- 1551 Okunma
- 30 Yorum
- 0 Beğeni
YASAK ŞEHRİN AŞIKLARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şu sıralar binada herkes Fatma’nın halası Türkan Hanım’ın öyküsünü konuşuyordu. Nadir verilen Pazar izinlerinden birinde Suzan, komşusu ve arkadaşı Fatma’dan bu öyküyü dinleme şansı buluyordu. Çaylarını yudumlarken Fatma, halasının hikâyesine başlamıştı bile.
Türkan Hanım 50 yaşlarına gelmişti. Hayat onu da yormuştu. Sinirleri gergin, elleri titriyordu. Kilosu idealdi. Her zaman bakımlı ve alımlıydı. Onun bu şehre böyle uzun gelişinin ikincisiydi. Yıllar önce de Siyasal da okurken gelmişti. Taze bahardı o zamanlar.
Şimdi kızını Hukuk’ta okutmak için burada idiler. Yıllar evvel kendisinin dolaştığı mekânlarda şimdi kızı dolaşacaktı. Kızı kadar heyecanlıydı.
Nihayet yerleşmiştiler. Kendi fakülte anılarını kurcaladı Türkan Hanım. Bir varoluş, hayata ilk güçlü sarılıştı. Yaşadığı dört yılı da hafızasından geçirdi yeniden. Simalar bile silinmişti aklından. Soyadı unutulmuş üç beş isim hatırlıyordu. Unutamadığı bir isim de TARAÇA idi.
Taraça’da tanımıştı ilk büyük aşkını. Bir bilardo salonuydu burası. Kızılay’da, Demirtepe durağında ikinci katta klâs bir yerdi. Aşkı da hem okuyor hem de burada garsonluk yapıyordu. Tanıştıkları günü düşündü. Alt çekmeceden kırmızı ciltli bir defter çıkardı, kurcalarken bir şiirde duraladı. SULTANIM diye başlıyordu:
Gönlüme dolanmış tel tel saçların,
Çözüp açmak mümkün değil sultanım.
Dünyayı kaplamış loş bakışların;
Ondan kaçmak mümkün değil sultanım.
Gözleri dolu dolu olmuştu. Aşkının ilk şiiriydi bu. Bir kaç sahife daha çevirdi hızlı hızlı. Sanki hatıraları ile savaşıyordu. Defterin son sahifesine doğru aynı yazı ile bir şiire daha rastladı. Bu ondan aldığı son şiirdi. KİMSEYE KALMAYAN diyerek sanki aşklarının geleceğini de yazmıştı.
İki sahifelik şiirin ortasından başladı okumaya.
DELİ SEVDALAR
***
***
Ne deli sevdalar yaşadık seninle,
Yüz kere tövbe etsek bağışlanmayacak;
Ne günahlar çaldı kapımızı,
Ne hatalara yol verdik bile bile;
Aşkın insani boyutunda.
Melekleşmek varken gecenin koynunda,
Şeytana uyduk kaç kere ve
Kendimizi bulduk onun yanında.
***
Ne deli sevdalar yaşadık seninle,
Çılgınca, aptalca…
Dünya çevremizde dönerdi sanki,
İkimiz bir olunca.
Ne ok yetişebilirdi arkamızdan,
Ne kurşun…
Rüzgârdan hızlı koşar,
Şimşekten deli çakardık.
İkimiz bir olunca,
Hem havadan nem kapar,
Hem aklımıza eseni yapardık.
***
Ne deli sevdalar yaşadık ah!
Ateşte yanmayan,
Suda boğulmayan.
Mirası olmayan,
Kimseye kalmayan;
Deli sevdalar…
Türkan Hanım, kağıt mendille gözündeki mini damlaları sildi ve;
Arada buzları eritemedik
Bu aşkı el ele yürütemedik
Ellerin koynunda öldü aşkımız.
Diye mırıldanıyordu Ahmet Selçuk İlkan’ın Üvey Sevda şiirinin son dörtlüğünü.
Alevi-Sünni ayrımcılığı yapan tutucu çevrelerin çocuklarıydılar. Kültürlerin çatışması aşklarına yansıyordu.
Türkan, kapıya doğru yürüdü kapı ziline bakmak için. Karşıki lokantadan iki kişilik yemek siparişi vermişti. Kapıyı açtı. Bir çırak beklerken elli yaşlarında yaşlı bir adamla karşılaştı. Buyurun diyerek bütün nezaketi ile paketi uzattı yaşlı adam.
- Özür dilerim. Sizi altıncı kata kadar yordum. Çırak yok muydu?
- Ne yorgunluğu efendim. Şeref duyarım. Şunun şurasında komşu olduk. Lokantanın sahibiyim, tanışalım diye düşündüm. Semtimize hoş geldiniz.
- Ben Türkan, kızımın okulu için Konya’dan geldik.
- Memnun oldum, ben de Ahmet. Buraların en eskisiyim. Bir sıkıntınız olursa ne olur çekinmeyin. Çevrem çok geniştir.
Konuşmalar bitmiş Ahmet Bey gitmişti. Adam, Türkan’a biraz tuhaf gelmişti. Kendisine askıntı mı olacaktı yoksa? Bu arada kızı da geldi ve yemeklerini yediler. O gün de öyle geçmişti.
Ana_kız çarşıya çıkıyordu. Lokanta’nın önünden geçerken, Ahmet Bey’in kendilerini süzdüğünü ve selam mahiyetinde tebessüm ettiğini fark ettiler. Daha dün tanıştığı adama yolda izde tebessüm edemezdi elbette. Türkan, suratını düşürüp yoluna devam etti. Ahmet Beyin asılma niyetlerini yok etmeliydi. Uygun bir ortamda konuşmayı kafasına koydu.
Türkan, sipariş vesilesi ile Ahmet’i eve davet etti. Direk konuya girdi:
- Beni tanıyor musunuz?
- Tanıştık ya.
- Pekiyi ben seni tanıyor muyum?
- Bana mı soruyorsun?
- Soruya soru ile cevap vermeyin lütfen.
- Sizi tanıyorum tabii. Komşu değimliyiz?
- Eskilerden tanışıklığımız mı var?
- Eşiniz nerede Türkan Hanım?
- Rahmetli oldu ya bundan size ne. Bir beklenti ya da hesabınız varsa unutun! Niyetiniz her ne ise, sizden de tavırlarınızdan da hoşlanmadım. Beni eskilerden tanıyormuş gibi gizemli bakışlarınızı da hiç ama hiç hazzetmiyorum. Bilesin ve tadını kaçırmayasın.
- Türkan Hanım;
Biz yasak şehrin âşıklarıydık.
İşte böyle bir yangındı yaşadığımız
Öyle bir kor alevdi aşkımız
Yandık, tutuştuk, seviştik
Sen sevdikçe yaktın
Ben yandıkça yazdım
Ödeştik
Asla kırgın değilim sana
Küskün değilim
Çünkü
İkimizde sevmiştik.
Ahmet, başını yerden kaldırmış Türkan’a bakıyordu. Türkan, uzun süre konuşamadı. “ Ne istiyorsun?” diyebildi zorlukla. Ahmet kedi gibi büzüşmüş, küçülmüştü gözünde.
- Ankara’dan giderken bir iz bırakmadın. Sana ulaşamadım Türkan. Yandım kor alevlerde. Hamileydin üstelik acım katlanıyordu.
Türkan Hanım, ilk aşkı ve çocuğunun babasını tanımıştı elbette. “ Bir tavuk gibi eskileri niye eşeliyorsun” dedi.
- Yavrumuz yaşıyor mu?
- Kızımız evli, bir oğlu var. İstanbul da oturuyor.
- Resmi var mı?
- Al işte, ne var yani?
- Hiç evlenmedim.
Dedi, yaşlı gözlerle Ahmet Bey. Kalbini ovuşturdu bir süre. Elleri çatlam çatlamdı. Yüksek tansiyonu ve kalbi vardı. Türkan Hanım mukayese bile edemezdi kendisiyle. Yine de şu an için dul bir kadındı. Ve kendilerini engelleyecek, buyruklarına baş eğmek zorunda oldukları insanlar hayatta değildi. Ahmet Beyin niyeti açıktı.
Türkan Hanım siparişlerin parasını ödedi. Çıtçıtlı gözden bir fotoğraf çıkardı Ahmet’e uzattı.
- Ben bu adama aşığım. Senin hayatın kaymış. Yüz kilo varsın. Derinin her yanı kırılmış. Harita gibisin. Gözün az görür, kulağın az duyar. Her yanın titriyor. Teneşire bir adımın kalmış. Senin nefsin de uyanmaz. Bu adam dururken sen kimsin ki beni hayal edebiliyorsun. Beni ebediyen aklından sil ve haddini aşma Ahmet Efendi.
Dedi ve Ahmet’in gözünü alamadığı fotoğrafı elinden çekip aldı. Kapıyı da suratına kapattı. Ahmet yaşamasına yaşıyordu ama ruh gibi hissiz ve duygusuz olmuştu. Baktığı fotoğraf, kendisine ait fakültede çektirdiği bir pozdu. Yavaş adımlarla dükkâna gidiyordu.
Akşama pidelerini açan ana-kız, pidelerin bütün geldiğini görünce şaşırmıştılar. Normalde dilimli gelirdi.
- Anne pidenin üzerinde kalp şeklinde daha az pişmiş bölge var.
- Evet
- Ne demek oluyor?
- Ahmet Bey kalbim henüz pişti diye mesaj veriyor herhalde.
- Kim oluyor ki, aptal mı ne?
- Ablanın babası o.
- Ne! Ne!
- Babandan çok önceydi;. … … ……… ….. … . . Engelleri sakın küçümseme kızım.
Üç yıl içimde Ahmet Bey kızını da birkaç sefer görüp, onunla tanışmıştı. Ve çok geçmeden onun ölüm haberini alıyordu Türkan Hanım. Kimsesi olmayan bu yaşlı adam bütün servetini; dört daire, lokanta, tahvil ve paralarını Türkan’a miras bırakıyordu.
Cenazeden sonra Türkan ve iki kızı, Ahmet Beyin hayatta iken oturduğu daireye girer. Salonun duvarında iki metreye varan, Türkan’ın fotoğrafı ile karşılaşırlar. Türkan’ın okul yıllarında, kırmızı ipek bir gömlekle çektirdiği fotoğraftır. Resmim altında “Kırmızı En Asil Sende Duruyor Sevgilim.” Yazıyordu. Türkan’ın katılığı gitmişti ve ağlıyordu kızları ile birlikte. Odaları dolaşırken Ahmet’in kızı duvarda asılı duran çerçeveli uzunca şiiri okumaya başladı.
Sazının sesini duydum uzaktan
Eledim elekten, süzdüm süzekten
Nasıl kurtulurum ben bu tuzaktan?
Yıllarca Sünni, Kızılbaş diye
Sunmuşlar ağuyu bize aş diye!
****
Biz, Türkoğlu Türk’üz; soyumuz belli;
Üçok’ta Boz ok’ta boyumuz belli,
Ongunumuz belli, payımız belli…
Yıllarca Sünni, Kızılbaş diye
Sunmuşlar ağuyu bize aş diye.
****
Oğuz torunları, bir büyük soyuz.
Sünni ve Kızılbaş – yirmi dört boyuz,
Hacı Bektaş neyse, işte biz oyuz…
Yıllarca Sünni, Kızılbaş diye
Sunmuşlar ağuyu bize aş diye…
****
Uğursuz baykuşun sedasına yuf!
Kardeşkanı içen midesine yuf!
Sahte hocasına, Dedesine yuf!
Utanmadan Sünni, Kızılbaş diye,
Sunmuşlar ağuyu bize aş diye…
****
Bölmek hainlerin ilk işleridir.
Parçalayıp yutmak son düşleridir,
Bozkurtlar, Yesevi dervişleridir…
Ayırmazlar Sünni, Kızılbaş diye,
Sunmazlar düşmana gel paylaş diye!
****
Tanrım bir kıvılcım düşer kanıma;
Artık birlik nuru doğsun tanıma;
Beter bu ayrılık yetti canıma,
Ayırmadan Sünni, Kızılbaş diye
Kucaklaştır bizi öz kardeş diye!
****
Ta ezelden hür milletiz,
Soyu sopu gür milletiz,
Kandan candan bir milletiz,
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevi, Sünni, Kızılbaş…
****
Aynı mayadan yoğrulan,
Türk, Türkmen diye çağrılan,
Aynı kıbleye doğrulan,
Secdeye konan bir baş
Alevi, Sünni, Kızılbaş…
****
Ağam, ev bizim, söz bizim,
Yürek yakan bu köz bizim,
Bu kan, bu can, bu öz bizim…
Aynı doku aynı kumaş
Alevi, Sünni, Kızılbaş…
****
Uyudun kaç asır boyu…
Uyan ey oğuz’un soyu!
Baba, dede, amca, dayı…
Bayramdır bu, gel kucaklaş
Alevi, Sünni, Kızılbaş…
N.Y. Gençosmanoğlu
- Benim babam Sünni faşistmiydi?
- Evet kızım. Baban, faşistlerin de Sünnilerin de en şekeriydi. Benim kırmızım çok kaçmıştı ve taşıyamadım hakkı ile. Sarılıp ağlaşarak rahatlıyordular. Allah’ın kanunları kulların kanunlarını er geç eziyordu. Şimdi daha bilinçliydi. Ama onun aşkı da bir aykırı destandı.
Devcesine hicvettiler,
Devcesine övdüler.
Gök kadar ağladılar,
Dünya kadar sevdiler.
Devcesine kükrediler,
Devcesine sevdiler!!!
Fakat dinozoru yenemediler.
İki eksik – bir fazlasıyla Fatma, halası Türkan’ın öyküsünü Suzan’a anlatıp onu ağlatmıştı.
YORUMLAR
Böylesine güzel bir paylaşımı okuyunca daha çok okumaya ihtiyacımın olduğu kanatine vardım...Anlatımınız; sıradışı, emek isteyen ve bir o kadar insanları içine hapsedebilecek kadar güzel ve etkili...Seçtiğiniz konular insanların odaklanmasını sağlayacak kadar önem arz ediyor...Objektif olabilmek ne güzeldir. Sizde bunu görüyorum...
Türkan hanımın rolünü bir daha ahmet bey üstlenirse memnun olurum.:) Bayanları daha vefalı bulduğum için olsa gerek..Allaha emaneti borç bilirim böyle güzel bir yüreği, kaleminiz daim olsun...
elemm tarafından 1/16/2010 3:34:58 PM zamanında düzenlenmiştir.
Muhterem arkadaşlarım; öncelikle ayrı ayrı teşekkür ederim.
Benim için yazının 211 defa okunmuş olması ve sizin uyaran ve tebrik eden beyatlarınız yukardaki kırmızı kurdeladan önemlidir. Teşvik ve destek babında günün ikinci ve üçüncü yazıları da yayınlanabilir. Her ne kadar günün yazısı seçilsede yazım; sistemin aksadığı düşüncesi değişmiş değil bende.
Bir eleştiri de kandimize yapmalıyız.
İsmet dostum diyor ki hiç puan vermiyorum kimseye.
Sebepleri kendince. Ama yorum yapıyor yazısı olmasada. Kutluyorum. Asıl olması gereken de puandan ziyade okunan yazıya olumlu yada olumsuz eleştiri getirmektir.
Bu durum kendimizi tamamlamamızı sağlar. Burada ustaların yanında ne kaparsak kardır.
Saygılar selamlar. Çok teşekkür ederim yazılarımı okuyor ılduğunuz için.
Yazı ne kadar uzun olursa olsun, insanı sürüklüyorsa okunabiliyor. Zevkle okudum. Yazıyla şiir bir bütünlük oluşturmuşlar. Yalnız Türkan Hanım'ın davranışını çok yadırgadım ben. Demek ki, Ahmet Bey'i hiç sevmemiş. Biraz sevmiş olsaydı, gözlerindeki derin sevgiyi görebilirdi. Askıntı olan adamla, aşık olan adamın bakışları kesinlikle aynı değildir. Güzel bir öykü, kutluyorum... Sevgilerimle...
Anlatım, konu ve şiirler. İnanılmaz güzellikte bütünleşmişler. Sanki, biri olmasa diğeri eksik kalacakmış gibi. Çok kısa bir an, Türkan hanımın konuşmasında, irkildim. Ve o denli sevdiği adamı tanıyamaması, ahmet bey benmişim gibi acıttı içimi. Türkan hn. da oldum, Ahmey bey de, yazınızı okurken.
Kutluyorum. Saygılar
Uzun olduğu için okunmaz sanıyordum. Yanılmışım. Okuyan ve yorum yapan herkese teşekkürler.
Saygı ve selamlar.
Aynur Engindeniz
Ben herkesin aksine çok kısa tutulmuş diyeceğim. Roman olacak bir aşkın özetinin özeti bile böyle kısa tutulmamalı. Çünkü güzeldi okumak. Şiirleri çıkartırsak, çok az bir yazı kalıyor geri. Romanınızın konusu güzelmiş. Anlatımınız kendinize özgü, daha önce de söylemiştim. Tebrik ediyorum.Saygılarımla.
Sevgili Engin
Duygusal bir hikaye, etkilenmemek mümkün değil, tebrik ediyorum.
Hikayede kafama takılan bazı bölümlerdeki çelişkileri romanın bütününü bilmediğim için kendimden biliyorum.
Mesela Türkan hanımın bunca geçen yıla rağmen katılığı veya kalan mirastan sonraki yumuşaklığı.
Senelerin fiziki yıpratma olarak erkek milletine kadınlardan daha fazla iltimas geçtiği doğal bir gerçektir. Buna rağmen Ahmet bey kilo sorunu, kırışıklık, döküklük vs ile "saçların tarumar, gözlerinde nem" vaziyetlerinde iken, Türkan hanımın hala ideal kiloda, hem alımlı hem bakımlı kalıpta, üstüne üstlük bir de kendisini askıntı olunacak kadar cazibeli hissetmesini neye yoracağız.
Ya Türkan hanım gerçekten sevmemiş, yada fazla kalender meşrep. Ahmet amcaya da badem gözlü körler mezarlığında iyi uykular diliyorum, hani derler ya "kör ölür badem gözlü olur" diye
Patavatsızlıklarımı mazur gör, hepsi romanın bütünün bilmediğimden. Devamını bekliyoruz
Selamlar
Suzan ağlamış ya, Türkan'ın hikayesini dinlerken ben de ağladım biliyor musunuz Engin bey, Böylesi hayatlar, tahmin edemeyeceğimiz kadar çok ki, ben belki de bir kaçını bildiğim ve hâlâ içimde sajkladığım için belki de bu hikaye yüreğimden vurup gözlerimden damlaların akmasına neden oldu.
Güzel bir anlatımdı . Teşekkür ederim paylaşımınız için. Saygılar yüreğinize