- 1830 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Değirmencinin oğlu
Kuytu bir orman varmış. Huzur dolu bir sessizlik içinde kuşların cıvıltıları duyuluyormuş. İki dağın arasından bir şelale akıyormuş. Ben diyeyim beş metre sen de on beş metre. Şelalenin döküldüğü yerde bir eski değirmen bulunuyormuş. Tahta tekerlek suların hareketiyle dönüyormuş. Değirmenin içinde değirmenci ve iki oğlu yaşıyorlarmış. Oğlanların biri on yedi, birisi on dokuz yaşlarında kadarmış. Büyük olanın adı Rüstem, küçüğün adı Seyfi imiş. Çok küçükken annelerini kaybetmişler. Tek bildikleri yer burası imiş. Dünyadan habersiz yaşayıp gidiyorlarmış.Her gün bazı insanlar sırtlarında çuvallarla değirmene geliyorlarmış.Getirdikleri buğdaylar öğütülüp un olunca üç beş kuruş verip gidiyorlarmış.Yaşananların hepsi bundan ibaretmiş.Her gün aynı şeyler yaşanıyormuş.Her gün bir öncekinin tekrarıymış sanki.
Değirmencinin küçük oğlu bu duruma için için üzülüyormuş.Bir gün babasının boş bir zamanını fırsat bilip babasına konuyu açmış.Genç:_Babacığım,hayatımız çok sıkıcı ve monoton geçiyor.Ben buna daha fazla dayanamıyorum.Buralardan gitmek istiyorum.”demiş.Babası:”A oğul,bir kuş yavrusu uçmayı öğrenir,yuvadan uçup gitmek ister,ona dur demek ne fayda…”diye karşılık vermiş.Bunun üzerine oğlan hazırlığını yapıp babasından ve kardeşinden ayrılarak yollara düşmüş.Az gitmiş,uz gitmiş,dere tepe dümdüz gitmiş.Geriye dönüp baktığında bir de ne görsün?Bir arpa boyu bile yol gidememiş.
Seyfi böyle yürüyüp durmaktan bıkmış usanmış.Patlamış çarıklarından fırlayan ayakları kanıyormuş.Derin bir iç geçirmiş:”Ah!ah!yoksa yuvamı terk etmese miydim?Şimdi ben ne yapacağım?”diyerek pişmanlık duymaya başlamış.O anda birden bire gökyüzü kararmış.Korkunç çatırdılar duyulmaya başlamış.Sanki gök deliniyormuş.Delikanlı yaşlı bir ağacın kovuğuna sığınmış.
Bir çift göz kendisine dikkatlice bakıyormuş.Islak minik bir burun titriyormuş.İki kazma diş kıpırdamaya başlamış:”Burada ne arıyorsun?”demiş.Genç kekeleyerek:”Ama sen! sen!…konuşuyorsun.”deyince tavşan:”elbette konuşurum…bunda şaşıracak ne var?”demiş.Meğerse burası tavşan ailesinin yuvasıymış.Genç fırtınadan korktuğunu ve buraya sığınmak zorunda kaldığını anlatmış.Tavşan:”Yolculuk nereye?Genç:”yolculuğa çıktığımı nereden anladın?”Tavşan:”Küçük tahta valizinden.”dedikten sonra ona aç olup olmadığını sormuş.Genç:”Hem de kurtlar gibi açım!”demiş.Fakat tavşan bu cevabın içinde geçen kurt kelimesini duyunca geriye doğru bir adım sıçramış.Çünkü kurt onun en çok korktuğu hayvanmış.Gence:”Kurtlar en büyük düşmanımızdır.Bizi ellerine geçirirlerse bir lokmada yutuverirler.”derken heyecandan nefesi kesiliyormuş.Delikanlı:”Korkma küçük tavşan.Ben varken sana ve ailene ne kurt ne de başka bir hayvan zarar veremez.Buna asla müsaade etmem.” derken tüfeğini göstermiş.Gece karşısına vahşi hayvanlar çıkarsa diye yanında çıra da taşıyormuş.Çünkü onlar ateşten ürküp kaçarlarmış.
Tavşan rahat bir nefes almış.Fakat yine de bir daha o korkunç kurdun adını ağzına almamasını da tembihlemeyi unutmamış.Genç az önceki sözün ne kadar aç olduğunu anlatmak için söylenen bir deyim olduğunu açıklamış,ama tavşanın hatırı için bir daha asla bu adı söylememeye söz vermiş.
Hava düzelince değirmencinin oğlu tavşan ile vedalaşıp yoluna devam etmiş.Gide gide bir köye varmış.Köyün kenarından bir ırmak geçiyormuş.Delikanlı bir adım daha atamayacak kadar yorgunmuş.Irmağın kenarına oturmuş.Burunları delinmiş postallarını çıkarmış.Çoraplarının yırtık yerlerinden şişmiş parmakları görünüyormuş.Çoraplarını da çıkarıp atmış bir kenara.Ateş gibi yanan ayaklarını ırmağın serin suyuna sokmuş.O sırada küçük bir balık suyun içinden başını uzatmış.Genç hemen uzanıp bir hamlede balığı yakalamış.Balık:”Bana acı insanoğlu!”diye ağlamaya başlamış.Oğlan çok şaşırmış,gözleri fal taşı gibi açılmış.Balığa:”Sen konuşuyorsun,benim bildiğim balıklar konuşmaz.onların hisleri yoktur.İnsanlar onları yesin diye yaratılmışlardır.Ben de birazdan ateş yakıp seni bir güzel kızartıp afiyetle yiyeceğim.”demiş.Balık:”Hayır!lütfen beni bırak.Ailemle vedalaşayım,ondan sonra beni yersin.”demiş.Genç balığın sözüne inanıp onu salıvermiş.Balık da hızla kaçıp ırmağın sularına karışmış gitmiş.
Seyfi balığın sözüne kanıp bıraktığı için çok pişman olmuş.Midesi guruldamaya,gözleri kararmaya başlamış.Çoraplarını ve postallarını giyinip ayağa kalkmış.Yürümeye başlamış.Az ilerde bir çeşme varmış.Çeşmenin başında birkaç genç kız sıraya girmişler.Ellerindeki kovalara su doldurup gidiyorlarmış.
Tam o sırada tozu dumana katarak bir atlı yaklaşmış.Atın üstündeki adam aşağı atlamış,çeşmeden su dolduran kızlardan birini kolundan yakalamış,bir eliyle de sıkıca ağzını kapamış.Orada bulunanlar ne oluyor demeye kalmadan kızı atın üstüne atıp kaçırıvermiş.Seyfi bu olanları ağzı bir karış açık izliyormuş.Kızlar ona dönerek:”Ne olur yardım et ona.Muhtarın kızıdır o.Bu adam onunla evlenmek istiyor.Babası vermeyince zorla kaçırdı.”diyerek feryat figan etmeye başlamışlar.
Seyfi değirmende doğup büyüdüğü için kötülük nedir bilmiyormuş,dünyada olup bitenlerden hiç haberi yokmuş.Ben nasıl yardım edebilirim ki?diye kendi kendine soruyormuş.Tüfeği varmış ama onu bir iki hayvan avlar karnımı doyururum diye yanında taşıyormuş.
Seyfi o zavallı kıza yardım edemediği için çok üzgünmüş.Başı yerde yürümesine devam etmiş.Birkaç adım atınca yerde bir cisim gözüne çarpmış.Bu bir madalyona benziyormuş.Genç madalyonu açınca içinde o kaçırılan kızın resmini görmesin mi?O anda yüreğine bir ateş düşüvermiş.Kız dünyalar güzeliymiş.Demek ki adamın elinden kurtulmak için çabalarken düşürmüş.
Seyfi kızı kaçıran adamın atının ayak izlerini takip etmeye başlamış.İzler bir dağa doğru gidiyormuş.İzleri sürerek saatlerce yol almış.Açlığını torbasından çıkardığı kuru ekmek ve birkaç zeytinle yatıştırmaya çalışmış.Düşe kalka yoluna devam etmiş.Dağa ulaştığında bir mağaranın ağzından süzülen ince bir duman dikkatini çekmiş.O tarafa doğru yönelmiş.Gizlice yaklaşmış.At mağaranın önünde bağlıymış.Seyfi yavaşça atın terkisinden kelep yapılmış halatı almış.Omzuna takmış.Mağaradan sesler geliyormuş.Bir kız adeta inliyormuş.Adam kıza homurdanarak bir şeyler söylüyormuş.
Seyfi bir kolunda tüfeği,diğer kolunda halat olduğu halde mağaradan içeriye süzülmüş.Biraz ilerleyince gözleri karanlığa alışır gibi olunca yerde yanan ateşi ve ateşin arkasında eli kolu bağlı,ağzı bir bezle sıkıca bağlanmış kızcağızı görmüş.Adam Seyfi’ye arkası dönük vaziyette ayakta duruyormuş.Seyfi bir kedi gibi ağır ağır yaklaşmış.Kız onu fark etmiş.Parmağını ağzına götürerek kıza sessiz olması gerektiğini işaret etmiş.Adamın tam arkasına gelince bir eliyle tüfeği adamın sırtına dayamış,diğer eliyle de boynundan yakalamış.”Kıpırdarsan tüfeği ateşlerim.”demiş.Adam neye uğradığını şaşırmış.Seyfi adamın silahına davrandığını görür görmez adamın sağ bacağının arkasına bir tekme atmış.Adam yere kapaklanınca kollarını yakalamış ve ellerini halatla arkasında bağlamış.Sonra da kızın ağzını bağladığı bezi çözmüş ve bu kez adamın ağzına bağlamış.
Bütün bunlar olup bittikten sonra kızın ellerini ayaklarını çözmüş.Onu atın üzerine güzelce oturtmuş.Kendisi de kızın arkasına oturmuş.Adamı halatla ata bağlamış.Adam tökezleyerek arkadan gidiyormuş.Gide gide köye yaklaşmışlar.Kızın babası jandarmaya haber verdiği için her tarafta kızı kaçıran suçluyu arıyorlarmış.Karşıdan gelen kalabalık Seyfi’ye doğru yaklaşıyormuş.Jandarmalar Seyfi’nin çok büyük bir iş başarmış olduğunu görünce hemen onların etrafını sarmışlar.Adamı jandarmaya teslim eden genç, kızla ve babasıyla vedalaşmak istemiş.Kızın babası:”Dur bakalım delikanlı,nereye?”demiş.Seyfi mahcup:”Eski değirmendeki evime,babamın ve kardeşimin yanına döneceğim.Buralar bana göre değil.Eskiden değirmendeki hayatımın çok sıkıcı olduğunu düşünüyordum.Meğerse onlar hayatımın en mutlu günleriymiş.Orada tüm kötülüklerden uzak ne mutlu yaşıyormuşum.Değerini bilememişim.”demiş ve arkasını dönerek gitmeye hazırlanmış.
Muhtar bu gencin dürüstlüğüne temiz kalbine hayran kalmış.Onun böyle gidivermesine gönlü razı olmuyormuş.Tekrar arkasından seslenmiş.”Hey delikanlı,adın ne senin?”diye sormuş.Genç:”Seyfi efendim.”demiş.Muhtar:”Bak Seyfi oğlum,kızımın hayatını ve namusunu sana borçluyum.Dile benden ne dilersen,işse iş evse ev ne istersen veririm.bu köyün en itibarlı insanı benim.”deyince Seyfi:”Bana hiçbir borcunuz yok efendim.Benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı.Bu insani bir görevdir.Yapılan her iyiliğin mükafatını yalnızca Allah’tan beklememiz lazım.Babam daima bana öyle söylerdi.”Oğlum,iyilik yap denize at,balık bilmezse Halik bilsin derdi,ben de bu yaptığımı denize yolluyorum.” diyerek yoluna devam etmiş.
Seyfi geldiği yollardan geri dönerek evine doğru yaklaşmış.İlk yola çıktığında uğradığı ırmağın kenarında biraz dinlenmek istemiş.”Bu sefer ayakkabılarımı çıkarmama gerek yok,nasılsa eve varınca kazanla bir su ısıtır sıcacık bir banyo yaparım.Şimdi yemek vaktidir.Babam bir güzel çorba pişirmiştir yanında da bulgur pilavıyla kuru soğan,değme keyfime o zaman…”diye yüksek sesle düşünüyor,hayaller kuruyormuş.
O böyle hayallere dalmış düşünüp dururken “şıpırt!”diye bir ses duyulmuş.Seyfi başını sesin geldiği yöne doğru çevirince bir de ne görsün?Ailemle vedalaşayım sonra gelirim diye kendisini kandırıp atlatan balık tam karşısında değil miymiş…suyun içinden başını uzatmış ona bakıyor ve “Ailemle vedalaştım,artık beni yiyebilirsin.Fakat önce sana söylemek istediğim çok önemli bir şey var.”diyormuş.Seyfi, bu küçücük yaratığın bana söyleyebileceği çok önemli söz ne olabilir ki diye merak etmiş.Balık:”Biraz evvel pamuk gibi bembeyaz tüylü,dik kulaklı kazma dişli bir tavşan nefes nefese yanıma geldi.”Buralarda deniz var mı?diye sordu.Ben de “Deniz yok ama ırmak var,olur mu?deyince bana parlak yeşil kağıda sarılmış bir hediye paketi uzattı.Paketi açtığımda içinden beyaz bir kağıt çıktı.Kağıtta şunlar yazıyordu:Seyfi isimli genç bu gün bir genç kızı kötü bir adamın elinden kurtardı.Kızın babası onu ödüllendirmek istedi.Ama o bu teklifi geri çevirdi.Yaptığı iyiliğin karşılığını yalnızca Allah’tan bekledi.İyilik yap denize at dedi.Bu paket Seyfi’nin yapmış olduğu iyiliktir.Lütfen onu suya atınız.
Balık kağıtta yazılı olanları Seyfi’ye okuduktan sonra :”Haydi şimdi hazırım,beni yiyebilirsin.”diyormuş.Seyfi balığın bu saf haline gülümsemekten kendisini alamamış.Üstelik onun yalancı olduğunu düşünmüş olduğu için de şimdi kendisine kızıyormuş.Ona:”Balık kardeş,senin beni kandırdığını sanmıştım ama çok yanılmışım.Ben seni yemekten çoktan vazgeçtim zaten.Bulgur pilavıyla tarhana çorbası neyime yetmiyor.Var git çoluk çocuğunla mutlu ol.Ben de ailemi çok özledim.Hoşça kal!”diyerek ayağa kalkmış evine doğru yürümeye başlamış.
Babası ve abisi Seyfi’yi karşılarında görünce sevinçle boynuna sarılmışlar.Babası:”Oğul,gittiğinden beri lokmalar boğazımızdan geçmez olduydu.Gel ağız tadıyla bir yemek yiyelim hele.”dedikten sonra sofra bezini yere yaymış.Üstüne tahta sofrayı koymuş.Tarhana çorbasının dumanı mis gibi tütüyormuş.Büyük bir iştahla güle söyleye yemeklerini yemeye başlamışlar.
Birden kapı hızlı hızlı çalınmış.Seyfi’nin abisi:”Sen rahatça yemeğini ye kardeşim,ben bakarım.”demiş.Birkaç dakika sonra gelenleri içeriye buyur etmiş.Seyfi bu ziyaretçileri tanıyormuş.Muhtarla kızıymış bu misafirler.Seyfi onları görünce fırlayıp ayağa kalkmış.Seyfi’nin babası:”Hoş geldiniz,Safalar getirdiniz,Allah ne verdiyse bölüşelim,ekmeğimizi aşımızı paylaşalım,”demiş.Onlar karınlarının aç olmadığını söyleyerek sedirin kenarına ilişmişler.Harun emmi büyük oğluna dönerek:”Rüstem,misafirlerimize birer tas ayran getir de içleri ferahlasın.”demiş.
Rüstem ayranları getire dursun,muhtar:”Sebebi ziyaretimiz,Oğlunuzun bize yapmış olduğu bir iyilikten ötürü size teşekkür etmek için gelmiştik.”demiş.Olanları en ince ayrıntısına kadar anlatmış.Muhtar babasına bunları anlatırken Seyfi renkten renge giriyor,çok mahcup oluyormuş.Muhtar ,Seyfi’nin yaptığı iyiliğe karşılık bir ödül kabul etmediğini ,fakat kendisinin ona mutlaka bir ödül vermek istediğini söylemiş .Harun emmi:”Her iyiliğin karşılığını ancak Allah verir.Ancak onun rızasını almak için yapmak lazım.”demiş.
Muhtar:”Biliyorum Harun emmi,Fakat benim içim rahat etmez,bu yüzden Seyfi’ye yanımda bir iş vermek istiyorum.”demiş.Harun emmi:”Seyfi çuval taşımaktan ve buğday öğütmekten başka iş bilmez ki.”deyince muhtar:”Okuma yazması var mı?”diye sormuş.Babası:”İlk okulu bitirdiydi.”diye cevap vermiş.Muhtar:”Tamam o zaman.Bana evraklarımı hazırlarken yardım eder,Ben yokken etrafa göz kulak olur.Ondan daha çok güvenebileceğim kimi bulayım.”demiş.
Böylece Seyfi muhtarın yardımcısı olarak çalışmaya başlamış.Muhtar onun çalışkanlığından ve dürüstlüğünden çok memnunmuş.Seyfi mahcup,terbiyeli bir gençmiş.Gizli gizli muhtarın kızına gönül vermiş.Ama bunu ne kendi babası ne de muhtar biliyormuş.Kız da Seyfi’ye aşıkmış,için için yanıyormuş.
Gel zaman,git zaman bu sevda gittikçe büyümeye,yüreklere sığmamaya başlamış.Fakat Seyfi de kız da babalarına tek kelime edemiyorlarmış.Birbirlerini gördükleri zaman dilleri dolaşıyor,dizlerinin bağı çözülüyormuş.Fakat durumu bilmeyen babaları bunun açlıktan ve yorgunluktan olduğunu sanıyorlarmış.Gençler çaresiz bir şekilde kalplerinde saklıyorlarmış bu sevgiyi.
Günlerden bir gün Harun emmi büyük oğlu Rüstem’e:”Oğul,ben artık iyice yaşlandım.Sen ve kardeşin evlenme yaşını geçmek üzeresiniz.Bir an önce yuva kurduğunuzu görmek,torunlarımı kucağıma alıp sevmek benim de hakkım.Sizleri baş göz etmeden ölürsem gözlerim açık gidecek.”demiş.Rüstem:”Babacığım,bir düşündüğünüz mü var?”diye sormuş.Harun emmi:”He,var ya,olmaz olur mu,hem de pek yakınımızda,ben seni muhtarın kızı Aysema ile evlendirmeyi düşünüyorum.”deyince Rüstem:”Babacığım,sen neler söylüyorsun,ben onunla evlenemem.”demiş.Babası:”Evlenemez misin?Ne güzel kız,hem de babası en yakın arkadaşım.”diye karşılık vermiş.Rüstem:”Babacığım,ben başka birini seviyorum.Bakkal Mehmet efendinin kızı Gülizar’ı seviyorum.”deyince Harun emmi iyice şaşırmış.Rüstem:”Ama ben Muhtarın kızıyla evlenmek isteyecek başka birini tanıyorum ,kardeşim Seyfi!”diyerek gülümsemiş.
Harun emmi:”Seyfi mi?Aman Allahım!yoksa…yoksa…”
Rüstem gülerek:”Evet babacığım,anlamadın mı?Seyfi Aysema’ya aşık.”demiş.
Harun emmi şaşkın bir halde bir süre donup kalmış.Sonra yavaş yavaş,zihnindeki sis perdesi aralandıkça Seyfi ‘nin dalıp dalıp gitmeleri,kızı her görüşünde bardağı çanağı kırıp dökmeleri,ocakta yemeği unutup yakışı,sütü taşırışı aklına gelmeye başlamış.Adamcağız kendi kendine:”Allah Allah,şu işe bak,kime niyet kime kısmet,muhtar ne diyecek bu işe?”diye söylenip duruyormuş.Rüstem:”Babacığım,eğer rızan olursa çifte düğün yaparız,olur mu?”diye soruyormuş ama Harun emmi onun söylediklerinin bir kelimesini bile duymuyormuş
Aradan böyle bir hafta mı desem bir ay mı,bir ilkbahar mı desem,bir sonbahar mı? Böyle bir süre geçmiş.Günlerden bir gün Seyfi başını eğmiş evraklarla uğraşıyormuş.Usulca yanına yaklaşan muhtarı fark etmemiş.Muhtar Seyfi’ye:”Evladım,az dinlen.Haydi ikimize bol köpüklü birer kahve yap da şöyle karşılıklı bir içelim.”demiş.Seyfi yerinden ok gibi fırlamış.Birazdan elinde köpüklü kahvelerle geri dönmüş.
Muhtar bu utangaç oğlanın ağzını arıyormuş.Seyfi’ye”:Ee! oğlum ,evlenme çağın gelmiş geçiyor,şöyle gönlüne göre münasip bir kız var mı düşündüğün?”diye ortaya bir soru atmış.Fakat Seyfi o kadar utangaç bir gençmiş ki dili dişi kilitlenmiş.Sus pus olmuş iyice.Yüzü kıpkırmızı vaziyette başı önünde duruyormuş.Adamcağız bu oğlanı konuşturmanın bir yolunu arıyormuş.Sonunda aklına başka bir parlak fikir gelmiş.Gence:”Benim kıza da görücüler gelmeye başladı.Şöyle dürüst,namuslu,eli iş tutan,helal süt emmiş biri çıkarsa vereyim gitsin diyorum ha,sen ne dersin evlat?”deyince oğlanın elindeki kahve fincanı şıngır şıngır ötmeye fincandaki kahve gencin bembeyaz gömleğine dökülmeye başlamasın mı?Muhtar artık şüphelerinden iyice emin olmuş.Ama yine de gencin kendisinin itiraf etmesini istiyormuş.
Birden bire gencin dili çözülmüş:”Muhtar emmi,Aysema ‘yı isteyenler mi var?Ama…ama…onu vermeyin…lütfen!”demiş ve yine tıkanmış.Muhtar onu yüreklendirmek için:”Neden vermeyeyim oğlum,devam et…”diyormuş.Genç daha fazla dayanamamış ve en sonunda kıza olan büyük ve çaresiz aşkını itiraf etmiş.Seyfi:”Ben kızınıza sevdalandım.Onu ilk gördüğüm günden beri seviyorum.Ama söyleyemedim.”Muhtar:”Niçin söyleyemedin?”Seyfi:”Çünki,önümde abim var,o dururken benim evlenmem imkansız,sıramı beklemek zorundayım.”derken ağlamaya başlamış.Muhtar bu saf kalpli,yufka yürekli genci teselli edemiyormuş bir türlü.
Akşam olmuş.Seyfi muhtarın yanından ayrılıp evine dönmüş.Babası ve ağabeyi onu çok neşeli karşılamışlar.Ama Seyfi ağlamaktan şişmiş gözlerle ve öne doğru eğilmiş başıyla çok perişan görünüyormuş.Onlara güçlükle selam verdikten sonra başının ağrıdığını, uyuyacağını söyleyerek odasına çekilmiş.
Ağabeyi Seyfi’nin odasının kapısını tıklatmış.Seyfi yatıyormuş fakat uyumuyormuş.Yine sessiz sessiz ağlıyormuş.Rüstem yavaşça kapıyı açıp içeri girmiş.Seyfi’nin yatağına yanaşmış.Sonra eğilerek onun başını okşamış ve:”Seninle konuşmak istediğim bir konu var kardeşim.Babamla konuştuk senin de bilmen gerekiyor.”demiş.Seyfi uyumuş gibi yapıyormuş.Ağabeyi konuşmasına devam etmiş:”Ben bir kızı seviyorum.Bakkal Mehmet efendinin kızı Gülizar’ı.Onunla evlenmek istediğimi babama söyledim.Senin de muhtarın kızı Aysema’yı sevdiğini biliyorum.”deyince Seyfi yataktan fırlamış ve:”Nerden biliyorsun,ben bunu kendi yüreğimden bile gizledim!”diye heyecanla bağırıvermiş.Ağabeyi gülerek:”Anlamamak için ne olmak lazım bilmiyorum fakat senin o gizlediğini sandığın şeyi herkes biliyor zaten.Ah bir de sen itiraf edebilsen!”derken elini kardeşinin omzuna koymuş.Seyfi:”İtiraf etmek mi?ettim bile hem de kime biliyor musun,sevdiğim kızın babasına!”diye coşkulu bir sesle konuşuyormuş.
Harun emmi oğullarının ikisinin de sevdikleri kızlarla evlenmelerini ve çok mesut olmalarını istiyormuş.Önce büyük oğlana bakkalın kızı Gülizar’ı istemeye gitmişler.Bakkal Mehmet efendi de zaten onların birbirini sevdiğini anlamışmış.Kızını Rüstem’e vermeyi kabul etmiş.Daha sonra muhtar emmilere gitmişler.Muhtar emmi ,onları ellerinde çiçeklerle kapıda görünce her şeyi anlamış.Harun emmi daha:”Allahın emri peygamberin kavli…”demeye kalmadan,gençlere bakarak:”Onlar karasevdaya tutulmuşlar,ben de verdim gitti.”deyince herkes neşeyle gülmeye başlamış.
Kırk gün Rüstem için kırk gün de Seyfi için olmak üzere toplam seksen gün seksen gece düğün yapılmış.Değirmende un bol olduğu için bol bol gözlemeler yapılmış.Ayranlar içilmiş.Çalmışlar söylemişler,gülmüşler eğlenmişler.Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.Gökten üç nar düşmüş.Biri Rüstem’in başına,biri Seyfi’nin başına biri de bu masalı uyduranın başına.
Gülhan Çeliktaş