- 1390 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GENÇLİK ATEŞİ
Her geçen gün ahlaki değerler ve milli bağlar erozyona uğruyor adeta, ahlaki çöküntüyle karşı karşıyayız.
Çocuk yaşta evde, mübarek gün ve gecelerde ibadetleri taklid ederek gençliğine kavuşan bir insan, dini hakiki manada yaşama şansı yakalayabilir.. Çocukluğunda taklidi yaşama şansı bulamayan, gençliğinde tahkike ulaşması çok zor. Çok küçük yaşta aile ortamında ne aldıysa o kazanç kabül etmeli, okul çağına geldiğinde artık o çocuk kontrölümüzden çıktığını gözardı ediyoruz, oysa bu safhadan sonra söylenenler dayatma olarak algılanır genç nezdinde. Akıl-baliğ olmuş bir genç, ebeveynin sorumluluğundan çıkmış sayılır ki yapacağı ibadetler kendisi içindir, yapmazsa da sorumluluk kendisine aittir. Onun sevabını da, cezasını da Allah verir, biz veremeyiz, Biz ancak teşvik eder motive etmeye çabalarız.
Eğitim önce aile ortamında taklidle başlar, okul evresi ve toplum yönlendirmesi derken bu süreç devam eder. Yeterli dini eğitiminin verilmemesi kayıp nesil doğuruyor malesef.
Unutmayalım ki Allah Rasulü ‘El Emin’ unvanının genç yaşta kazandı. El Emin güvenilir, itimad edilen demek. El Emin sıfatıyla Hılfül fudul, yani faziletlerin korunması cemiyetinin(derneğinin) en genç üyesi olarak, gençlere hayırlı amaçlar etrafında bir araya gelip sivil inisiyatif sahibi olabileceklerinin örneğini kendi yaşantısında bizatihi sergilemişlerdir..
Mescid-i Nebevi’nin hemen yanı başında din-i mübin’in yayılması için Ehl-i Suffe diye adlandırılan gençlere Peygamberimizin eğitim için yer ayırması da manidardır. Asr-ı saadet devrinde cami ve cemaat anlayışı Ehl-i Suffe’den ayrı düşünülmezdi, onlar mescidlerin ışık yayan kandilleriydi çünkü.
Bugüne geldiğimizde camilerimizde bir gencin kusurundan dolayı yetişkinlerimiz adeta ateş püskürüp ön saflara hatta aralarına almamaktalar. Sürekli gençleri kınayarak bir yere varamayız, onları eleştirmekle kendimizden kopardığımızın farkındamıyız acaba? Doğru olana, güzel olana yönlendirmek varken gençlere bunca eleştiri niye?
Allah Rasulü’nün hayatında çocuklara selam vermekten tutunda onlarla hemhal olmak, oynamak bile var. Daha da ileri safhada Habib-i Kibriya Efendimiz(s.a.v) namazda iken omuzuna çıkan çocuğun yere düşmesin diye secdeyi uzattığı bir gerçek. Bugün bırakın çocuğun omuzumuza çıkmasını, secde önünden geçmesine bile tahammülümüz yok.
Asrı Saadette gençler baş tacı idi. Usame b. Zeyd(r.anh) on sekiz yaşında ordunun genç komutanı, Hz.Ali Müslümanların Mekke’den Medine’ye Hicret ettiklerinde Allah Rasulünü öldürmeye karar vermiş müşriklerin o gün için yatağında yatacak kadar cesaret örneği sergileyen ve bütün gazalarda özellikle Hayber’in fethinde kılıcın hakkını vererek Allah’ın arslanı övgüsüne mazhar olan bir gençti, Kral Dukyanus’un sarayında iman mücadelesi verip de her türlü zevkü sefayı elinin tersleriyle itip, mağaraya sığınan yedi genç diye tabir edilen Ashab-ı Kehf de hakeza öyle, Yine Bilal-i Habeşi bir köle iken göğsüne taş konularak ‘Ehad’ diye haykıran bir genç yürekdi, Uhud’da Rasulüllah’ı korumak adına; anam babam sana feda olsun diyerek şehit olan Musab bin Umeyr(r.anh) da gençti, Habib-i Kibriya’nın ta önceden; İstanbul’u fetheden ne büyük asker, ne büyük kumandan dediği 21 yaşında Fatih Sultan Mehmet’de muzaffer bir gençti.
Allah-ü Teala akil - baliğ olan 12-15 yaşlarındaki genci kul olma noktasında sorumlu kılarak muhatap kabül ederken, günümüzün sözde büyükleri 17-18 yaşlarındaki genci göz ardı ediyor, muhatap bile almıyor.. Oysa akıl yaşta değil baştadır. Üstelik Rasulü Kibriya üstünlüğün takvada olduğunu bildirmiş..
Numune-i imtisal genç yetiştirmek derdimiz davamız olmalıydı. Her örnek gencin özünde mutlaka bir Allah dostunun mayası vardır. Ashab-ı Kiram Peygamberimizin nazarlarıyla sahabe şerefine erişti ve her biri yıldız hükmüne geçti.. Yine gözlerden kaçmayacak bir nokta; her Padişahın arkasında bir Manevi Sultanın varlığının inkar edilemez gerçeği.. Alem boşluk kabül etmez, görünür görünmez kuvvetler genç ihtiyar demeden el ele, gönül gönüle devletler kurmuşlar, medeniyetler inşa etmişlerdir. İşte bu birliktelik taze ve gençti.
Yasaklarla genç yönlendirilemez, istediğiniz kadar okulları meyhane ve birahanelerden uzak yerlere inşa ediniz, istediğiniz kadar televizyon proğramlarına; ‘16 yaşından küçüklerin izlemesi sakıncalıdır’ uyarılarını iliştiriniz, sonuç alamazsınız, bilakis meraklarını celbetmiş olursunuz, kızlı erkekli gruplar halinde dolaşan, yaşadığı anın zevkini çıkaran genç manzaraları hiç hayatamızda eksik olmaz bu anlayışla.. Peki çözüm ne?. Önce sözüm ona kerameti kendinden menkul büyüklerin gençlere ön yargılı, baskıcı, dayatmacı vs. gibi yanlış tutumları terk etmekle, sonra tüketim çılgınlığına kendini kaptırmış gençleri kültürel kuşatmaya karşı öz kaynaklarımızı su yüzüne çıkartmakla ve gerek dergi, gerek gazete, gerekse televizyon gibi kitle iletişim faaliyetlerini müsbet manada kullanarak işe başlamakla aşabiliriz problemleri ancak.
Genç kuşaklarla aramızda mevcut olan derin ve onarılmaz kronik uçurumu; ‘ahir zamandır ,eh ne yapalım’ demekle geçiştiremeyiz. Problemlerin kaynağında önce büyüklerin kendilerini bu konuda sorgulamamaları sözkonusu. Her türlü problemlerin çaresi var, suç ne ortama, ne gencin kendisine, ne de zamana bağlayamayız. Bu saydıklarımıza isnad ettiğimizde anlık düşünüyor, kılıf uydurmuş oluyoruz demektir..
Gençlere karşı davranışlarda zorlaştırmayın, kolaylaştırın ölçüsünü hep unuttuk, gençlere karşı nasıl tavır takınacağımızı, dalga dalga gençliği tehdit eden kültürel yozlaşmaya alternatif uygun hangi metod - araç geliştireceğimizi bilemedik ve üretemedik. Allah-ü Teala’nın vaadi var; bu dini kıyamete kadar koruyacağına dair. Madem din her an, her dem var olacak, o halde ideallerimizi şartlar ne olursa olsun yaşatmalı, ötelere kanatlandırabilmeli. Tufan her dem varsa, Kurtuluş gemiside her an, her daim var, yeter ki arayalım, gayret edelim. Gayretten şeytanlar kaçar çünkü.
Gençlere evvela güvenmeliyiz, gereksiz kaygılara kapılarak kendimizi heder ediyor, onlarla didişiyoruz, İslam’ı sevdirmek varken, Allah belanı versin demek doğru mu?. Bir gencin başına gelebilecek felaketi; ‘Sen buna müstehaksın, sen bunu hak ettin, bu bir Allahın uyarısıydı’ söylemekle neye varacağız?
Babası veya annesi amansız bir hastalığın pençesine düşüp öldüğünde, ölümün nedenini yetim kalan sekiz yaşında kalan bir çocuğun işlemiş olduğu suçun sonucu olarak yorumlayabilir miyiz? Bu durumda ebeveynsiz kalma cezasını çekmek bir çocukmu üstlenmiş oluyor?
Ceza ve mükâfat Allahtan, teşvik ve takdir bizden olmalı. Bir genç namaz kılarken bizden çekindiği için kılıyorsa bir yerde hata var demektir. Rıza-i Bari esas olmalı çünkü.
Olaylara tek pencereden bakamayız, değişik boyutlarında olabileceğini fark etmeli, hayata gri tonlarla bakmayı öğrenebilmeli. Oysa dinimizde helal ve haramın yanında mubah ve mekruh vs. da var. her şeyden öte kurtuluşa çağrı tevbemiz var. İstersen tevbeni bin defa da bozsan yine gel diyen Mevlana’mız var. O zaman tüm bu gerçeklere rağmen genci hor görme yaklaşımı niye? İyi ile kötüyü ayırd etmeyi öğretmek varken bu öfke, bu şiddet neyin nesi?
Baskıya dayalı aile ortamları çocuğu ileride her şeye karışan, eleştirel birey olarak topluma karışır, hayatı anlayamaz, çünkü zamanında kendisi gibi kalabilmesine izin verilmemiş. Oysa İslamiyet her doğan çocuğun müslümanlık fıtratı üzerine doğduğunu beyan ediyor, ama ebeveynler, çevre, okul derken genç birey kendisi gibi kalmayı, eşyanın tabiatını muhasebe edebilecek olgunluk sergiliyemiyor. Boşuna atalarımız; ‘ağaç yaş iken eğilir’ sözünü söylememişler.
Nasıl ki, defineciler maden ararken kılı kırk yarıp hedefine ulaşmak için gayret gösteriyorsa, insan eğitimi de aynen öyle, hassas olmak zorundayız
Önce örnek olacağız. Sonra; ‘sana gelen sende dirilecek’ ölçü bu.
Eğer bugün geçmişte olduğu gibi 7-8 yaşlarında Kur’anı ezberlemiş, 10-15 yaşlarında ilmihal bilgisini halletmiş, yirmi yaşında kitap yazacak düzeye gelmiş genç göremiyorsak, belki çocuk daha doğar doğmaz sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okumayışımızda, dualar ve ilahilerle uyutulmayışımızda, alimler meclisinden bulunmayışımızdan ya da helal süt emmeyişimizde gibi bir dizi genel hasletlerden uzak kalışımızda aramalı.
İslam âlimlerinin gençliğe yönelik risale yazmamaları canlı bir medeniyetin yaşanmasıyla ilgili olsa gerek. Niye yazsınlar ki, o devirlerde çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okunarak eğitime adım atıyordu, şimdilerde uygarlık adı altında medenilik makyajlanıp, işte eğitim bu diyeyutturulup sunulduğundan itibaren, gençlik sorunları gündemden hiç düşmedi, düşmezde. Yinede ümitvariz mayamızda mevcut olan RUH KÖKÜNE SADIK O GENÇLİK ATEŞİ her an filizlenip dal budak salabilir. Neden olmasın ki?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.