- 1550 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GÜN
Abdullah Yılmaz
Sonu gelmeyen bir sıkıntı gibi pencere başına oturmuş, elimde sigara karanlıktayım. Karalar içinde tek sigaramın ölgün ateşi yanıp sönüyor. Tam karşıma düşen eni, boyu değişik,büyüklü-küçüklü perdesi yarı açık, perdesi yarı kapalı bir sürü pencere kalabalığı ile karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Perdesi yarı açık pencerede bir kadın.. Omuzlarının, göğüslerinin gerginliği, gür saçlarının dökülüşü, genç olduğunu açıklıyor kolaycacık. Bu uzaklıktan
yüzünü ayrımsıyamıyorum, ama güzel bir kadına benziyor. Belki ben istiyorum öyle olmasını.. Çünkü kafamdaki güzellik ya da güzelliğin sahibi başka, bir başka güzel.. Belki onu görüyorum o pencerede ya da öyle görmek istediğimden..
Sıkılıp odamdan dışarı atıyorum kendimi. Hemen herkesin elinde bir sigara, kendileri başka yerlerde.. Sokak seyretmenin oyalantısı içindeler. Kanepede oturan biri ilişiyor gözüme. Öylece oturuyor. Taş gibi donuk, buz gibi soğuk, ada gibi yalnız.. Beni görünce bin yıl yaşlanmış gözlerle bakıyor, anlamsız..
Canım iyiden iyiye sıkılıyor, kafam dağılıyor, dönüyorum tekrar eve, odama. Yatağa uzanıyorum, gözlerim tavandaki ışığa takılıyor, sonra da kolumdaki saate, 03.00.. Yirmi dört saatlik günün bir kesiti. Kimilerinin uyuduğu, kimilerinin uyanıp işe gitmeye hazırlandığı, kimilerinin eğlendiği, kimilerinin ağladığı, sevindiği, mutlu ve mutsuzların bir arada olduğu günün bir kesiti işte.. Ben hangisindeydim acaba.. Gözlerim yarı açık tavandaki ışık cümbüşünde, bir süre seyrediyorum oynaşan ışıkları. Birden içimde o hiç geçinemediğim ses;
"Uyu, belki düşünde onu görürsün" diyor. Belli-belirsiz "Hassektör" sözcüğü dökülüyor ağzımdan. "Neden olmasın" gibilerden de umutlanıyorum her nedense..
Ne kadar geçtiğini bilmediğim bir zamanda, birden bilmediğim bir yerde buluyorum kendimi. Yemyeşil çimenler, sarılı, kırmızılı, morlu çiçekler ve şırıl şırıl akan bir ırmak.. Boşlukta adım atarcasına ırmağın kenarına iniyorum. Gözlerim delice akan suya takılıyor. Bu su ne zaman bırakacak böylesine akmayı, ne zaman uysallaşacak diye düşünürken, gözlerimin önünden bir sis perdesi gelip geçiveriyor. Dalgalar arasında belli-belirsiz oluşan kırık görüntüyü bir araya getirmeye çalışıyorum gözlerimi kısarak. Çok geçmeden bir silüet beliriyor, o’ydu. Adını bile anımsayamadığım o.. Adını bile hatırlayamadığıma göre aklımı yitirmiş olmalıyım.. Üzerinde sarılı, kırmızılı, morlu, pembeli bir elbise cicili-bicili, yedi dağın çiçeği sanki.. Elinde bir demet papatya, yarısı yolunmuş. "Beni seviyor musun?" diyor, anlayamıyorum. Beynim gibi kulaklarımda mı yok oldu acaba? Sesini duyamıyordum, ancak dudaklarının kıpırtısından anlıyordum söylediklerini. "Evet" diyorum, "Evet" diye haykıracak oluyorum, sesimi duyamıyorum. Beynim, kulaklarım, gözlerim gibi sesimi de yitirmenin üzüntüsü içinde elinden tutup sudan çıkarayım istiyorum, gülümseyerek kayboluyor..
Oturup onu kafamda, benliğimde, içimde tanıdığım günü ve daha sonraki günleri şekillendiriyorum kafamda. Birden seviniyorum, aklımı yitirmediğime.. O’nu tanımaya çalıştığım günler gelip geçiveriyor kafamda..
İçli suskunluğu ile tanımıştım onu. Suskunluğunu maskeleyen gülücüklerinden, yüreğinde açılan derin yaralardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, yıllar yılı tanıyormuşcasına aşinaydım sanki. Başını sessizce eğişinden, sitemkâr, görüp de anlayabilenin yüreğine oturan acımsı, ani bakışlarından, dargın yalnızlığından, yıllar önce bulaşan ve sinsi bir mikrop gibi derinliklerine saklanan hüzünlü halinden tanıyordum yıllar yılı sanki..
Biliyordum, mümkün olsa da bir kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirsem ruhunu, sanki yıllarca söylenmeyip saklanmış, dilinin ucuna kadar gelip tutulmuş, tam haykıracakken içe atılmış yüzlerce sözcük, binlerce isyan, on binlerce itiraz, akıtılmamış onca gözyaşı, ilmek-ilmek çözülüp saçılıverecekmiş gibi ortalığa.. Ama o, hep susar, sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine saklar özenle. Sadece kendiyle baş başa iken çekip çıkarır onları, kafasında oluşan binlerce soru işareti ile karıştırır ve kimsenin bilmediği, kimseye göstermemek için özenle kaçırdığı gözyaşları ile karışır, gizli günlük gibi içine attıkları..
O, kimsenin anlayamadığı ya da anlamaya çalışmadığı suskunluğundan, onun olmayan gülücüklerinden, kaçıverecekmiş gibi ani bakışlarından, kumral saçlarından, kahvesi bol siyahımsı gözlerinden etkilenmiştim. Ürkek bulmuştum onu. Sanki istediğini bulamamış, sevmeye çalışmış sevememiş, baskı altında yaşamını bile ipotek altına alabilecek kadar kararlı ama ürkek.. Ama sevgiye, mutluluğa öylesine açtı ki!.. Ayaklarını kızgın saca basar gibi yürür, çabuk-çabuk, yarım yarım.. Hele kafamda oluşturup yanıma oturttuğumda; açık bir alın, yüzünün tüm ışığı gözüme vurmuştu, gözüm kamaşmıştı sanki.. Bu kadın demiştim, yepyeni bir doğa, yepyeni bir düşünce, yepyeni bir düş ve yepyeni bir umut.. Ya bir sahibi, sahipleneni varsa!?..
Tam kalkıp geldiğim yöne gidecek oluyorum, bu kez beyazlar içinde onu yanıbaşımda görüyorum. Dudaklarını yanağımda gezdirip fısıldıyor kulağıma, etkileyici sesiyle; "Beni seviyor musun?"..
Yine yırtınırcasına bağırıyorum sesimi duyurmak ve sevdiğimi söyleyebilmek için, ama kaybolup gidiyor..
O çok yakınımdayken bile en uzak olanım, o benim ulaşılmazım, o benim sevilenim, o benim unutulmazım olmuş, o karanlık gecelerimin parlak yıldızı olmuştu..
"Bir gün" diyorum.. Seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım sana, seni kendimden bile iyi tanıdığımı, göz bebeklerinde tüm acılardan kurtulmanın sevincini, yeniden yaşama, sevgiye, mutluluğa dönüşünün izlerini görebileceğimi, bıçak sırtındaymış gibi güvensiz, ikilemli, acı ve sevinci bir arada yaşıyormuşcasına kararsız, içindeki yaraları gizleyen maskenin aşağı inmesinden korkan duygunun kaybolduğunu göreceğini anlatacağım. Bir gün..
Dönüp gülümsüyor ve o kaçamak bakışlarıyla beni süzüyor, sonra da "Beni seviyor musun?" diye soruyor yeniden..
"Evet" diye bağırıyorum. "Seni seviyorum" diye olanca gücümle bağırırken kendi sesime uyanıyorum. Gözlerimi aralıyorum, tavandaki ömrünü yitirmiş ışığa takılıyor gözlerim yine. Pencereden giren güneş ışığı ortalığı aydınlatmıştı..
Kalkıp lavaboya gidiyorum, yüzümü yıkayacak oluyorum, aynadaki ben’le karşılaşıyorum. Göz göze geliyoruz.. Gözlerimden iki damla yaş akıyor ve belli belirsiz ağzımdan iki sözcük dökülüyor..
Bir gün..