- 1180 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Tanrıkadın (Düşüngülü Eleştiri)
T A N R I K A D I N
DÜŞÜNGÜLÜ ELEŞTİRİ
Ölüm, ancak korkakların isteyebileceği
bir kaçış yoludur. Feyza Hepçilingirler
Okura geleceğin bir yapıtı gibi sunulan ‘tanrıkadın’, Sait Faik Hikâye Armağanı, Yunus Nadi Armağanı Öykü Ödülü, Borski Grumen Ödülü ve Sedat Simavi Edebiyat Ödüllerini kazanan Feyza Hepçilingirler’in romanı.
Hepçilingirler, roman kahramanının belleğinden geçirdiği ama sözcük olarak dilinden dökmediği duygu, düşünce ve devinimlerini farklı bir görsellik ve yeni bir üslupla dile getiriyor. Anlatmak istenenlerden alıntılar yapılarak romandaki izlek yansıtılmaya çalışıldı. ‘Toprak gibi sessiz’ (s.31) ‘İnsanlar sevgiyi yitirdiler; çünkü topraktan koptular.’ (s.31) ‘Hep toprağın altında olsak da ölmedik.’ (s.132) ‘Yoksulluğu bir onur gibi işledik alnımıza.’ (s.132) ‘Alkım gibi saçıldığında dört bir yana yedi renk, dağların koyakları aydınlandığında’ (s.189) ‘Boş salmadı toprak bizi.’ (s.49) ‘Kendisi gibi sıcak olsunlar ve sevgisiz kalmasınlar diye.’ (s.49) ‘Beni doğururken sancı çekti toprak’ (s.49) ‘Toprağın altı, ana rahmi gibidir; nemli ve sıcak. Doğurgandır toprak, kadın gibi ya da kadın doğurgandır, toprak gibi’ (s.205) ‘Gönlümün kır çiçeği, yumuk gözlü, yumuk elli bebem.’ (s.189) ‘Sevdayla kundaklanıp sevgiyle belenip gündüz güne karşı, gece aya balam, gece aya karşı duracak.’ (s.189)
Küçük bir Anadolu kasabasında büyürken bir yanı ilkel kalan, kadınları anlamak gibi bir derdi de olmayan doktor Tahir’le; illegâl korsan bir dergi çıkarırken yakalanan sol görüşlü, öğretmen Ayşe’nin aşkları anlatılıyor. Yüreği şüphe imbiğiyle damıtılan Tahir, ilk evlenme teklifini Ayşe öğretmen okulunda okurken yapar. Yıllar sonra yaptığı ikinci evlenme teklifini hastalığını bahane ederek bir kez daha geri çevirir. Karanlıkta türkü söyleyenlerin ruh hali içinde, yüreğinin götüreceği yere gitmek istemeyen Ayşe, kendi hastalığına konan teşhisin doğruluğunu araştırmadığı gibi doktor Tahir’e de söylemez. Bıçkın olduğu kadar babacan tavırlı da olan Tahir, onu tutkulu bir aşkla sever. Ayşe, onun bazı hareketlerinden hoşlanmasa da içten içe sever. Tahir, yüreğinin sesinden haberi yokmuş gibi davranan Ayşe’yi Kuşadası’na çağırır, gelmeyince ipler kopar. Tahir, içki komasına girince hastanelik olur. İmkânsız aşktan kurtulmak için içindeki aşkı öldürür. Başka bir kadın, Zehra ile evlense de mutluluğu hep dışarıda arar. Çivit rengi hüzün onu hasta eder. Yenilgisini içine atan Tahir, daha sonra ölümcül hastalığını bahane ederek intihar eder. Yazar, ruhsal çözümlemelere geniş yer veriyor. Son bölümde ise yardımseverlik, iyilik ve dayanışma işlenmiş. Tanrıkadın, fırtınalı bir aşk romanı değil.
Hepçilingirler, kurguyu işlerken geniş açılımlar yapmış. Orhan Pamuk’un Kar’da yaptığı gibi romanı geniş bir coğrafyaya yaydığı halde kahramanları, Ahmet Altan ve Pamuk gibi yöre insanının ağzıyla konuşturmamış. Yaşanılan sosyolojik öğeleri güncele dönüştürdüğü söylenebilir. Reşat Nuri’nin romanlarında olduğu gibi sevgi ve şefkat öne çıkarılmış. Aşka doymayan babacan bir doktorun öyküsü, yalnız aşkı yaşayan kişilerin diyalogları az tutulmuş. Aşk kendi özsuyunu alamamış. Romanın yüzde 35.4’ü diyaloglarla geçiyor, öykülere uygun diyaloglar kurulmuş. Eleştirel yanı da olduğu söylenebilir.
Tahir’in beş yıllık eşi Zehra, Ayşe’nin kız kardeşi. Öykünün kurgusuna göre Tahir ve Zehra’nın aileleri aynı kasabada oturuyorlar, o izlenim veriliyor. Ayşe ve Zehra kardeş olduklarını bilmedikleri gibi Tahir de bilmiyor. Romanın final bölümünde aynı masada oturmalarına karşın bu durum yazılmadı…? Kardeş olduklarının sevincini yaşamadan roman bitti, gerçekçi değil. Tahir’in de ölmeden önce bilmesi gerekirdi.
‘Tanrı dört kitap atmış yeryüzüne. Gâvurlar hiç uyumazlarmış, en güzel kitapları onlar kapmışlar.’ (s.105) Tanrı dört semavi din kitabında da yaklaşık aynı şeyleri söylemiş. En güzeli onların kitabıdır demek, Kuran’ı Kerim’e hakâret olur.
‘Babası, merdivenin altında kıstırıp memelerini avuçladığında bunun ne olduğunu anlamamış; ama yine de koşa koşa gidip anlatmıştı annesine.’ (s.232) Yazar, kızı Zehra’ya sarkıntılık eden babayı aşağılıyor. Bir yazar roman kurgusuna bunu koyuyorsa böyle de yazması gerekir. Zehra babasının yüzüne bakmayarak, onun ‘Aklında, hep merdiven altındaki saldırgan köpek kalmasını istedi.’ (s.236) Serdar Rifat, ‘Sürek Avı’ romanında yine bu şekilde kurgulamış, yalnız yapılan şeyi aşağılamamıştı. Elif Şafak ise ballandıra ballandıra anlatarak ‘Baba ve Piç’e işlevsellik vermiş(!)
On beş satırı bulan uzun cümleler kurabilen Hepçilingirler, ‘tanrıkadın’da kendi roman dilini oluşturmuş. Romana hakim olan ve okurun belleğinde iz bırakan karakterler yaratmış. Reşat Nuri’den büyük ölçüde esinlendiği görülüyor. Yazarın zaman zaman okuru tökezleten ve tadı acıya çalan eski bir dil de kullandığını görüyoruz. Yaşları ilerlemiş yazarlarımızın belleklerine kazınan Arapça ve Farsça sözcükleri bir türlü silip atamadıklarını gözlüyoruz.
Okur, ilk gençlik yıllarındaki aşıklar gibi güzel ve süslü sözlerin parıltısına kapılır. ‘çok kıymıklı bir dilde söylenmeye başlıyor’ (s.18) ‘Unutulmak kurtulmaktır. Unutmak özgür kılar insanı.’ (s.74) ‘Ne garip! Beynin kapıları açık unutulmuş.’ (s.103) İç insanımıza pek de hoş gelmeyen sözler: ‘Allah Allah! Allah Allah! Kız kısmının ne işi var bir başına Ankara’larda? Hangi imansız izin verdi sana? Kim koyverdi buralara? ’ (s.115) ‘Hepsi bir odada yatıyorlarmış, işte orası komünistlikmiş.’ (s.198) Şiirsel yürekli Feyza Hepçilingirler’in bir de dünözlem sözcüklerine göz atalım. ‘tek batınlık bakışla’ (s.11) ‘mor yemenisiyle çatkılayıp üstüne attığı’ (s.14) ‘paylaşacak kadar hemdert olduğunu’ (s.74) ‘Kırtıpil bir doktorun karşısında bile susmak’ (s.224) Sözcükleri iyi alımlayan okurun gözünden, absürt ve argolu sözler de kaçmaz. “ ‘Kapa çeneni kahpe! ’ diye hırladı.” (s.139) ‘Ucuz sokak fahişeleri kadar adisin.’ (s.245) Yazar, karakteri birkaç kez de olsa o yörenin ağzıyla konuşturmuş. “Devlet ‘buba’sız gene senin yaptırdığını bellesin. Senin kazandığının on mislini kazanmazsam ‘yuf’ olsun bana.” (s.158) Hepçilingirler, okuru tökezleten yabancı sözcükleri sayfada ortalama 18.5 kez kullanmış. Yenilikçi bir yazara göre bu oran yüksek. “ve siniri ezilmiş: ‘Multiple Skleroz’ ” (s.35) ‘iyice tanış olduğu polio sekel’den kaynaklandığını’ (s.118) ‘tedavisi var artık frijitliğin.’ (s.280) Bir de eski dile göz atalım. ‘Almanya’daki işçilerimizin alafranga tuvaletlerin üstüne horoz gibi tüneyip hacetlerini’ (s.180) ‘ahkâm kesmeye’ (s.182) ‘zehirli dilin gazabına uğradı.’ (s.256) Feyza Hepçilingirler’in şiirsel duruşuna bakalım. ‘Başka yana bak artık, çevir başını kendinden. Dışarıya bak, ay ışığına, yıldızlara. Hiç gökyüzüne bakmadın şimdiye kadar. Hep başın öne eğik, hep içine dönük gözlerin.’ (s.200) Ya şahsöz olarak ne demiş, imge bulutuna yaslanan yazar..? ‘Tanrıkadınlar, bekâretlerini korudukları sürece tanrıdırlar; kızlıkları giderilmiş olanlar, artık yalnızca kadındırlar.’ (s.204)
Şairliği de olan Hepçilingirler, şiirin soluksuz serüvenini yeni bir kalıba soktuğu düzyazı ile sürdürüyor. Şiirsel düzyazıya geometrik tasarımlar hazırlamış:
‘Bir şey
ya kendisidir,
ya başkası; hem kendisi,
hem başkası olmaz. Hem kendisi hem
başkası olduğu zaman,
hiçbir şey olmaz. (s.68)
Yazar, roman temposunu yüksek tutmak için yeterince ayrıntılardan faydalanmamış. Anılara yaslandığı için ayrıntıların işlevselliğini yakalayamamış. “ ‘Nasılsın bakalım kara böcek? ’ diye takılınca Tahir, Sacide düzeltme gereği duydu. ‘Kara böcek değil efendim, karabatak diyordunuz bana. Karıştırdınız galiba.’ ” (s.80) Okur, ayrıntılarda kendini bulmalı.
Elinde felsefe gibi tatlı bir ilacı olan yazar, neden elindekinin kıymetini bilmez? ‘daha mertçe yapılan bir iş, sokak kadınlığı. Hizmetine karşılık para istemek, dünyanın neresinde namussuzluk olabilir? ’ (s.167)
“ ‘Evli misin? ’
Nişanlı mısın? ’
Evlenmeye niyetin var mı? ’
‘Evlenmeyi düşündüğün biri? ’ ” (s129) Sayfada ortalama 3.7 kez soru yöneltmiş.
İnsan devinimlerini yeni yazınsal tasarımlar geliştirerek yazan Hepçilingirler, nefis karakter betimlemeleriyle kahramanlar yaratmış. ‘Elini ensesine atıp orayı kaşıdı. Kendi halinde dolaşan bir biti kıskıvrak yakalamış gibi, avcunu kapayıp gözlüğüne yaklaştırdı; açtı avcunu ve olmayan biti üfledi.’ (s.114) ‘Ne giymiş olabilir? Yazsa çiçekli bir basmadır üstündeki, kışsa dallı pazen. Basmalar, pazenler de kendisi gibi uslu. İster etek yap, ister entari, ister şalvar… Hiç ses çıkarmaz.’ (s.90) ‘gözleri öyle güzel, öyle güzel ki! İri iri açtığında, içlerine dokunulmamış bir dünya sığdırıyor.’ (s.90) Sayfada ortalama 3.1 kez betimleme yapılmış. Göz izleği iyi olan yazarın doğa betimlemelerini sevmediğini görüyoruz.
Bellekte çarpıcı çağrışımlar uyandıran ve geleceğin romanının temel taşı olacak imgeyi sayfada ortalama 1.1 kez kullanmış. Kadın yazarlar daha yüksek oranlarda kullanıyor. ‘Hep öyle yaralı kuşlar gibi… Uçmayan, kaçmayan, düşler tutsağı.’ (s.91) ‘Asuman teyzenin evinin bulunduğu yamaçtan doruklara doğru üflenen genç kız düşleri…’ (s.88)
Yazı dilini deyimlerle zenginleştirmeye çalışan Hepçilingirler, sayfada ortalama 1.9 kez deyim kullanmış. ‘sözün ucu politik ortam eleştirisine değse herkes dut yemiş bülbüle dönerdi.’ (s.128) ‘Ankara’yı boyladı’ (s.120) Batıdan dilimize giren deyimler: ‘Çıtır kızlar fink atıyor’ (s.18) ‘Seninle flört etmek isteyen’ (s.39) Soru yönelten deyimler. ‘Et tırnaktan ayrılır mıymış? ’ (s.120) ‘Bulunmaz Hint kumaşı mı? ’ (s.175)
Yenilikçi yazar, geçmişin izlerini taşıyan söz grupları, Türksözüne ‘tanrıkadın’da bir kez yer vermiş. ‘Hazıra dağ dayanmaz.’ (s.232)
Yazmaktan mutlu olduğu anlaşılan Hepçilingirler, öykülerinde mizah öğesini ustaca kullanmış. “ ’Peki, kitaplarımız? ’ diye sordu Ayşe. ‘Kitaplarımız da salıverilecek mi bizimle birlikte? ’ ” (s.142) “ ‘Hepsi senden önceydi Tahir. Karşıma günün birinde senin çıkacağını nereden bilebilirdim ki! ’ ‘Beni buluncaya kadar deneme atışı yaptın yani.’ ” (s.249) Sayfada ortalama 0.3 kez mizah yapmış.
‘Bir geceye kaç anı, kaç düş; bir insanın içine kaç kişi sığar? ’ diye soran Hepçilingirler, iç tepmesiyle gelen çağrışımları sayfada ortalama 0.1 kez kullanmış. “Kendisini Tahir’in karısı gibi hissettiyse de ‘Ablaların gibi aklın fikrin kocada mı senin de? ’ diye kendisini içinden azarlayınca” (s.144)
Geriye dönüş tekniğinden faydalanarak geleceğe geçmişten gelen Hepçilingirler, bellekte özgün imgeler uyandıran benzetmeleri sayfada ortalama 1.2 kez kullanmış. Benzetmeleri sevdiği söylenemez. ‘kadının kendisi gibi dilsiz noktalar.’ (s.30) “ ‘Beni de kapına bağladığın it gibi görüyorsun. ‘Gel kuçu kuçu’ deyince dilini dışarda zevkten kuyruğunu titrete titrete sana koşacağımı sanıyorsun” (s.262) Yazarın ara sıra eğretileme de yaptığını görüyoruz. ‘Karun sanmalarına için için gülüyordu’ (s.149) ‘sağır gökler duyar seslerini.’ (s.182)
‘her kadın biraz tanrıdır’ diyen yazar, sayfada ortalama 0.4 kez mecaz yapmış. “homurdandı Tahir, ‘Bu dağda ayıların sözü geçer zaten’ ” (s.258) ‘Uzmanlık işini hızlandırmak için kimsenin kıçını yalamayacağını’ (s.144) “ ‘Amca’, Ayşe için bir bela daha ısmarladı Allah’a” (s.140)
Dilin anlatım gücünü artıran ve kullanıldığı estetiklik katan ikilemeler, sayfada ortalama 1.1 kez kullanılmış. ‘Ne çok günler eklendi günlere, aylar aylara, yıllar yıllara…’ (s.98) ‘örneğini nasıl fellik fellik kaçıracağım’ (s.12)
Terim üretmeyen dil, düşünce aracı olmaz. ‘kağıt peçeteye sarılı kolonya şişesi’ (s.20) ‘Stajyer hemşirelerin’ (s.80) Sayfada ortalama 3.5 kez terim kullanmış.
Düzyazının içinde estetik olarak şiirin ses tonunu yükselttiğini bildiği için dört dize kendi şiirinden koyarken iki kez de alıntı yapmış. Hepçilingirler, yazının içinde süs gibi duran montajı ‘tanrıkadın’da dört kez yapmış. “Kristal kadehlerin bin bir yansımasıyla dökülen ışıkları altında söyleşiler yapılıyor akşamları. ‘Yirmisinden önce sosyalist olmayanın kalbi, yirmisinden sonra sosyalist olanın aklı yoktur.’ özdeyişinin erdemi çerçevesinde kalacak ateşli konuşmalar” (s.177)
Tahir ile Ayşe’nin karşılıklı diyalogları az tutulduğu için aşk yaşanmıyor. Geriye dönüş tekniğinden sıkça yararlanarak anlatıldığı için daha çok yaşanmış aşk izlenimi veriyor. Heyecan yüksek tempoda tutulamıyor. Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanında olduğu gibi, okur öykünün orta yerinde aşkın ayrılıkla biteceğini öğreniyor. ‘Tanrıkadın’ daha da güzel bir aşk romanı olabilirdi. * * * Tanrıkadın / Feyza Hepçilingirler / Remzi Kitapevi / 295 s. * * * Eleştiri bir deniz feneri mi? Yıkmasını bilmeyen de eleştiri yapsın mı?