİKU ANİL HEVA İNHUVE İLLA VEHYUN YUHA” 53/4
Yalnız sanıyorum aramızdaki fark ben kurumların olayların olası gereken yönüne bakıyor ve olması adına davet yapıyorum.
Siz ise istismar edilmiş yönüne ve istismar edenlere bakıp kurumları işlevsiz, tatbik edenleri ise tamamen hatalı görüyorsunuz.
Ama yinede teşekkür ederim.
Sayenizde çok önemli olan birçok konuyu yeniden gündemime almama vesile oldu.
Sevgi ve saygılarımla.
Necdet EREM
Yazıma göstermiş olduğunuz ilgi ve değerli yorumunuzdan dolayı teşekür eder, yazımı tenkit eden bir dosta yazmış olduğum cevabi bir yazımıda sizinle paylaşmayı düşündüm.
Hakkınızı helal ediniz.
Değerli Göktürkmen Kardeşim.
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Eyvallah yazıya da yazana da.
At gözlüklülere en kavi söz bile etmez tesir, olmayalım zinhar müteessir.
Tarikat hakikat "yol" dur gidene.
Necdet EREM
Yazıma göstermiş olduğunuz ilgi ve değerli yorumunuzdan dolayı teşekür eder, yazımı tenkit eden bir dosta yazmış olduğum cevabi bir yazımıda sizinle paylaşmayı düşündüm.
Hakkınızı helal ediniz.
Değerli Göktürkmen Kardeşim.
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Necdet EREM
Yazıma göstermiş olduğunuz ilgi ve değerli yorumunuzdan dolayı teşekür eder, yazımı tenkit eden bir dosta yazmış olduğum cevabi bir yazımıda sizinle paylaşmayı düşündüm.
Hakkınızı helal ediniz.
Değerli Göktürkmen Kardeşim.
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Evet, dini onun temel kaynağı olan Kitabullahtan, sonra onun insanlığa tebliğcisi, takdimcisi, bizzat tatbikatçısı olan peygamberinden ve dini hayata gerekli dikkat ve hassasiyeti gösteren alim ve fazıl zatlardan değil de! Nefsine uymuş, şeytana maskara olmuş, dini yaşamak için değil de sadece dinsiz kalmamak için kabul edenlerin din anlayışları, dini din olmaktan çıkarıp sadece vasıfsız bir kimlik belgesi konumuna indirgeyenler keyiflerine göre uydurmuş oldukları dini yaşarken sizinde temas ettiğiniz gibi dünya adına keyiflerine diyecek yok.
Din dünyanın ve dünya hayatının yaratıcısı tarafından konulmuş olan; cebri olarak her şeyin ve herkesin tabi olduğu,( tabiat kanunları dedikleri ) iradi olarak ise inananların kabul ederek yaşadıkları ve yaşamları adına taahhütte bulundukları ilahi sistemin adıdır.
Onu değiştirdiğini zan edenler onu değil kendi doğrularını nefislerinin yanlışları ile değiştirdiklerinin farkına değiller veya farkında olmalarına rağmen dinin sahibi her şeye nigehban olan onların düşünceleri henüz hayallerinde teşekkül etmeden onu bilen Allah’ı aldattıkları ALDANMIŞLIĞI İÇİDE OLANLNARDIR.
Allah onları içinde bulundukları gafletten, çevrelerindeki insanları da onlara aldanmaktan muhafaza buyursun.
Necdet EREM tarafından 1/16/2010 12:01:47 PM zamanında düzenlenmiştir.
feyzi kanra
Onun içinde önce imanı sağlamlamak gerek ki
insan nefsine mağlup olmasın.İman konusu
en önemli husus.İman konusunda da bir
yazınızı bekliyeceğim.İnşaallah..selam.
TAsavvufi bir anlayışla dini anlamaya çalışmak belki zordur kişiye ama bence de en sağlam ve emin yoldur. Size katılıyorumHocam. Selam ve sevgiyle...
Necdet EREM
Yazıma göstermiş olduğunuz ilgi ve değerli yorumunuzdan dolayı teşekür eder, yazımı tenkit eden bir dosta yazmış olduğum cevabi bir yazımıda sizinle paylaşmayı düşündüm. Birde bu arkadaşın sayfasında Osmanlılara, Selçuklulara, Abbasilere ve Emevilere hakaret içeren bir yazısı vardı onada bir yazı yazdım. Onuda sizinle paylaşmayı uygun gördüm.
Hakkınızı helal ediniz.
Değerli Göktürkmen Kardeşim.
Önce ilginiz, sonrada değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazımın özü olan sivil toplumun örgütlerinin toplumun yapılanmasında üstlenmiş oldukları vazifelere dikkat çekerek; geçmişte ulaşım, iletişim ve denetim imkânlarının sınırlılığına rağmen o günün sivil toplum örgütü niteliği taşıyan tarikatların bir hak değil BİR SORUMLULUK olarak toplumun motivasyonundaki müspet icraatlarını nazara sunmaktı.
Kul ile Allah arasına elbette kimse giremez.
İnsan ile kalbi arasına Allah’tan başkası giremez, orada ne olduğunu bilemez.
İnsani ilişkilerde de insan ile vicdanı arasına kimse giremez,
giremez derken, bırakın tarikatları herkesin önce insaniyet adına sonrada İslamiyet adına Emribilmaru – hehy-i anil münker denile sorumluluğu vardır.
Yaşanabiliri bir toplum için yaşanması lazım gelen kurallara uymak ve uyulmasını sağlamak noktasında irşat ve tebliğ vazifesini yapma noktasında HAK DEMİYORUM ama istisnasız terk edilmez ihmal kabul etmez vazife ve sorumluluğu vardır.
İşte insanlar emribilmaruf nehyi anil munker vazifesini terk ettiğindendir ki toplum ahlaki açıdan insani değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Benim anlatmak istediğim bu. Bu vazifeyi ise geçmişte tarikatler, tasavvuf, fıkıh, evrad-ü ezkar, riyazat, istiğna ve insanı yoz duygularının esiri olmaktan kurtaracak daha bir çok metodu yine tamamen kitap ve sünnete müstenid esaslar ile ekolleştirerek nefs muhasebesi yapan, Allah’a karşı imanda salabet, ibadet ve itaatte ihlas, samimiyet ve sadakat, insani ilişkilerde muhabbet ve adalet; devlete karşı itaat ve hizmet prensiplerini ihdas etmiştir.
İnsan akıl, ilim ve irade sahibi olsa bile medeni bir varlık olarak yaratıldığından, ihtiyaçlarını toplumsal kaynaklardan temin ettiği gibi; düşünce ve davranışları da toplumun sosyal ve siyasal yapılanmasının bir yansımasından başka bir şey değildir. İnsan gördüğü ve duyduğunu düşünür, düşündüğünü ise yapar ve konuşur. İnsana güzel şeyler görme ve güzel şeyler düşünme telkin, terbiye ve imkanı sunuldukça insanda güzel düşünce ve davranışlar sergiler.
Bahis tarikatten açıldığı için o kurum ön plana çıktı.
Yoksa her insan ferden ferda bir Peygamber varisidir.
Aynı zamanda, Peygamber misyonunun temsilcisidir.
Peygamberlerin ortak özellikleri olan;
Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve İsmet sıfatları ile önce kendisini techiz etmeli, sonrada içinde yaşamış oldu toplumu genel ahlak kuralları ve yaşamın olmazsa olmazı olan bu değerler ile donatmalıdır.
Bu vazife İslami bir emir olduğu kadar;
Aynı zamanda en önemli insani bir sorumluluktur.
Günümüzün sivil toplum örgütleri bu sorumluluklarının farkında olmadıkları veya bu değerlere düşman olduklarındandır ki, İnsanlar artık insan olup sorumluluk taşımaktansa hayvan olup özgürleşmeyi seçiyor.
Bence topluma insanlığının farkında olması gerektiğini anlatacak Allah’ın kitabından, Peygamberin sünnetinden, felsefe ve sosyolojinin ahlak kurallarından dersler verecek kurumlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bunların adları, sanları, şekil şemailleri çokta önemli değil.
Önce İnsan olamayan sala Müslüman olamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Bu değerli ve faydalı görüşlerinizden dolayı tebrik ederim.
Kardeşimiz 1923 ler de takılıp kaldığı gibi;
Kemalizm hakkında da bir tabulaşmaya gitmekte olduğunun farkında değil.
Osmanlı, Selçuklu, Abbasi, Emevi gibi İslam kültürünün geçmişten geleceğe uzanan ve ömrünü bitirip misyonunu tamamladıkça yeni versiyonunu sahneleyerek tarihteki yerini almış dünyanın gelişerek değişen sosyal devletleri ve devlet yapıları olduklarını unutup yaşadıkları çağ ve gereklerini dikkate almayarak bugünkü gelişmişlikle o günün mukayese etmenin aldanmışlığı ile onlara hakaret etme talihsizliği içinde olduğunu görmek beni üzmüştür.
Şuna benzetebiliriz;
Osmanlıya siz uzay mekiği yapıp aya gitmediğiniz için gericisiniz diye suçlamaktan farksızdır.
Bugün Kemalizm ve sonrasının baskıcı, totaliter, müdahaleci ve darbeci zihniyetinin ülke ve millete ödetmiş ve hala ödetmekte olduğu faturayı Osmanlıya kesmek ne kadar insancıl, ne kadar vicdani, ne kadar inandırıcı olabilir.
İşte cihan savaşları ve sonrası dünya ve dünya devletlerinin geldiği nokta ortadadır.
Almanya yok oldu, Japonya yediği atom bombaları ile yerle bir oldu, İtalya ne durumdaydı? Bu gün, Amerika dışındaki tüm gelişmiş ülkeleri Türkiye Cumhuriyet devletinin Osmanlı’dan devralmış olduğu miras ile mukayese edildiğinde Türk milletinin dünya devletler arenasında ne zaman geri kalmış olduğu gün gibi ortaya çıkar sanıyorum.
Osmanlı döneminde dünyada yüksek teknolojimi vardı da Osmanlı Nükleer enerji üretip gelişmiş devletlerarasındaki yerini almadı?
İdareler halklar içindir. Halkından kopan devletlerin gelecek adına kimseye vaat edeceği hiçbir şey yoktur ve olamaz.
İşte içinde yaşadığımız süreç ortadadır.
Her on senede bir muhtıra, yirmi senede bir darbe yaşayan bu millet ve bu devlet hala ayakta ise bu milletin Osmanlı geleneğinden devralmış olduğu kutsal devlet anlayışına borçludur.
Evet, şu da unutulmamalıdır ki.
Dünya tarihi boyunca despotlar, tiranlar, diktacılar, ihtilalciler hep devrim adı altında darbe yapmış ve bir darbe, diğer bir darbe ile tarihe karışmıştır.
Önemli olan ülkeler işgal etmek değil.
Gönüller fethetmektir.
Oda geçmişine saygı ve minnet ile mümkündür.
Tabi bunlar benim şahsi görüş ve tespitlerimdir.
Kabul etmemek noksan veya yanlış olduğunu düşünmek, hata veya günah değildir.
Bana göre hatadır.günah mıdır değil midir orasını bilemem.Vicdanıma danışıyorum günahtır diyor.
Din ve Biz
Din
bize
uymadı
biz dini
uydurduk
kendimize.
diyecek
yok
keyfimize.
kimse
dil
uzatmasın
dinimize.
Feyzi Kanra
Bugün astığım şiirimi tevafuken konuyla ilgili olduğu için izninizle sayfanıza asıyorum.
Necdet EREM
Önce yazıma gösterdiğiniz ilgi ve değerli yorumunuzdan dolay teşekkür eder, güzel şiiriniz için de tebriklerimi bildiririm.
Önemli bir konuya temas etmişsiniz;
Bende konu hakkındaki düşüncelerimi sayfama yazmakla beraber konunun bizzat muhatabı olduğunuzdan dolayı size de mesaj olarak gönderme gereğini his ettim.
Tekrar teşekkür ederim.
Evet, dini onun temel kaynağı olan Kitabullahtan, sonra onun insanlığa tebliğcisi, takdimcisi, bizzat tatbikatçısı olan peygamberinden ve dini hayata gerekli dikkat ve hassasiyeti gösteren alim ve fazıl zatlardan değil de! Nefsine uymuş, şeytana maskara olmuş, dini yaşamak için değil de sadece dinsiz kalmamak için kabul edenlerin din anlayışları, dini din olmaktan çıkarıp sadece vasıfsız bir kimlik belgesi konumuna indirgeyenler keyiflerine göre uydurmuş oldukları dini yaşarken sizinde temas ettiğiniz gibi dünya adına keyiflerine diyecek yok.
Din dünyanın ve dünya hayatının yaratıcısı tarafından konulmuş olan; cebri olarak her şeyin ve herkesin tabi olduğu,( tabiat kanunları dedikleri ) iradi olarak ise inananların kabul ederek yaşadıkları ve yaşamları adına taahhütte bulundukları ilahi sistemin adıdır.
Onu değiştirdiğini zan edenler onu değil kendi doğrularını yanlışları ile değiştirdiklerinin farkına değiller veya farkında olmalarına rağmen dinin sahibi her şeye nigehban olan onların düşünceleri henüz hayallerinde teşekkül etmeden onu bilen Allah’ı aldattıkları ALDANMIŞLIĞI İÇİDE OLANLNARDIR.
Allah onları içinde bulundukları gafletten, çevrelerindeki insanları da onlara aldanmaktan muhafaza buyursun.