- 515 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
.
"Önder abi be.. Sen bu işlerden çakarsın. Şu bizim kıza şöyle okkalı bir mesaj yazsan da? Hani aramız gene limonide biliyor musun?"
Önder’in arkadaşları arasındaki ismi "Cankurtaran’a" çıkmıştı. Arkadaşları gönül işlerinde ne zaman dara düşüp, tökezleseler hemen onu arar bulurlardı. O’da, onları kırmaz, cep telefonlarından onların ağızlarındanmış gibi, kızların aklını başından alan, ayaklarını yerden kesip, her birini sarayın prensesi hissettiren yazılar yazardı. Hoş bu mesajların doğal olarak ardı gelmeyince işler daha da beter olurdu ya neyse. İşte, Önder’in kendini keşfetmesi bu olaylardan sonra başlamıştı. Yani edebiyata olan yatkınlığının, yani şiir ya da hikayeler yazabileceği yeteneğinin olduğunu fark etmesi. Fakat her ne kadar yeteneği olsa da,bu konularda hiç bir teknik bilgisi yoktu. O yüzden yazdığı ilk şiirler tren rayları gibi uzayıp gidiyordu. Hele yazdığı hikayeleri insanlar hep soluksuz okuyordu, çünkü hiç birinde nokta ve virgül olmuyordu. Ayrıca yazılarının çoğunu bilgisayarda yazmasına rağmen, bilgisayar o kadar çok imla hatası buluyordu ki, kırmızı uyarı çizgileriyle yazı adeta gelincik tarlasına dönüyordu. Bundan dolayı en sonunda da bilgisayar da pes edip, Önder’i böyle kabul etmişti. Ancak çok zaman sonra anlayabildi, şiir yazmanın "öz, söz, köz" mantığına dayandığını. Ve ancak çok zaman sonra hikayelerine konuk oldu, betimlemeler, imgeler ve etkili karakterler.
Bir süre sonra Önder yazma konusunda oldukça başarılı eserler sergilemeye ve yeteneğini konuşturmaya başlamıştı. Bu arada yazma konusundaki tercihini hikaye ve romandan yana kaydırmıştı. Şiir yazmak onun için çok kolay gibi gözükse de, aslında daha zordu. Çünkü kısacık yazıya anlam yüklemek ve etkili olmak kolay değildi. Ama hikaye veya romanların da düşüncelerini, hislerini, meramını ve kelamını daha iyi anlatabiliyordu.
Önder yazdığı şiirleri ve hikayeleri önce yakın arkadaşlarına ve en başta, zorla olsa da eşi Leyla ve on üç yaşındaki kızı Elif’e okutturuyordu. Elif, babasının baş okuyucusuydu. Leyla da her ne kadar Önder’in yazılarını ilk başlarda biraz hevesle okusa da, daha sonraları sıkılmış, hatta bir keresinde, şiirini kendisine zorla okutturmak isteyen Önder’e,
"Offf.. Allah aşkına yeter artık bu ne ya... Yok tuvalette ses duydum ilham geldi, yok banyoda suları gördüm ilham geldi, yok rüyamda kuş gördüm ilham geldi. Yeter artık ya.. Evin her tarafı kırpık kırpık kağıt doldu. Allah aşkına kimin tuvaletinde, banyosunda kağıt kalem asılı? Sen var ya, bize bile bu kadar vakit ayırmıyorsun Sanki yazı yazıyorsun diye millet sana madalya takıyor, para veriyor." diye bir sürü sitemde bulunmuştu. Bu moral bozan söz bombardımanı her ne kadar Önder’in çok ağrına gitse de, o yazma şevkini yine de kaybetmemişti. Çünkü yazmak artık onun için hava kadar, su kadar vazgeçilmezdi. Belki de hayatındaki en büyük heyecan olmuştu.
Önder yazdıklarını genelde internetteki Edebiyat sitelerinde yayınlıyordu. Ama en büyük isteği "Eylül" adlı romanını bastırıp kitap haline getirmekti. Bu amaçla, içinde bin bir hevesle gittiği yayınevlerinden hep hayal kırıklığı içinde dönmüşü. Çünkü hepside "Ancak para karşılığında romanını basarız" demişlerdi. Fakat şu aralar bu işe ayıracak parası yoktu. Öte yandan bu romanı çıkaramazsa bu da için de büyük bir uhde olarak kalacaktı. O yüzden ne olursa olsun, borçlansa da bu romanı bastıracaktı. Araştırmalarının sonunda bu işi en ucuza yapacak bir yayınevi buldu. Yayınevi her ne kadar "Bin kitaptan aşağı olmaz, şu fiyattan aşağı olmaz" dese de, Önder’in samimi ısrarı üzerine beş yüz adet kitabı bin liraya basmaya ikna olmuştu. Bu arada kitaplardan dört yüz elli adetini Önder alacak, geri kalanı da yayınevi reklam yapmak için dağıtacaktı.
Akşam eve geldiğinde Önder’in yüzündeki mutluluk Leyla’nın gözünden kaçmadı.
"Ne o Önder! Hayırdır? Ağzın nerdeyse kulaklarına değecek"
"Leyla bugün çok mutlu olduğum bir olay oldu biliyor musun?"
"Hayırdır ne oldu? Patron en sonunda zam mı yaptı maaşına?"
"Yok canım ne alakası var zamla, mamla. Hemen para muhabbetine giriyorsun . Hani şu benim Roman vardı ya "Eylül". İşte onu kitap olarak basacaklar"
"İyi. Hadi bakalım hayırlı olsun, olsunda peki parasız mı basacaklar bu adamlar?"
İşte bu soru Önder’in canını sıktı. Çünkü Leyla zaten son zamanlarda yazı yazmasına sinir oluyordu artık. Bir de parasal sıkıntı çektikleri şu günlerde para verip, kitap bastırdığını öğrense sürekli başına ekşiyip durur, bundan sonrada yazmak için zerre kadar ilham bulamazdı.
"Tabi ki parasız basacaklar.” Dedi Önder “Adamlar romanımı çok beğendi."
Gece yatakta, Önder halen basılacak romanının heyecanını yaşıyor, hiç tanımadığı insanların kitabını alıp okuduklarını ve kendisini nasılda tebrik ettiğini hayal ediyordu.
İşin garip tarafı bu romanı eşi hiç okumamıştı. Aslında kendisi okutmamıştı ona. Kırgınlığı vardı.Hiç bir yazısını artık okutmayacağına kendi kendine söz vermişti. Ama şu an o kadar coşkuluydu ki Leyla’ ya dönüp, "Leyla hadi şu romanıma bir göz at bakalım sen de beğenecek misin?" diye sordu. Leyla önce kocamanca bir esnedi. Sonrada "Ya acayip bir uykum var" diye sallamak istedi ama, Önder’in yüzündeki ısrarı görünce “İyi hadi getir de bir bakayım" dedi. Önder hemen koşup romanını getirdi. Sonrada uyuyormuş gibi yapıp Leyla’nın yüzündeki mimiklerden romanını beğenip, beğenmediği kontrol etmeye başladı. Leyla gelişi güzel sayfaları karıştırıyor, ilgisini çeken yerleri dikkatle ve tebessümlerle okuyordu. Tam bu sırada, Leyla’nın yüzü birden büzüştü! Nefes alış verişleri hızlandı. Gözlerinde her an patlayacak birisinin ruh hali belirdi! Az önce Leyla’yı büyük bir keyifle izleyen Önder yutkunmaya başlamış, rengi atmıştı. Kafasından "Acaba bizim Leyla hangi sayfayı okuyor ki bu kadar gerildi" diye düşündü. Leyla titreten elleriyle diğer sayfayı çevirip okumaya devam etti,
......"Genç adam karısının en yakın kız arkadaşına gönlünü kaptırmış, yazdığı birbirinden güzel şiirlerle genç kızın kalbini çalmayı başarmıştı...."
Leyla bu satırları zorlukla okuduktan sonra elindeki kitabı yere fırlatarak "Sen ne haltlar karıştırıyorsun" diye Önder’e hışımla bağırdı. "İnsan yaşamadığı şeyleri nerden bilip yazacak ki? Sen kesin bir haltlar yiyorsun." dedi öfkeyle. O gecenin sabaha sarkan saatlerinde, Önder zor da olsa böyle bir şeyin olmadığını ve bunları sadece hayal ederek yazdığına inandırmıştı Leyla’ya. İnandırmıştı ama Leyla yine de geceyi kızı Elif’in yanında geçirmişti.
Yirmi gün sonra, Önder yayınevinden içeri girerken ayakları nerdeyse yere basmıyordu. Romanı basılmıştı. Yüzünde inanılmaz bir mutluluk vardı. Eline aldığı romanın, ön ve arka yüzünü dikkatle incelerken gözleri ışıl ışıl parlıyordu. En büyük hayaliydi "Eylül"ü bastırabilmek.
Önder romanlarından dört yüz elli adedini taksiyle eve getirip, salondaki masanın üzerine dizdi. Kızı Elif’i de kucağına alarak bir süre onları gurur ve mutlulukla seyretti. Gecenin ilerleyen saatlerinde yatağından sessizce kalkan Önder, salona girip yeniden romanlarına, küçük bir çocuğun bayramlık elbisesine baktığı gibi tarifsiz bir sevinçle baktı. Ama bir süre sonra aklına gelen bazı düşünceler canı sıktı! Bunları bastırmak için yayınevine bin liralık senet imzalamıştı. Ve vadesi de çok kısaydı. Romanları bir an önce satıp parasını ödemeliydi.
Önder kitaplarını ilk önce yakın arkadaşlarına satmak istedi. Ama verdiği altı kitabın parasını istemeye utandığı için, onları hediye etmek zorunda kaldı.
Zaman geçiyor ve senedin ödeme günü daha da yaklaşıyordu. Ama Önder halen kitaplarını satamamıştı. Bundan bir kaç gün önce kendi semtinde ki kırtasiye ve kitapevlerini dolaşmış, açıkçası onlarda tanınmamış birisinin kitaplarını satmaya pek yanaşmamışlardı. Muhakkak bir çaresini bulmalıydı. Aklına kitaplarını işportada satmak geldi. Birden içinde bir ferahlık hissetti. Bu fikir onu umutlandırmıştı. Fakat kendi muhitinde satamazdı, kolu komşu arkadaşları görse hem onlardan para istemeye utanır, hem de dalga geçebilirlerdi. Ama başka semtlerde pek ala satabilirdi. Hemen kumaşçıdan iki metre siyah kadife aldı.
Ertesi sabah yere serdiği kadifenin üzerine kitaplarını koymuş, yanına da ilgi çekmesi için " Yazarından İmzalı Aşk Romanı" yazan bir karton levha koymuştu. Önünden geçen insanların kimileri ilgiyle kitabı eline alıp bakıyor, kimileri "Bunlar orjinal mi? Ya da" Bilmem şu yazarın kitabı da var mı? diye soruyorlardı. Tam o sırada çok kalabalık bir öğrenci gurubu Önder’in yanına yaklaştı. Öğrenciler ilgiyle "Eylül" adlı romanı incelemeye ve bir yandan da Önder’le sohbet etmeye başladılar. Önder’in şansı yaver gitmişti. Çünkü guruptaki öğrencilerin neredeyse tamamı bu kitaptan almak istiyorlardı. Önder titreyen elleriyle, ve içinden şükrederek kitapları bir bir imzalamaya başladı. Tam kitapları verip paralarını alacaktı ki, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu! Bir anda nereden çıkığını anlayamadığı zabıtalar kitaplarını paldır küldür toplayıp, zabıta arabasının arkasına doldurmaya başladılar..
O gün, saatler süren yalvar yakardan sonra ve kitapların korsan olmadığını anlattıktan sonra, zabıtanın elinden kurtardığı kitaplarla perişan halde eve döndü. Kitabını bastırmaktan dolayı duyduğu mutluluk, şimdi yerini acıya ve karamsarlığa bırakmıştı.
Elif gecenin bir yarısı tuvalete kalkmıştı. O sırada, gözüne salondaki masada duran babasının kitapları ilişti. Kendisi de daha doğru dürüst hiç okuyamamıştı bunları. Gözlerini ovalayarak bir tanesine aldı ve gelip yatağında okumaya başladı. Okurken yüzünde tebessümler oluşuyor, canı babasıyla gurur duyuyordu. Fakat bir süre sonra okuduğu bir bölüm içine büyük bir üzüntü ve karamsarlık verdi! Daha iyi anlamak için bu kez yeniden daha dikkatle okumaya başladı.
.........."Cennet öyle güzel bir yer ki, oradan daha güzel bir yer hiç olmamış. Her taraf alabildiğine yemyeşil çimenler, ve çimenlerin üzerinde birbirinden güzel rengarenk çiçekler ve çiçeklerin üzerinde gökkuşağının her rengine bürünmüş kelebekler. Her tarafta, içinden süt ve bal akan dereler. Ve bütün çocuklar cennete giderler. Orada anne babalarıyla sonsuza kadar yaşarlar."..............
Elif okuduklarını düşünüp, cenneti kafasında hayal etmeye başladı. "Anne ve babasıyla ne kadar mutlu yaşarlardı orada. İyi ama, ya büyüdüğünde! O zaman çocuk olmayacaktı ki! O zamanda cennette anne ve babasıyla birlikte olamayacaktı.." Bunları düşündüğünde minik kalbi hızla çarpmaya başlamış, büyük bir kedere kapılmıştı. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarında hızla kayıp yatağını ıslatıyordu. Kafası karmakarışıktı. "O zaman şimdi ölmeliyim. Çünkü annemi ve babamı çok seviyorum" diye düşündü. Bunları söylerken ağlıyordu. Hızlıca mutfağa gidip, buzdolabını açtı. Eline geçen ilk ilaçtan avucuna döküp hepsini içti. Sonrada yatak odasına gidip annesiyle babasının arasına girdi. Onlara hiç bir şey söylemeden ikisini de yanaklarından defalarca öptü..öptü..Ardından da babasının romanındaki cenneti hayal ederek uykuya daldı. Önder ve Leyla Elif’in bu durumuna önce şaşırsalar da, onun kötü bir rüya gördüğünü düşünüp, onlar da yeniden uykuya daldılar.
Sabaha karşı hastanede minik kızları Elif’in midesi yıkanırken, Önder’le, Leyla’nın gözyaşları sel olmuş gidiyordu. Önder titreyen dudaklarıyla sürekli “Allah’ım yalvarırım kızımızı bize bağışla. O daha çok küçük. O’nun yerine ne olur benim canımı al” diye sürekli dua ediyordu. Geceleyin yanlarına gelen Elif yarım saat sonra sürekli kusmaya başlamış. Ve ardından zor da olda babasına kitapta okuduğu o cennet bölümünden sonra ilaç içtiğini söylemişti. Doktorun söylediğine göre şanslıymışlar, çünkü Elif’in içtiği ilaçlar sadece vitamin haplarıymış.
Adli bir vaka için hastaneye gelen haber ajansının muhabiri, biraz merak, biraz da üzüntüyle karşısında ağlayan Önder ve Leyla’ya bakıyordu. Yanlarına gelerek “Geçmiş olsun” dedi. Sonra neden ağladıklarını öğrendiğinde önce onlara acıdı, ardından da yüzünde pekte belli olmayan mesleki bir gülümseme belirdi. Bu onun için çok iyi bir haber olabilirdi…”KÜÇÜK KIZ BABASININ ROMANINDAN ETKİLENEREK İNTİHARA KALKIŞTI”….
Bu haber akşam üstü yayınlanan TV ve Radyo haberlerine bomba gibi düştü. Muhabir çalıştığı ajans vasıtasıyla bütün görsel ve yazılı basına bu haberi faks geçmişti.
Önder ve Leyla şaşkınlık içinde bir yandan kızlarının telaşına düşmüşler, bir yandan da başlarına toplanıp kendileriyle röportaj yapmaya çalışan bir sürü muhabir ve kameramana cevap vermeye çalışıyorlardı. Bu arada TV de haberleri seyreden hastane personelinden bazıları, Önder’in yanına gelip resim çektiriyor ve kitabını nereden alabileceğini soruyor. Kimileri de “Yuh sana.. Acımadın mı yavruna? Böyle kitap yazılır mı?” diye kalaylıyorlardı.
Önder neye uğradığını şaşırmıştı! Hiç ummadığı ve istemediği bir şekilde kısa yoldan meşhur olmuştu.
Elif hastanede iki gün kaldı. Bu arada insanların tepkisi olumluya dönmüş, artık Önder’e tanınmış bir yazar edasıyla davranıyorlardı. En çokta kitabının hangi yayınevlerinde satıldığını soruyorlar, ama Önder buna karşılık hiçbir şey söylemiyordu. Çünkü topu topu ancak beş yüz adet bastırabilmiş, daha onların bile parasını ödeyememişti. Bu arada, kızının yaptığından kendini sorumlu tutan Önder’e bu ilgi ve alaka biraz da olsa iyi gelmişti.
Akşam üstü Önder’in cep telefonu çaldı. Arayan romanını basan yayınevinin sahibiydi. “Allah şifa versin” dedikten sonra Önder’e öyle bir teklif yaptı ki! Önder’in gözleri fal taşı gibi açıldı.Yüzünde kocaman bir tebessüm belirdi. Basında çıkan haberlerden sonra, kitapevleri, yayınevini aramış ve Önder’in “Eylül” adlı romanından yüklü miktarlarda sipariş vermişlerdi. Ve şu anda yayınevi sahibinin Önder’e yaptığı teklif “Yirmi bin adet basalım” dı. Aslında bu adet Önder’e çok iyi para kazandırır ve adının bu piyasada daha çabuk tanınmasını sağlardı. Önder düşünmek için izin istedi. Yayıneviyle sadece beş yüz kitap için anlaşmışlardı. Bundan sonra onun izni olmadan bu romanı yeniden basamazlardı. Kısaca “Eylül’ün telif hakkı kendisinindi artık.
Önder o gün hastanenin kafeteryasında saatlerce düşündü. Gerçekten paraya çok ihtiyacı olduğu bir zamandı şimdi. Yayınevine imzaladığı senedin günü neredeyse gelmişti. Bir de şimdi dünya kadar hastane masrafı çıkmıştı. Derin bir nefes çekti. Cebinden telefonu çıkarıp tam yayınevini arayacağı sırada bir on saniye kadar duraksadı! Dudakları o an belli belirsiz “Elif” diye mırıldandı.. Ve ardından yayınevini aradı.
“Alo… Ben Önder. Kitabın yeniden basılmasını istemiyorum haberiniz olsun.” Şimdi içinde derin bir huzur hissetti. “Ne para, ne şöhret bu romanı okuyup da yine aynı hareketi yapacak küçük bir candan daha önemli değil.” diye düşünmüştü.
YORUMLAR
Mustafa Kardeşim, yazınızda sanki beni tarif etmişsiniz. Masamın her tarafı notlarla dolu, benimde bilgisayardaki yazımın altına kırmızı çizgiler çizile çizile yazıyordum. Yavaş yavaş yazmayı öğreniyorum. Kitap daha bana çok uzak. Bu anlattıklarınızdan sonra, daha bir uzaklaştı. Yazın uzun olmasına rağmen, sıkılmadan okunabiliyor. Aynı duyguları paylaşıyoruz. Sanki yayın evleri emek çekip yazıyor ki, yazardan daha çok para istiyorlar. Bir eser yazması çok mu kolay. Tebrik ederim. Sevgiler...
Mustafa Sakarya
Evet Mustafa kardeşim... Kitap basma aşamasında olduğum şu günlerde, yazdıklarının çoğuyla karşılaştım. 1000 adet bastıracağım kitaba milyarlarca para verdim. anlaşmaya görede kitap başından % 20 alacağım. Yani bastıracağım kitabın zaten masrafını vermişim birde her kitaptan aldıkları kar payı % 80 yani kitabın satışı halinde on milyonun ...sekiz milyonunu yayın evi iki milyonunu yazar alıyor. bu demektir ki yazar hiç para kazanmıyor. O halde niye kitap çıkarıyoruz? yazan benim kitabın masrafını ödeyende ben ama kazanan yayın evi. Bana sorarsanız bu iş değil 3. kitabımı hazırlarken biraz düşünüyorum. emeğin karşılığı olmayacaksa edebiyat sevgisi buna baskın çıkmalı mı? kitap çıkaracak herkeze sesleniyorum.
Yaptığınız sözleşmeyi çok dikkate alarak okuyun kitap bastırma heyecenını yaşarken sonu hüsran olmasın. Güncel konuma parmak basan Mustafa kardeşimi can-ı gönülden kutluyor sevgilerimi sunuyorum...
Mustafa Sakarya
bir musubet bin nasihattan evladır..... çok güzel bir anlatım...tebrtikler ders veriyor..... saygılar
Mustafa Sakarya
Soluksuz okudum. Genç yazarlara müthiş bir örnek.
Çok duydum çevremde, internette, yaşam içinde "Bir kitabım olsun da ne olursa olsun" diyenleri. Hatta yayınevlerinin bu işi artık sömürü haline getirişine tanık bile oldum. İşte bu çarpık zincirle ilgili gerçekleri akıcı bir dille dile getirişiniz beni çok etkiledi. Belki de okuyanlara güzel bir ibret olacak yazıydı.
Tebriklerimle... Selamlar...