- 620 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
EY AŞK NEREDESİN ? 42
Yanına yaklaştı sessizce. Yüzünde, çektiği acının izleri vardı sanki hala. Derin bir uykuya dalmış gibiydi. Yüzünün rengi solmuş ve sararmıştı. Onu öyle görünce, kalbine şiddetli bir sancı saplandı . Yanına iyice yaklaştı ve elini tuttu.
“ Seni böyle görmeye dayanamıyorum sevgilim! Mutlaka çaresi var bu hastalığın. İyileşeceksin ! Hem de eskisinden de sağlıklı olacaksın. İyileştiğinde de bir saniye, bir salise bile beklemeyeceğiz. Beyaz gelinliğin içinde bir daha bırakmamak üzere elinden tutacağım. O saniyeler o kadar kıymetli ki, şimdi daha iyi anlıyorum kıymetini. Yüzün hep gülsün. Sen gülersen, ben de gülerim. Sen ağlarsan, ben de ağlarım. Sen benim öbür yarımsın. Sen benim alın yazımsın, kaderimsin. İlk ve son aşkımsın. Hayalimde yaşattığım ve beklediğim kişisin. Lütfen ! İyileş sevgilim. Seni çok seviyorum. Sen benim yaşama sebebimsin. “
O sırada, Tarık onun elini sıkıca tutmuş ve gözlerini aralamaya başlamıştı. Fersiz bakan gözlerinde sevinç pırıltıları vardı. Kuruyan dudaklarının arasından güçlükle “ Ben de seni çok seviyorum sevgilim” Dedi.
Nihal’ i görmek ona çok iyi gelmişti.Ağrıları esnasında, bir an için sonunun geldiğini ve öleceğini düşünmüştü. Gözlerinin önüne, daha doyamadığı iki sevdiği insan gelmişti. Biri kızı , diğeri de Nihal. Bayılmadan önce dualar etmeye başlamıştı bile.
Şimdi ise karşında sevdiği kadını gördüğünde, dualarının kabul edildiğini anlamıştı. İyileşmek için gayret göstermeliydi. Güzel günler için, mutlu günler için. Nihal’ in gözlerinde kaybolmak, onunla uzun yıllar yaşamak istiyordu. Bunun için hayata tutunması gerekiyordu.
Otobüsten indiğinde, terk etmek zorunda kaldığı şehrin havasını ciğerlerine çekti. İyi ve kötü günler geçirmişti bu kentte. Yıllar epey değiştirmiş olmalıydı tıpkı kendisi gibi. Duraktaki taksilerden birine bindi ve gideceği adresi verdi. Camdan, yol boyunca etrafını seyretti. Gürültülü bir şehir yaşamının yanında, sanayi kentiydi aynı zamanda Kocaeli.
İstanbul ve Ankara gibi şehirleri birbirine bağlayan bir noktadaydı.Gözleri denize takıldı. Çevre kirliliğinin etkileri denizin üzerine siyah halkalar halinde yerleşmişti. Anıları onu çok eski yıllara götürdü. Denizin ve doğanın tertemiz olduğu zamanları hatırladı birden. Her şey, insanoğlunun girişiyle, doğallığını ve temizliğini yitiriyordu.
Taksicinin sesiyle, düşüncelerinden sıyrıldı.
“ Hanımefendi geldik. “
“ Geldik mi ? Tamam. Teşekkür ederim. “
Taksiden inmeden önce ücreti ödedi ve indi. Valizini eline alarak, az ötedeki arkadaşının evine doğru yürümeye başladı.
Evin kapısına geldiğinde, şöylece bir etrafına bakındı. Çoğu şey gibi eski bir yerleşim alanı olan mahallede değişmişti. Pakize ile çok sık görüşürdü. Yeni evlendiğinde bu mahallede oturmuştu. Pakize ile dostluğu da o zamanlara dayanıyordu. O zaman tanışmışlar ve arkadaşlıkları dostluğa dönüşmüştü.
Mahallenin evleri ya tek katlıydı, yada iki katlı. Her evin olmasa da çoğunun bahçesini güller ve rengarenk çiçekler süslerdi. Şimdi ise baktığında tek katlı evlerin yıkıldığını ve yerlerine çok katlı apartmanların yapıldığının farkına varabiliyordu.
Zili çaldı ve beklemeye başladı. Biraz bekledikten sonra kapı açıldı. Saçları ağarmıştı Pakize’ nin. Fakat güzelliğinden pek bir şey kaybetmemiş görünüyordu.
“ Emel ! Hoş geldin. Neden haber vermedin bugün geleceğini. Seni karşılardım. Ooo çok sevindim çok. “
“Hoş buldum Pakize. Sürpriz yaptım. Bekleyemedim. Seninle konuştuktan sonra hemen hazırlandım ve yola çıktım.
“ Çok iyi yaptın gelmekle Emelciğim. Çok değiştirmemiş yıllar seni. Hala genç ve güzel görünüyorsun. “
“ Seni de değiştirmemiş. Sadece biraz saçlarımıza karlar yağdı o kadar değil mi arkadaşım”
“ Biz, niye ayakta konuşuyoruz Emel. Haydi geç içeriye. Şaşırınca aklım gitti başımdan “
Güneş, el örgüsü dantel perdelerin arasından salonun içine iyice süzülmüştü. Antika bir gramafon, yine antika bir sehpanın üzerinde, tarihi yansıtırcasına sessizce, sus pus bir şekilde kaderine terk edilmişti sanki. Duvarda asılı siyah beyaz resimlerdeki insanların bir çoğu hayattan ebediyete göç etmiş olmalıydı.
Pakize, seri ve becerikli bir kadındı. Biraz sohbetin ardından, el çabukluğu ile hazırladığı kahvaltı sofrasında ikindi çaylarını keyifle yudumlamaya başladılar. Sohbetleri esnasında, geçmişte yaşadıklarını andıkça gah hüzünlendiler, gah güldüler. Saatler geçmesine rağmen masadan kalkamamışlardı henüz.
Yalnız yaşıyordu Pakize. İki çocuğu da başka bir şehirde yaşıyordu. Eşinin ani ölümünden sonra yapayalnız kalmıştı. Mahallesi ve eski dostları onun yalnızlığını bir nebze olsun rahatlatıyordu.
Çok özlediğinde, çocuklarının yanına gidiyor, özlem giderdikten sonra anılarıyla dolu yuvasına dönüyordu.
Emel’ in gelişi ona güç vermiş olmalıydı. Eski bir dost yüzü görmek onu canlandırmıştı sanki. Akşam olduğunda, her zamanki gibi yalnız başına geçirmeyecekti. En azından Emel gidene kadar.
Yemekten sonra kaldıkları yerden devam ettiler konuşmaya. Emel, çocukları ile ilgili haberleri öğrenmek istiyordu. Nerede yaşadıklarını, ne iş yaptıklarını, evlenip evlenmediklerini… Her şeyi merak ediyordu.
Ertesi gün yapacakları işleri kararlaştırarak, sevinç yorgunu yüreklerini ve bedenlerini uykuya bırakmak için yataklarına süzüldüler.
Baba yüreği, gelen haberle iyice heyecanlanmıştı. Telefonu kapattıktan sonra acele ile otobüse binerek yola çıktı. Zaman geçmek bilmiyordu bir türlü. Düşüncelerinden biraz olsun sıyrılmak için uyumaya çalışıyor fakat bir türlü uyuyamıyordu. Bu işkencenin sonunda nihayetinde Ankara’ ya ulaşabilmişti. Bir taksiye binerek hastaneye doğru yola çıktı.
Koşar adımlarla içeriye girdi. Danışmadan, yattığı odanın numarasını öğrendikten sonra odaya gitmek üzere iki kat merdiveni çıktıktan sonra oğlunun yattığı servisin dış kapısına geldiğinde, heyecanını yatıştırmak için derin bir nefes aldı. Sonra da içeriye girdi.
DEVAM EDECEK.